Behçet Çelik, "Karanlık boşluklar", Virgül, Şubat 2007
Norveçli caz piyanisti Ketil Bjørnstad’ın peş peşe iki romanı yayımlandı son aylarda. Gerek solo, gerekse çello sanatçısı David Darling’le birlikte yaptığı albümlerle tanınan yazarın yirminin üzerinde romanı, iki şiir kitabı, bir oyunu ve denemelerinin derlendiği kitapları olduğu belirtiliyor biyografisinde. Müzik profesyonellerinin bu kadar geniş ölçekte entelektüel çalışmaları olmaz pek. Nitekim Düşüş’ün arka kapak yazısında, eleştirmenlerin Bjørnstad için "tipik bir Rönesans aydını" dedikleri belirtiliyor; Bjørnstad’ın biyografisini okuyunca bu saptamayı yapanlara hak vermemek ve başka yapıtlarının tercümesini beklememek elde değil.
Müzik Uğruna, Bjørnstad’ın müzisyen yanıyla da ilgili. Türkçede bir tek bu romanı yayımlansaydı, ait olduğu, yakınında bulunan dar bir cemaatin yaşadıklarını ya da özyaşamsal bir konuyu romanlaştıran bir yazar sanabilirdik. 1960’ların sonunda geçen, kahramanları daha çok konser piyanisti olmak isteyen on beş-on sekiz yaşlarındaki gençlerden oluşan Müzik Uğruna’nın peşinden yayımlanan Düşüş’ün konusu ve kahramanlarıysa hayli farklı. Düşüş, Norveçlilerin AB’ye girmemeyi seçtikleri 1994’te ve sonrasında geçiyor, romanın başkahramanı da kırklı yaşlarda bir yargıç.
Yine de bu iki romanın kimi ortak yanlarından söz edilebilir. Öncelikle her iki romanın kahramanları da erkek; yaşları, yaşadıkları dönem, uğraşları farklı da olsa, romanların her ikisi de bu iki erkeğin iç dünyalarına derinlikli bir bakış imkânı veren iç konuşmalarla örülü; her ikisi de hayatlarının merkezinde gördükleri kadına duydukları hissin yarattığı bir tür bağımlılık içerisinde. Şunu da söyleyebiliriz: Her iki romanda da erkek psikolojisi, erkeklerin kadınlar karşısında duydukları karmaşık duygulanımlar öne çıkıyor. Her iki roman kahramanı da müzikle ilişkili; kuşkusuz Müzik Uğruna’nın kahramanı Aksel için müziğin yeri bambaşka, ama Düşüş’ün kahramanı da müzik seven, yakınlarıyla bir araya geldiğinde müzik yapan biri. Schubert’in Sol Majör Kuartetine de her iki romanda sıkça değiniliyor, bu eser her iki roman kahramanının da favorilerinden. Düşüş’ün kahramanı toplumdaki yerinin yaylı sazlar kuartetindeki yeri olduğunu düşünecek kadar düşkün müziğe; ikinci kemandır, kuartette de, hayatta da...
Romanların arkasındaki toplumsal yapıların da benzeştiği noktalar yok değil. Otuz yıllık fark Norveç toplumunda çok şey değiştirmemiş olmalı. "Refah toplumu" olarak anılan, örnek gösterilen Norveç’te geçen bu romanlarda Bjørnstad, yalnızlığın, yabancılaşmanın, tinsel boşluğun yerine ikame edilen yarışma duygusunun harap ettiği ruhları anlatıyor. Kuşkusuz, Norveç toplumuna has durumlar değil bunlar – modern çağın, kapitalist toplumun sonuçları. Bjørnstad, romanlarında bu gibi durumların bireylerde yarattığı harabiyeti anlatıyor, nedenlerle pek ilgili değil. İnsanların birbirleriyle ilişkilerinde –çocuğun ebeveyniyle, kadının erkekle, erkeğin kadınla, varlıklı olanın olmayanla, işverenin istihdam ettikleriyle arasındaki karşılıklı ilişkide– ortaya çıkan tahakküm ilişkisinin çeşitli yansımalarını görmek mümkün bu iki romanda. Bireylerin haletiruhiyeleri, acıları üzerinden toplumsal eleştiri yaptığı söylenebilir Bjørnstad’ın.
Düşüş’ün kahramanı Erling Fall’in hayatı, karısının onu terk edip bir başkasıyla evlenmesiyle altüst olur. Roman bu alt üst oluşun ertesinde Fall’in yaşadıklarından oluşuyor. Fall uzunca bir süre evliliğinin neden bittiğini algılamakta zorluk çeker, daha da kötüsü, boşanmanın ardından sudan çıkmış balığa dönmüştür. Hayatının ritmi bozulmuştur. Hoş, boşanmadan önceki hayatının bir ritmi var mıdır diye de sorulabilir. Fall için eşiyle birlikte "yaşamak bir romanda yeni bir sayfa açmak gibi yeni bir olay getirmiyordu[r] ve sevdiği de bu işte bu olaysızlıktı[r]."
Fall, yıllar önce eşiyle çıktığı bir yolculukta, "Dünyayı dolaşan birinin elli bin kilometre yaptıktan sonra bir yenilik bulamayacağını, yalnızca sürekli yeni şeyler bulabileceğini ve bu yenilerin sonunda onu sıkmaya başlayacağını çünkü nereye gitse aynı yeni görüntüleri göreceğini" anlamıştır. Bu nedenle, yaşadığı tekdüzelikten memnundur. Erling Fall "yaşamının tekdüze olmasını, tekdüzelikten kurtulmak için istiyordu[r]. O alıştığı yerin verdiği güveni öylesine durağan yapmak istiyordu[r] ki en ufak ayrıntı bile onu bozmaya yetmesin."
Boşanmadan önceki hayatını düşünür, anımsar. Eşine bağımlı olduğunu, hatta onun kölesi haline geldiğini saptar: "Tanrı ya da başka bir ruhsal güce sığınamayan yalnız insanlar için günlerin ağırlığını taşımanın ürkünç olduğunu düşündü. Bu nedenle kendine bir efendi seçmeliydi insan." Ne var ki karısına "yeter artık!" dedirten de bu olmuştur. Ayrılmadan birkaç gün önce Erling’e, "Bana bir anne figürü gibi yapışıyorsun! Bir hiç olduğunun farkındasın, bu yüzden benim gücümü sünger gibi emiyorsun," demiştir. Aradan zaman geçip eski karısına duyduğu bağımlılık sona erdikten, hatta bir başka kadına ilgi duymaya başladıktan sonra da Erling’in kendisi hakkındaki yargısı değişmez: "Değersiz olduğunu bildiği için kadınlara yapışmak zorunda kalan bir adam olduğunu" düşünür.
Düşüş’te, Camus’nün aynı isimli romanını anımsatan göndermeler mevcut. Camus’nün kahramanı da yargıçtır örneğin, ayrıca köprüde başına gelen bir olaya sıkça değinir. Bjørnstad’ın romanında da bir köprü sahnesi mevcut, üstelik her iki köprü de Paris’te – belki de aynı köprü. Camus’nün anlattığı, II. Dünya Savaşının ardından Avrupa’da yaşanan mana kaybının yüzyılın sonunda aldığı biçimi Bjørnstad’ın kaleme aldığı söylenebilir. Erling Fall’in boşanmanın ardından, gençliğinde entelektüel bir anarşistken sonradan borsa spekülatörlüğünden hayli para kazanmış eski bir arkadaşıyla Tibet’e dağa tırmanmaya gittiğinde tanıştığı rehber, "zenginlerin yaşamdan bıkkınlıklarını tekrar tekrar sergilemelerine" şaşırır. Doğulu rehberin Batılıların hayatlarına bakarken anlayamadığı, şaşırdığı şeyi Erling yaşayarak anlar, fark eder roman ilerledikçe. Tekrar tekrar sergiledikleri bıkkınlık değildir belki de, içine düştükleri ve başkalarını da yanlarına çektikleri "karanlık boşluk"lardır. Ne var ki, Erling’in bunu fark etmesinin de çok anlamı yoktur, fark etmesi yetmez karanlık boşluktan çıkmasına.
Müzik Uğruna, adından da anlaşılacağı üzere, ilk bakışta hayatını müziğe adayanların bunu ne uğruna yaptıklarını sorgulayan bir roman gibi görünüyor. Bu, Müzik Uğruna’nın bir boyutunu oluşturuyor. Düşüş’te daha net görüp tanıdığımız "karanlık boşluk," Müzik Uğruna’nın da derinliklerinde, özellikle kimi kahramanların hayatlarında mevcut.