Bülent Usta, “Ama gözlerim acıyor”, Birgün, 27 Ağustos 2008
Bir süredir gözlerim görmüyormuş gibi hissediyorum. Gibi hissetmek de ne şimdi? Ya görüyorsundur ya görmüyorsundur. Öyleyse bulanık görüyorum diyelim olayları, fikirleri, insanları... Uğultuların eşlik ettiği gölgeler gibi insanlar. Sanki özellikle insanların gölgeleştirildiği, seslerinin uğultulaştırıldığı bir zaman diliminden geçiyormuşuz da tüm bu saçmalıklar o yüzden oluyormuş gibi. Aklıma Proust’un şu sözü geliyor: “Benim kitabımı dışarıya yöneltilen bir gözlük olarak ele alın, size uymuyorsa, başka gözlükler takın, ister istemez bir mücadele aygıtı olan aygıtınızı kendiniz bulacaksınız.” Böyle demiş Proust. Ama Proust’un neden böyle dediğini düşünürken, bu alıntıyı nerede okumuş olabileceğimi araştırmaya başladım. Ve sonra aklıma Deleuze geldi. Deleuze, Foucault’yla yaptığı bir söyleşide teoriye bakışını özetlerken, yani teoriyi bir alet kutusuna benzetmesinin nedenlerini açıklarken Proust’a, bir romancıya başvurma gereği duyuyordu.
Aslında her kitap, dışarıya yöneltilen bir gözlüktür ve eğer o gözlük sizin gözlerinize fayda etmiyor ve dışarıyı bulanık görmenize neden oluyorsa başka gözlükler denemeniz ve nihayetinde oturup kendi gözlüğünüzü kendiniz yapmanız gerekir. Ama en azından kendi gözlüğünüzü yapana kadar başka gözülüklere ihtiyacınız olacağı kesin.
Kullandığı gözlük yüzünden her şeyi bulanık gören ama yine de gözlüğü değiştirmek yerine suçu gözlükte değil de bulanık gözüken dış gerçeklikte arama hatasına düşenlerden birisi olmak istemiyorum. Dış gerçeklik nasıl ki sürekli olarak değişiyorsa, gözlüklerin de değişmesi, hatta her şeye, sanata, siyasete, şiddete, aşka aynı gözlükle bakmamak gerektiğini de öğrendim yaşadığım deneyimlerden. İktidarların bizden talep ettiği şey, kendi ürettikleri gözlükleri itiraz etmeden takmamız. Böylelikle onların görmemizi istedikleri şeyleri görüp, görmek istemedikleri şeyleri görmeden rahat ve mutlu bir hayat sürme fırsatı yakalanabilir. Böylelikle yolsuzlukları, işkenceleri, doğaya korkunç zarar verecek nükleer santrallerı, eşcinsellerin yaşadığı baskıları ve daha pek çok şeyi görmeden evden işinize, işten evinize gidip gelebilir, kendinizi yaşadığınız toplumdan soyutlayarak mutlu olabilirsiniz.
İyi güzel de ben bulanık görüyorum her şeyi. Bir zamanlar çok saygı duyduğum ve sevdiğim yazarların, şairlerin, siyasetçilerin bir kısmını bırakın bulanık görmeyi, hiç görmüyorum neredeyse. Geçmişte kalmış bir hayale benziyorlar artık. Onları benim için görünür kılan maskeleri düştüğü için belki de böylesine görünmez oldular. Hatta elime kitaplarını alıyorum bazen, bir bakıyorum ki sayfalar boş, bomboş...
Özellikle 12 Eylül’den sonra, tüm gözlüklerin asker potiniyle kırıldığına ve şık vitrinlerde sergilenen yeni gözlüklerin, bazen zorla, bazen özendirilerek insanlara taktırıldığına tanık olmuştum. Bu çok acıydı benim için. Örneğin cezaevlerindeki o güzelim insanlar görünmez kılınmıştı böylelikle. Yargısız infazlar, sürgünler ve daha bir dolu irili ufaklı acılar ve trajediler silinip gitmişti görüntüden.
Bolano okumaya başladığımdan beri şunu düşünüyorum: Neden 12 Eylül darbesinden sonra, edebiyatçılarımız başka tür bir politikleşme sürecine girmek yerine, apolitikliği seçmek zorunda hissettiler kendilerini? Roberto Bolano’nun Metis’ten çıkan Uzak Yıldız adlı romanında işlediği konu 12 Eylül değil elbette. O Şili’de Pinochet darbesiyle hayatları değişen genç edebiyatçıları anlatıyor. Anılarını yazıyormuş gibi yapıp, aslında bir serüven ve dönem romanı yazan Bolano’yu okurken Şili’de edebiyatın nasıl olup da siyaseti, siyasetin dışına çıkarak kapsadığını ve kıpır kıpır bir varlık alanı yarattığını görünce, insan ister istemez kendi edebiyatına bakarak nerede yanlış yapıldı sorusunu, belki de milyonuncu kez tekrar sormak istiyor. Nerede yanlış yapıldı da canlı, kıpır kıpır bir edebiyattan söz edemiyoruz bugün? İçimden şöyle bir ses yükseliyor: Çünkü biz, politikleşmeyi de doğru beceremedik ki? Çünkü bizim gözlüklerimiz ödünç gözlüklerdi ve onlar kırılınca, kendimiz gözlük yapmayı bilemediğimiz için, bize sunulan hazır gözlüklerle yetindik. Ve bugün yaşadığımız sorunların tümü de, bizim bakmayı beceremeyişimizden kaynaklanıyor. Ya eski, camı kırık gözlükleri takmak konusunda ısrar ediyor ve bu yüzden ulusalcı vb sapmalar yaşıyor, ya da 12 Eylül’den sonra vitrinlerde sergilenen gözlüklerle yetiniyor ve liberal hülyalar görüyoruz nereye baksak. Halbuki, gerçeklik hızla bir yere doğru akıyor. Hayatın aktığı yere bakmaya çalışıyorum kitapların arasından, ama gözlerim acıyor.