Şenay Eroğlu Aksoy, "Murat Uyurkulak'ın izinde", Notos Edebiyat Dergisi, Ekim- Kasım 2011
Romanıyla tanıdığımız Murat Uyurkulak öykülerinde de aynı dilin izinden yürüyor. Argo ve küfre korkusuzca yaklaşarak, sokağa, sokağın kurallarıyla yaşayan insanlara ayna tutuyor. Olağan, yaşama ayak uydurmuş kahramanlar yer bulamıyor onun öykülerinde. Oğuz Atay’ın kahramanları eğitimli, yorumlama becerisine erişmiş, varoluşsal kaygılarla olağandan ayrılan “tutunamayanlar”dan oluşuyorsa; Murat Uyurkulak’ın kahramanları doğuştan getirdiği aykırılıklar yüzünden “yerleşik hayat”a geçemeyen “tutunamayanlar”dan oluşuyor.
Öykülerinde düz zamansal bir anlatımı tercih etmeyen Uyurkulak kurguyla da oynuyor. Parça parça verilen gelişmeler bütünlenmeye ihtiyaç duyuyor. Anlatmak istediklerini doğrudan söylemeden metni okurla bütünleşmek için bir fırsata dönüştürüyor.
Murat Uyurkulak’ın kalbi geride bırakılmış, dışlanmış, ötekileştirilmişlerin yanında atarken, yazın dilini de onların dünyalarının ayrıntıları, sözcükleri kuruyor.
Çizgiden sapmış, aynılaşmaya zorlanan kahramanlar yalnızca yoksul, sıradan insanlar değildir elbette, yazarlar da vardır onların arasında… Nitekim kitapta Reha Mağden’e ithaf edilen öyküde de bu sistemli aynılaştırmanın ironisi yapılıyor. “Ne olursan ol, çoğunluğun rengine boyanmak zorundasın,” mesajına direnen, aykırı, umut aşılayan kahramanlar kendilerini yok etme pahasına da olsa oldukları gibi kalmayı tercih ediyorlar.
“Kırmızı” adlı öyküde sağlam bir karakter yaratmayı başarmış yazar. Hayatı ıskalamayan, kişilik özellikleriyle uçlarda gezinen bir kahraman. Öykü yazınının olanakları içinde, ete kemiğe bürünmüş kahramanlar yaratmak ustalık işidir; Murat Uyurkulak bunu başarmış. Bu güzel öykü bana çocuk kitaplarından birini anımsatıyor. Bunun nedeni her iki metinde de gözlüğün, etraftaki renkleri gizlemek için kullanılıyor olması. Çocuk edebiyatı yazarı Ayla Çınaroğlu’nun Üç Küçük Kuzucuk adlı kitabında, sararmış otları yemek istemedikleri için beslenemeyen kuzucukların sorunlarının çözümüdür güneş gözlüğü. Murat Uyurkulak’ın öyküsündeyse savaşta gördüklerini, daha doğrusu savaşın renklerini yumuşatmak için güneş gözlüğü takan bir büyükbaba vardır. Birinde çocuk dünyasına neşe katan, tatlı bir buluşken gözlük, ikincisinde kökleri çok derinde olan barış olgusunun altını, savaşın renkleri üstünden, hüzünle çizmek için kullanılmıştır. İki metinde de hikâyenin en etkileyici anlam taşıyıcısıdır, kuzucukların ve büyükbabanın gözlerine, geçmişin renklerini gizlemek için takılan gözlük.
Çocuklardan, çocuk yazınından yola çıkarak, insanın oyun oynama isteğinin altında yaşama sevinci duyma güdüsü yatıyor denebilirse, Murat Uyurkulak da bunu, kullandığı dil, ayrıntı seçimi ve yerleşik olanı reddederek yaşatıyor okuruna, kurduğu bu enfes dille yetişkinlere oyunlar kurup yaşama sevinci duyuruyor.
Bunca güzel şeye rağmen kitapta tekrar eden benzetmeler ve güncel siyasi mesaj verme kaygıları da sıkı okurun gözünden kaçmıyor. Örneğin türbanla üniversiteye girilememesinin altını çizmek, geleceğe güncel siyasi kararlara dair bir not düşmek adına, öyküye eklenen ayrıntılar... Hiçbirinin okuduğumuz metne katkısı yok. Bu da okuru metinle bütünleştiren sağlam yapıya gölge düşürüyor. “Pembe ve Kuş Yuvası” gibi bazı öykülerse ötekilerin çok gerisine düşüyor. Bunca güzel öykünün arasında olmaları okunmalarını daha da güçleştiriyor.
Edebiyatın, tüm disiplinleri kullanarak yeniden yeniden üretildiği bir dönemde kendi yazınsal dilini oluşturmayı başararak, sıradanın dışında, keyif verici öykülerle okuruna sesleniyor Murat Uyurkulak.