Birinci Bölüm, s. 11-15.
Erling Fall [Fall, Norveççede "düşüş" anlamına gelir. (ç.n.)] ancak evine döndükten sonra, yüzyılın sonunda Paris'te karanlık bir kış akşamında böyle bir yazgıyla karşılaşmasına neyin yol açtığını doğru dürüst düşünme yürekliliğini gösterebildi ve kafasından geçenlerin verdiği gerginlikle, aklı başında sayılan biri olarak, önceden belirlenmiş yollardan geçerek sürdürmek ve bitirmek istediği sıradan yaşamının denetimini elinden kaçırmasına ve bu yaşamı, acınası bir uyuşukluk, düşgücü yoksunluğu ve aptalca bir gurur içinde tükettiğini anlamasına yol açan bir dizi olayın ne zaman başladığını sorgulamak zorunda olduğunu hissetti. İnsanların düşünüp koydukları yasalar, kurallar ve düzenlemelerden oluşan ve ne anlama geldiği bilinmese de toplum diye nitelendirilen düzene boyun eğmek ve onun bir parçası olmak için her zaman güçlü bir istek duymuş, yasalarla çelişkiye düşmeyi aklından bile geçirmemişti. Belki sulh yargıcı olmasının nedeni de buydu. Yaşamının yetişkinlik diye adlandırılan bunca yıllık döneminde, kendisinin de pekâlâ işleyebileceği suçları işleyenlere ve yaşamlarını korkunç hatalar yapmadan sona erdiremeyenlere verdiği cezalar yüzünden sık sık karabasanlar içinde kıvranmıştı. Bu insanların attığı yanlış adımlar hem toplumun hem de kendisinden beklendiği gibi Erling Fall'in gözünde öylesine ağır yanlışlardı ki onların elinden özgürlüklerini almak ve bazı aşırı durumlarda da onları neredeyse insanlıkdışı cezalara çarptırmak zorunda kalıyordu.
Evet, her şey bugünkü gibi bir ekim gününde başlamış olmalı, diye düşündü Erling Fall, evinin verandasında, hastalık bahanesiyle izinli, elinde boşanma ilamıyla dikilerek, aşağıdaki mezarlığın yanındaki buğday tarlasından başını kaldırmış, gelen mektubun ne olduğunu biliyormuşçasına ona bakan Gunnar Hov'u izlerken. İnsanın içini ısıtmayan parlak bir ışık vuruyordu dört yana, yaprak kımıldamıyordu, deniz cam gibiydi. Kötü bir şey olmuş ya da olacakmışçasına elle tutulur, yoğun bir sessizlik egemendi her yere.
Erling Fall, kulağı ve gözü olağanüstü keskin, doğuştan avcı olan ortakçısı Gunnar Hov'un ondan çok daha doğaya yakın olduğunu nicedir biliyordu. Evet, Gunnar Hov'un sezgileri çok kuvvetliydi, her tür avdan anlar ve ava çıkmak için en doğru zamanı bilirdi. Merete Bøver'i de uzun yıllar boş yere beklemekten usanmamıştı. Bu arada verandadan eve girmiş olan Erling Fall yalnız olmasına karşın yüksek sesle, "Nereden bilebilirdim ki?" derken buldu kendini. "Nereden bilebilirdim ki?" diye yineledi yeniyetmelikten beri alışamadığı boğuk sesiyle. Boşandığı karısı Merete Bøver ancak iş işten geçtikten sonra söylemişti ona gerçeği. Şimdi de her şeyi bitiren mektup gelmişti ve Gunnar Hov, bu ekim güneşi altında, hiçbir olayın olmadığı bu sağır edici sessizlikte, aşağıdaki kiliseye yakın bir yerde gözlerini ona dikmiş bekliyor, Erling Fall elinde mektup kımıldamadan duruyor ve artık karısı tarafından terk edilmiş, boşanmış ve düş kırıklığına uğramış bir erkek olarak, uzun yıllar geçimini sağladığı karısını elinde tutamadığı için gözden düştüğünü biliyordu. Merete Bøver iki çocuğuyla ona geldiğinde derhal isteklerini ortaya koymuş ve onunla birlikte olmak istiyorsa bedelini ödemek zorunda olduğunu anlamasını sağlamıştı.
Gunnar Hov sonunda başını eğip traktörünün yanına gitti. Erling Fall ne yapacağını bilemez bir halde elinde boşanma ilamıyla kıpırtısız dururken, art arda birkaç bardak viski yuvarlamışçasına aniden bastıran bir umarsızlık ve yitirme duygusuyla sarsıldığını hissetti. Bu öyle güçlü ve her şeyi gölgeleyen bir acıydı ki, kapının çalındığını bile hemen işitmedi. Kendini geri dönüşü olmayan bu olayı düşünmekten alıkoyana dek kapı birkaç kez çalınmış olmalıydı. Bırakamadığı, bırakmak da istemediği mektup elinde, evin geniş odalarından geçip kapıya gitti.
Böyle bir zamanda birinin onu aramasına şaşırmıştı. Son zamanlarda kendini insanlardan soyutlamış, karamsar ve hüzünlü bir insan olup çıkmıştı. Gunnar Hov çoktandır uğramaz olmuştu. İnsanlar ondan uzak duruyorlardı. Erling Fall, bu aralar kendisiyle karşılaşmaktan doğal olarak kaçındıklarını anlamıştı.
Büyük ağır kapıyı açtığında karşısında kilolu, ağır hareket eden Lunnar'ın polis şefi Oddleif Jaren'i görünce şaşırdı; geyik avına çıkacakmış gibi bir hali vardı adamın.
Erling Fall polis şefinin hatır sormak dışında bir nedenle geldiğini anlayınca daha da hüzünlendi. Erkeksi görünümlü iriyarı yapısına karşın sessiz sakin bir adam olan Oddleif Jaren'in gözüne, kıpkırmızı yüzü ve elinde evirip çevirdiği boşanma ilamıyla dengesini tümüyle yitirmiş biri gibi görünüyor olmalıydı.
"Ne var?" diye sordu kabaca.
"Özür dilerim Erling, ama seninle bir konuda konuşmam gerekiyor."
Erling Fall, neyse ki Merete'yle pek sıkı fıkı arkadaşlığı olmayan ama evdeki acı olayların bazılarını bilen bu adamı içeriye davet edip hiç olmazsa birkaç dakikasını ona ayırmak zorunda olduğunu biliyordu. Adam, Merete Bøver'in bir gün iki kızını arabaya bindirip, olup bitenlerden pek bir şey anlamamış olan ama yine de kahve ve reçelli çörekle onları Bærum'da bekleyen anne babasının evine gittiğini bilecek kadar iyi tanıyordu aileyi. Olaylar ona özel olarak anlatılmamış olsa da, tanıdıkların ve köy halkının bildiğinden daha çoğunu biliyordu; örneğin, Merete Bøver'in Lillestrømlü bir caz gitaristine takıldığından ve onunla birlikte yaşamaya başladığından da haberi vardı.
Erling Fall'in beklenmedik bir anda içeriye girip karısını, sonradan adının Skjalg Antonsen olduğunu öğrendiği o adamla telefonda konuşurken yakalamasının üzerinden bir yıl geçmişti. Merete Bøver, Antonsen'le telefon hadisesinden birkaç hafta önce, Erling Fall bir seminere katılmak için hafta sonu Oslo'da olduğu sırada, adam Gjøvik'te triosuyla çalarken tanışmıştı. Daha sonra karı koca karşılıklı birbirini suçlamış; Merete Bøver adamla bir gece otelde kaldığını fakat bunun önemli olmadığını, çünkü uzun süredir Erling Fall'den ayrılmak istediğini itiraf etmişti. Erling Fall onun Skjalg Antonsen'le ilişkisinin ciddi olduğunu daha sonra kavramıştı. Otelde kalmışlar demek, diye düşünmüştü Erling Fall. İyi de Lotte'yle Siri de aynı yatakta mı yatmışlardı? Erling Fall ağlamaya ve yalvarıp yakarmaya başlamıştı, ama Merete hiç yumuşamamış, aynı gün ikizleri yanına alıp annesine gitmişti. İkizler de ağlamışlar ama hiçbir şey söylememişlerdi. Hiçbir şey! Her şey bir karabasana dönmüştü. Tek başına kalan Erling Fall, "O hafta sonu Oslo'ya gitmek zorunda kalmasaydım bunlar hiç yaşanmaz mıydı acaba? diye düşünmüştü. Dünya başına yıkılmıştı sanki.
Oddleif Jaren yorgun görünüyordu; içeriye çekinerek girdi. İş yorgunluğu, diye geçirdi içinden Erling Fall. Mektubu elinde sallayarak oturma odasına geçip bir sandalye çekmesini, kendisinin de kahve getireceğini işaret etti. Oysa kahve getirmek için önce pişirmesi gerekiyordu. Erling Fall'in böyle bir durumda bunu yapacak hali yoktu.
"Sana kahve ikram edebileceğimden emin değilim ama lütfen otur," derken buldu kendini.
Oddleif Jaren oturma odasına geçip oturdu. Erling Fall lafı dolandırmadan artık bir karısı olmadığı için kahve yapamayacağını söylemesi gerektiğini düşündü, ama söyleyemedi. Belki yüzyıl önce, "Yardımcım olmadığı için size kahve ikram edemeyeceğim," denebilirdi ama günümüzde böyle bir şey söylemek saçmalık olurdu. Erling Fall hiç olmazsa başına gelen bu felakete, bu aykırı duruma değinmek istiyordu. O yüzden fazla duraksamadan, "Ben boşandım Oddleif. Merete benden ayrıldı," dedi.
Oddleif Jaren başını sallayarak, "Biliyorum," dedi, "ben de o yüzden geldim."
Erling Fall karşısındaki heybetli cüssenin kaçamak bakışlarından ve rahatsız görünüşünden, sülün avı ve kırmızı şarap düşkünü Oddleif Jaren'in evine konuk olarak değil, sorumluluk sahibi bir görevli olarak, bir sorunu çözmek üzere geldiğini anladı. "Pipo içmemin bir sakıncası var mı?" diye sordu Oddleif Jaren. Belki de sözünü etmek zorunda olduğu can sıkıcı konuya girmeden önce gücünü toplayabilmek için zaman kazanmaya çalışıyordu. Eski zamanlarda karşılıklı oturup pipolarını tüttürerek dünya meselelerini tartışan iki arkadaş gibiydiler. O zamanlar evde bir yardımcı olur ve böyle gergin anlarda kendiliğinden kahve yapıp getirirdi. Ama Erling Fall sıradan bir sulh yargıcıydı ve Merete Bøver'in ani bir kararıyla aldıkları ev ("...ama düşün Erling, tam şelalenin yanında! Bunun derin bir anlamı olmalı!") sürekli masraf kapısı oluyordu.
Oddleif Jaren, "Benden rica ettikleri için geldim," dedi içini çekerek.
"Neyi rica ettiler?"
"Seni sorguya çekmemi."
(...)