İsmail Adem, "Sert ve travmatik öyküler", Kitap Zamanı, Haziran 2011
Bazuka’da yer alan “Tutkular Kitaplığı”, “Aşk, Yalnızlık ve Bazuka” öyküleri başka kitaplara naziredir.
“Şarap” ve “Kırmızı” öyküleri bir anlamda ‘ısmarlama’ öykülerdir. “Kurtuluş On İki”, “Derviş”, “Kuş Yuvası” öyküleri ise başka yazarlarla, gazetecilerle ortaklaşa yazıldı.
Murat Uyurkulak’ın daha önce Milliyet Sanat’ta yayımlanan başka öykülerinin de olduğunu bildiğimize göre şu soruyu sormamız gerekiyor: Hikâyesi bunca dağınık olan bu öyküleri bir seçki gibi bir araya getiren ortak payda ne olabilir?
Uyurkulak’ın dokuz öyküyle bize resmettiği insanlar, bir şekilde iyi tanıdığımız ama edebiyat muktedirlerinin çoktandır görmezden geldiği kişiler, belki de unutulmamak için yazılmış romanların unutulmuş yazarları; cinsiyet köprüsünün ortasında kalmış, ne o yana ne de bu yana geçebilmiş eksik bir Tahir; pembe renkten tahrip olmuş, muzdarip bir mahkûm; aşk gelince ardından suskunluğun ve yalnızlığın da geldiğini çok erken anlayan bir çocuk; büyük bir keşif yapmış olmanın mutluluğunu keşiflerini tüketerek kutlayan kazı ekibi; uhrevi bir âleme tefekkürle uyuyup maddi dünyaya uyanan bir derviş; milli sermayenin önemini kavradığından, zevk için de olsa sağa sola saçtığı banknotların Ermeni ve Rum kasalarına girmesine izin vermeyen, fakat bütün ümitleri oğlu tarafından ziyan edilen Nedim Bey; savaştan, kandan tiksinmiş, kırmızı renk görmeye dayanamayan ama aynı zamanda çevresindekilere de dünyayı dar eden huysuz bir ihtiyar...
Sahtekârlık, şiddet, yalan dolan
Yukarıda sorduğumuz sorunun cevabı burada sanırım. Belli ki Murat Uyurkulak bu öykülerde mağdur ve mağluplara, özellikle de her şeyin ve herkesin uzun sürmüş araf halinin fotoğraflarına bakmamızı istiyor. Aslında görmek için fazla eğilmemize gerek yok. Her kareden kan fışkırıyor yüzümüze. Kesif kokular geliyor burnumuza. Görüyoruz her yerde kadın mezarlarını, cinsel istismarı, sahtekârlığı, haksızlığı, zorbalık ve sömürüyü… Aslında biz bu sahih ve samimi fotoğrafları daha önce yazarın Har ve Tol romanlarında da görmüştük. Evet, gördük ama romanların karmaşık yapısı içinde biraz flu ve dağınık kaldılar, ya da biz, romanların bütünlüğünü yakalamak için biraz uzaktan baktık. Bu kez yazar, bu vahim fotoğrafları tek tek gözlerimizin önüne getiriyor. İstiyor ki, dikkatlice bakalım ve buradan bir bütünlüğe varalım. Bütün bu öykülerin ardındaki büyük fotoğrafı görelim: Sahtekârlık, şiddet, yalan dolan.
Kitaptaki en naif öykü belki de “Tutkular Kitaplığı”. Yoksul bir kütüphane memurunun değeri bilinmemiş, unutulmuş yazarların kitaplarını zarif bir plan ve tutkuyla tekrar hatırlatmak istemesi, bunu şiddet yoluyla yapıyor olmasını bir kenara bırakırsak, gerçekten de hayranlık uyandırıcıdır. “Tutkular Kitaplığı” Reha Mağden’in Yazgıların Tableti kitabına nazire olmasının yanında, yayınevi patronlarına, gazetecilere ve okura, hatta yazarın kendisine bir göndermedir. Sanırım Uyurkulak, herkesin bu öyküden payına düşeni almasını istiyor. Fakat hemen belirtmek gerekiyor, “Tutkular Kitaplığı”nda hikâye edilen durum diğer öykülerine nazaran Türkiye’de en olmayacak olaydır. Öykünün en güzel bölümü ise “değeri bilinmemiş okuyucunun durumunun, değeri bilinmemiş yazardan daha vahim olduğuna” dair yapılan göndermedir.
Sert ama ironik
Murat Uyurkulak’ın Bazuka’sı, romanlarına kıyasla, özellikle de Tol romanı kadar şiirsel bir dile sahip değil. Ancak bir bütün olarak tek tek öykülerdeki şiirselliği yakalamak mümkün. Uyurkulak, Bazuka’da yer alan öykülerde oldukça sert ve travmatik konulardan söz ediyor. Bunca ciddi konuyu işliyor olmasına rağmen kitaptaki bütün öyküler oldukça ironik. Ayrıca simgelerin, göndermelerin ve dolayımların sıklıkla kullanıldığını da eklemek lazım. Peki ama Murat Uyurkulak bu öğelere neden ihtiyaç duymuş olabilir? Kanımca ülkenin ve insanların gerçeklerini, yakın bir geçmişin yaralarını hafifletmek, tahammül edilebilir seviyeye getirmek amacı güdüyor yazar. Tıpkı “Kırmızı” öyküsündeki Hamza Dede karakterinin kullandığı kara gözlükler gibi. Hamza dede, Birinci Cihan Harbi’nde ve İstiklal Harbi’nde tam dokuz yıl aralıksız savaşmış bir gazidir. Evine sağ salim döndüğü ilk günden itibaren anlaşılır ki, Hamza kırmızı renk görmeye dayanamaz olmuştur. Dahası, hiçbir parlak rengi görmeye tahammülü kalmamıştır. Sabahtan akşama kadar gözünün önündeki kara gözlükleri çıkaramaz artık. Böylece bu sıkıntıyla evin içinde sağa sola küfredip durur. Ancak yaşlanıp huysuzluğu iyice gün yüzüne çıktığı vakit, renklerin ondaki anlamını kavrarız.
Murat Uyurkulak’ın öykülerini sizi alıp bir yerlere götürsün diye okuyacaksanız eğer hiç bulaşmayın derim. Onun öyküleri okurunu yolun ortasına kazık gibi çakıp oradan ülkenin ve okurun kendi hakikatine bakmasını salık veriyor. Doğrusu bu hakikatler pek de iç kaldıracak cinsten değil. Neyse ki Uyurkulak yukarıda da belirttiğim gibi ironi unsurunu kullanarak bu haksızlıkları biraz olsun hazmetmemizi kolaylaştırıyor.