Açılış bölümünden, "Oidipus'un Gözleri", s. 11-21
Oidipus'un gözlerindeki nicedir kanayan yaralar kabuk bağlıyor. Sanki kendi kanınızdan dökülüyormuşçasına dehşet uyandıran o kapkara gözyaşları yanaklarından süzülmüyor artık. İokaste'nin ölümünden sonra saraya egemen olan o inanılmaz kargaşa yatışmakta. Kreon gelenek ve törelere uyulmasını sağladı, ama Thebai'de herkes içten içe tehlikeli bir çatlamanın sürmekte olduğunu hissediyor.
Oidipus'un anlaması uzun zaman, neredeyse bir yıl aldı. Oğulları huysuzlansa ve birbirleriyle dalaşıp dursalar da, kentten zaman zaman boğuk bir keder uğultusu yükselse de iktidarı elinde tutan Kreon sabırlı, henüz sabrediyor. Oidipus'un bir gün artık bekleyemeyecek hale geleceğini biliyor. Neyi bekleyemeyecek?
O gece Oidipus düşünde, geçmek bilmeyen saatlere karşı ona dayanma gücü veren, Korinthos üstündeki o iri beyaz martıyı göremiyor. Kentin göklerinde süzülen bir kartal yıldızları bir örtüp bir açıyor. Muhteşem bir hamleyle, yere doğru dalıyor. Yere yaklaştığında, avına dehşet salmak için büyük bir gürültüyle çırpıyor kanatlarını. Bu av Oidipus. Sıçrıyor, kartalın pençesinden sıyrılıyor. Bütün gücü ayaklanmış, uyanıyor, boğuşmaya hazır.
Gün ağarırken, Antigone erkek kardeşlerinin yasaklamasına ve muhafızın karşı çıkmasına karşın salona giriyor. "Baba," diyor, "beni çağırdın, buna hakkın yok." O acı olaydan beri hiç konuşmamıştı Oidipus, Antigone onun yanıt verdiğini duyunca çok şaşırıyor: "Buna hakkım var, ama kimseyi çağırmadım ben." Kız soran bakışlarla muhafıza dönüyor. Muhafız işaretle Oidipus'un hiç seslenmediğini anlatıyor. Çıkıyor Antigone.
Birkaç saat sonra tekrar geliyor: "Baba, beni çağırıyorsun sen. İçinden durmadan beni çağırıyorsun." Ağlamıyor Antigone; Oidipus, kızının kendisini tutmasını bildiğini düşünüyor.
"Yarın şafakla yola çıkacağım. İsmene'yle sen beni Kuzey kapısına kadar geçirirsiniz." "Nereye gideceksin?" Korkunç bir sesle haykırıyor: "Hiçbir yere! Neresi olursa, Thebai'nin dışı olsun da!" Sakinleşiyor, kıza gitmesini işaret ediyor, en iyisi başka bir şey eklememek, muhafız çoktan kayboldu bile. Kreon'a, ya da o saatte büyük salonda vahşi bakışlarla birbirlerini gözleyen iki erkek kardeşe haber vermeye gitti.
Ertesi gün, askerlerin işlerini iyi yaptıkları ve halkın uyarıldığı belli oluyor. Kent ıpıssız, bütün kapılar ve pencere kepenkleri kapalı.
İsmene ona kuşağına bağladığı bir su tulumu, Antigone'yse bir asa verdi. Oidipus eliyle asayı yokluyor, büyük bir hazla bildik bir dokunuş hissediyor. Bu onun en sevdiği kargının sapı. "Oğullarımın veda armağanı," diye geçiriyor içinden. Antigone'nin de tıpkı oğlanlar gibi mızrak ve kargı kullandığını ve bütün silahları tanıdığını unutuyor. Sokaklar sessiz, kendi ayak seslerinden ve Oidipus'un döşeme taşlarının üstünde seken asasının gürültüsünden başka çıt yok. Kapıya vardılar. Gölgelerin içinden Polyneikes çıkıyor. Tunç kaplamalı muazzam kapı kanadını tek başına açıyor ve hiç yardımsız hareket ettiriyor. Yukarıda, surların üstünde, silahlarını kuşanmış Eteokles, kenti ve bahçeler, tarlalar arasından geçerek birden tekerlek izleri ve çukurlarla dolu bir yola dönüşüveren Kuzey yolunu gözlüyor.
Her zaman ne yapılması gerektiğini bilen İsmene, saraydan ayrıldıklarından beri kesik kesik ağlamayı hiç kesmedi. Antigone'nin gözleri kupkuru, anlamsız ve dehşet verici bir şey yüzünden içi kan ağlıyor, paramparça. Bir eliyle babasına yol gösterirken, ötekiyle, önceki gün İsmene'nin tulumuyla aynı vakitte hazırladığı çıkını taşıyor. Meçhule gidecek bir dilencinin çıkını. Kral Oidipus'un dileneceği düşüncesine, kafasındaki bu görüntüye dayanamıyor. Çıkını sarayda veremedi, şimdi de, o onları uzun süreliğine, belki de sonsuza kadar terk eder ve sitenin o tekin olmayan eşiğinden adımını atarken, bunu yapsın mı yapmasın mı bilemiyor. Ama zaman geçiyor ve Oidipus kendi usulünce veda sahnelerini kısa kesiyor. Onları kucaklıyor, Antigone'nin anlayamadığı bir şeyler söylüyor kısaca ve anında arkasını dönüyor. Kapıdan geçti, Antigone, yolda yürürken kentin sokak taşlarının üstündekinden farklı bir biçimde yankılanan adımlarının ve asasının sesini işitiyor. O geniş sırtının, upuzun boyunun uzaklaştığını görüyor. Ellerini oğuşturuyor, babasını ötekilerden farksız bir dilenci yapacak o aptal çıkını sıkı sıkı tutuyor, hali içler acısı. Hâlâ ağlamıyor, gözyaşı dökmeden hıçkırıyor, hatta –o, mağrur Antigone– bütün gücüyle haykırıyor. İsmene dehşet içinde, babaları kör ve yapayalnız meçhule doğru giderken, kekeliyor: "Gel! Dönelim artık!" Antigone kendisini tutmaya çalışan Polyneikes'i itiyor. "Beni bekle!" diye bağırıyor ve koşarak yola atılıyor. Oidipus'a yetişmeyi başarıyor, ama heyecandan ve koşmaktan bitap, soluk soluğa kalıyor. Ne bir tek söz edebiliyor ne de çıkını verebiliyor ona. Oidipus duruyor, "Geri dön, Antigone, hiç kimse gelmemeli benimle!" diyor. Tekrar yola koyuldu bile. Bu sözleri söylerkenki sesi kızı ürpertiyor, çünkü bu bir babanın emri değil, kentin ve onu koruyan korkunç tanrıların hükmü. Koşarak Thebai'ye dönüyor, Polyneikes kapının önünde, kapatmamış neyse ki, onu beklemiş! Kollarını açıyor, Antigone hıçkırarak bu kollara atıyor kendini. Polyneikes boylu poslu, güçlü kuvvetli, Oidipus gibi yakışıklı ama onun gibi itmiyor kızı. Antigone onu seviyor ve Polyneikes de o oğlan çocuk, prens, gözü yükseklerde olan adam halleriyle seviyor Antigone'yi sonuçta. Saçlarını ve omzunu okşuyor, atlarını sever gibi seviyor ve sakinleştiriyor. Oidipus'un isteğine saygı göstermek, onu kendi haline bırakmak gerektiğini söylüyor. Bu gerçekten onun isteği mi, değil mi, hiç sormuyor kendine. Kızı kolundan tutarak kente doğru sürüklemeye çalışıyor. Kız direniyor, kapının öte yanında kalmak ve hep ağlamak, ağlamak istiyor. Oğlan sabrediyor, ama Oidipus'un gitmesi için belirlenen süre geçti; ondan İsmene'nin yanına gitmesini ve kapıyı tekrar kapamasına izin vermesini istiyor. Neden diye soruyor kız. Polyneikes Thebai'deki bütün kapıların kentin arındırılması dolayısıyla yapılacak törenler için bugün ve üç gün boyunca kapanması gerektiğini söylüyor. Emir böyle. Hemen anlıyor Antigone. Bu dün akşam verilen ve Oidipus'un kente girmesini ve ne şekilde olursa olsun geri dönmesini yasaklayan emir. Bu onların emri, Antigone'nin kabul etmediği, asla kabul etmeyeceği. Polyneikes sabırsızlanıyor, kapının eşiğinden geçmesi için sıkıştırıyor, Antigone'yi zorlamaya kalkıyor.
Ama hata ediyor, çünkü kız ani bir hareketle erkek kardeşini gafil avlıyor, sıyrılıyor ve bakışlarıyla meydan okuyarak karşısına dikiliyor onun. Ona direnmeye hazır, yavaş adımlarla geri geri gidiyor. Polyneikes üzgün, boş bulundu, bu vahşi kızla yapılacak iş değildi bu; ama öfkeye kapıldı, çünkü zaman yok ve emir kesin. Eteokles yukardan, belirlenen plandaki en küçük bir aksamayı haber vermeye hazır, kapıların kapanmasını izliyor. Gezginci yaşamı ve dilenciliği tatsın bakalım bu kız, sandığından da çabuk dönecektir buraya. Gene de ona karşı içinde kabaran bir şefkatle kemerinden güzel bir şey çıkartıyor Polyneikes: "Al şunu, buna ihtiyacın olur!" Bir tuzak olmasından korkuyor kız, oğlak gibi geriye sıçrayarak havada kapıyor nesneyi. Bakıyor ona, Polyneikes'in en güzel hançeri bu, Antigone'nin sahip olmayı istediği. Aralarındaki alışıldık oyunların bir parçası olan alaycı küçük reveransla teşekkür ediyor ona, ama Polyneikes her zamanki korkutucu surat buruşturmalarından biriyle karşılık vermiyor. Kapıyı kapamakla meşgul, ağır kapı kanadı büyük bir gürültüyle çarpıyor arkasından. Antigone, yüreği daralmış bir halde, kapıyı pekiştiren ve kente her dönüşünde gururla seyrettiği tunç kaplamalara bakıyor. Erkek kardeşinin, artık yüksek sesle ağlayan İsmene'yi sürüklediğini işitiyor. Dönüyor, yanında Polyneikes'in hançerinden ve Oidipus'un dilenci çıkınından başka bir şey yok. Düşünüyor: "Onun yerine ben dileneceğim." Eteokles, surların tepesinden onun uzaklaştığını görüyor, pek çok kez sesleniyor ona, kız başını çevirmiyor, hızlanıyor, babaları gözden kayboldu bile.
Antigone artık koşmuyor, Oidipus'a yetişmek için yürümesinin yeterli olacağını biliyor. Onun peşinden gidiyor ama yüreği onu babasına değil, Thebai'ye doğru itiyor. Önde babasının uzun silueti zorlukla, her zamanki anlamsız inadıyla, güçlükle ilerliyor. Kız ona karşı içinden bir öfkenin yükselip kabardığını hissediyor. Madem geri çevirecekti, o zaman neden yüreğinde onu çağırıp durdu? Madem apar topar çıkıp gidecekti, o zaman neden bunca zaman bu içler acısı ve alçaltıcı durumda Thebai'de kaldı? Sonuçlar ortada, kral olmaya can atan ve hiç olmadığı kadar birbirlerine karşı bilenen iki erkek kardeş. Bir hayvan gibi saraydan ve kentten kovulan o. Ve bu felakete dayanamayarak, İsmene'yi kavgaların ve saray entrikalarının ortasında bir başına bırakarak, harmanisiz, yalın ayak onun peşinden giden ben.
Dehşete kapılıyor, öfkeleniyor, çünkü yaşam hakkında bildiği tek şeyin, bir kral kızına uygun görülen beyhude şeyler olduğunun farkına varıyor. Ancak Thebai'de bir değer taşıyabilen, Antigone'yi değerli kılan ne varsa bugün yok artık; Eteokles'in, babamızın çılgın, gülünesi macerası dediği şeyin içinde yitip gitmişler.
Yoldaki taşlar ve çukurlarda sendeleyerek ilerleyen beli bükük koca vücuda yaklaşırken, içinden onu kovanlara ve her şeyi tasarlayan kişiye karşı bir öfkenin kabardığını hissediyor: Kreon. İokaste'ye çok benzediği için İsmene'yi çok seven Kreon; oysa o, Antigone, bir kız için çok uzun olan boyu, bugün allak bullak ve çekicilikten uzak yüzüyle babasına çekmiş. Oysa annesi şöyle derdi: "Sen babana benziyorsun, sabırlı ol, güzelleşeceksin, belki de çok güzel olacaksın."
Antigone, asla mola vermeden, önünü kollayarak, ağır aksak, zahmetli adımlarla ilerleyen Oidipus'un yanında. Karnı aç, susadı, onun gibi güneşten kavruldu, ama daha hızlı yürüdüğünden arada bir gölgede dinlenebiliyor.
Oidipus bir kuyunun yanına varıyor, bir çocuğu elinden tutmuş bir köylü kadın da geliyor oraya. Thebai'den emirler gönderilmiş olmalı, çünkü bu rastladıkları ilk insan. Sapa bir yerde yaşayan bu kadına haber gitmemiş anlaşılan. Onun kör olduğunu görüyor ve su veriyor kadın. Tulumu dolduruyor ve Oidipus ondan başına su dökmesini istiyor. Beriki gülüyor: "Askerlerin yaptığı gibi mi?" Oidipus iç çekiyor. "Eskiden yaptığım gibi." Kadın ona acıyarak, saygıyla bakıyor. Oidipus teşekkür ediyor. Gözlerinin üstündeki sargıya karşın, insanı hayran bırakan gülümsemesi hiç değişmemiş. Gene yola koyuluyor.
Antigone kuyuya varıyor, adını söylüyor, kadın kendininkini söyleyerek yanıt veriyor, adı İlyssa. Kuyunun bileziğinin üstünde duran çanağı dolduruyor, ikisi birden içiyorlar. Antigone köre yoldaşlık mı ediyor? Evet diye yanıt veriyor. "Onu böyle tek başına bırakmamalı, düşüp bir hal açacak başına." "İstemiyor." "İstemiyor ama ayağını burkması işten bile değil. Onu zorlamak lazım, kızım!" Antigone şaşkın: "Onu zorlamak mı?" "Elbette zorlamak lazım onu, hem bakarsın, hoşuna da gider bu. Çoktandır mı tek başına dolaşıyor?" "Thebai'den bu sabah kovdular onu." "Öyleyse bu babasını öldüren eski tiran! Onunla konuşmamalıydım. Arınmam gerek şimdi, oğlan da arınmalı. Nasıl yapılıyordu bu?" Antigone Thebai törelerini biliyor ve büyük bir ustalıkla yaptırıyor dediklerini. İlyssa rahatladı ve gitmeye hazırlanıyor. Antigone sonunda ondan yiyecek bir şeyler isteme cesaretini buluyor. İlyssa evine gidiyor ve bir parça ekmekle geri dönüyor. Kıza gülümsüyor ama ekmeği vermek için yaklaşmıyor. Yere atıyor ekmeği. Antigone eğilip ekmeği alıyor.
Oidipus'un başı dönüyor. Kentin gölgeli sokaklarını terk edip, üstte yok başta yok bir halde, kendini yolun rüzgârına inişine çıkışına vurduğunda fark etmişti bunu. Gözlerindeki yaralara vuran güneşin parlaklığı mı bunun nedeni, yoksa sarayın küçük salonunda, yerde bir sütunun dibinde oturarak hareketsiz geçirdiği bunca aydan sonra, temiz havanın çarpması mı? Sanki koyu şimşeklerle çizik çizik kızıl bir sisin içinden geçiyormuş, ya da ansızın bastıran beyazlığın canını çok acıttığı bölgelere giriyormuş duygusuna kapılıyor. Her adımda, bu hareketi düşene kadar sürdürme, hızlandırma isteğiyle, korkusuyla bir sağa bir sola yalpalıyor. Telaşı bir yere yetişememe derdinden değil, çünkü nereye gidebileceğini bilmiyor, artık bilmek istemiyor. Acele ediyor, çünkü daima acelesi olan, daima başkaları tarafından, olaylar tarafından, kehanet tarafından sıkıştırılan Oidipus o. Bunun tek istisnası, olayın –ya da kehanetin– adının İokaste olduğu ve birlikte zaman denilen şeyin dışına çıktıkları anlardı.
İlyssa başına su döktüğünde, gelip onu bulan buz gibi yazgının da kendisini böyle yakaladığını, o zamanlar buna mutluluğum dediğini düşündü. O zamandan beri, sadece karmakarışık durumlar, nereden çıktığı bilinmez, birbirini tutmaz olaylar var artık. Onu, hiç olmazsa geleceği reddedebilme olanağına sahip olduğu sarayın o köşeciğinden dışarıya atan kartallı düş gibi. Artık bunu yapamaz, devrilip bir anda yok olacağı, çok yoksul, bomboş bir yer gerek ona. Baş dönmesine uygun düşen tek şey olan bu istek, onu izleyen, Thebai'den kalma son ve kabul edilemez bir varlık halinde onun peşinden gelen Antigone tarafından sorgulanmakta.
Gitgide daha yavaş ilerliyor. Epeydir yürüme alışkanlığından uzak kalan vücudu rahatsız ediyor onu. Alnında güneşi hissetmez olunca, yoldan sapıyor ve boylu boyunca yere uzanıyor. Askerlik günlerinden kalma bir alışkanlıkla sandallarını çıkarıyor, asasıyla tulumunu yanına koyuyor.
Hafif adımlar yaklaşıyor, bir el başının altına yaprak ve otlar yerleştiriyor, eline bir parça ekmek veriyor. "Başka bir şey yok," diyor Antigone, "öbür yarısını da ben yedim." Reddetmiyor, sert ama tadı yerinde olan ekmeği yiyor. Tulumu kıza uzatıyor. İdareli içiyor kız, ertesi günü düşünüyor. Oidipus da su içiyor, yarısını bırakmaya dikkat ederek. O da sonrasını düşünüyor, ne sefalet! "Yarın, Thebai'ye geri dön, Antigone!" diyor, "böyle istiyorum." Kız yanıt vermiyor, uzaklaşıyor, onu korumak için artık elinden bir şey gelmediğini düşünüyor Oidipus. Her zaman yaptığı gibi anında uykuya dalıyor.
Hafif bir ay ışığı var, ama Antigone karanlıktan korkuyor. Oidipus gibi yol kenarında yatmaya cesareti yok. Az ilerde bir bağ var, iki bağ kütüğü sırası arasında saklanabileceğini düşünüyor. Bir karığa kıvrılıyor, ertesi sabah ne yapacağını soruyor kendi kendine. Bunu bilmediğini fark ediyor. O benim Thebai'ye dönmemi istiyor; ve ben de istiyorum bunu, hem de bütün ruhumla. Ama bunu isteyen kız hangisi? Bana bir yandan da şöyle diyen başka biri var: Haydi onunla git, nereye olursa. Bu nereye olursa bana dehşet veriyor, ama aynı zamanda beni çekiyor. Antigone bitkin, artık düşünmek istemiyor. Yukardaki, kuşkusuz bir tanrıça olan ince hilâle bakıyor. Adaklar adadığı, kurbanlar sunduğu, onurlarına şarkılar söyleyip dans ettiği, şimdiyse onunla birlikte, evinden çok uzakta, Thebai'den –var oldukları yerden– çok uzakta uykuya dalan bütün tanrıçaları, bütün tanrıları düşünüyor.
Erkenden uyanıyor, sabah ayazından kaskatı kesilmiş, kuru toprak üstünde gecelemekten her yanı kırılıyor. Güneş ufukta yavaş yavaş sisten sıyrılıyor. Babası gitmemiş, otların arasında gerinerek uyanıyor. Bağ kütükleri arasına meyve ağaçları dikilmiş. Üzümler henüz olgunlaşmaya başlamamış ama ağaçlardaki meyveler yenebilir durumda. Kız birkaç meyve koparıyor. Oidipus'a götürüyor, o da reddetmiyor meyveleri, hep yaptığı gibi, yiyeceğin kıt olduğunu ve idareli kullanılması gerektiğini bilen biri gibi uzun uzun çiğneyerek onunla paylaşıyor.
Antigone biraz daha meyve toplamak için geri dönüyor, tam koparırken, arkadan birisinin bağırdığını duyuyor. Dönüyor, onu hırsız sanan ve çok kızmışa benzeyen bağcı bu. Ne yapacağını, meyve hırsızlığı gibi görünen bu durumu nasıl kurtaracağını bilemiyor. O anda arkasında upuzun boyuyla Oidipus beliriyor. Adam yaklaşınca onun kör olduğunu fark ediyor. "Bilmiyordum," diyor, "ne isterseniz alın!"
Antigone afallamış bir halde, Oidipus'un diz çökerek adama kollarını uzattığını ve tam bir dilenci gibi şöyle dediğini görüyor: "Adam, bu köre bir parça ekmek ver, Zeus'a ve Thebai'yi esirgeyen büyük tanrılara vereceğin gibi." Adam korkarak soruyor: "Eski kral Oidipus musun sen?" "Ben bir körüm, bir dilenciyim. Yaklaşma bana, ama bize bugünlük bir lokma ekmek ver."
Adam dehşete kapılıyor ve çekip gidiyor. Antigone onun kaçtığını ve geri dönmeyeceğini düşünüyor. Gördüklerinden dehşet içinde; babasının diz çöküp yalvararak ekmek isteyebileceğini hayal bile edemezdi. Oidipus doğruluyor, yalvarıyor kız: "Neden kendini böyle alçaltıyorsun?" Yanıt korktuğu gibi değil. "Senin için," demiyor babası, şöyle diyor: "Ekmek istiyorum ve neyse onu söylüyorum."
Bağcı geri geliyor. Belli bir mesafeye gelince, yere bir parça ekmekle küçük bir testi bırakıp, anında kayboluyor. Antigone gidip ekmeği alıyor, içinde biraz şarap bulunan testiyi tuluma boşaltıyor. Sessizce ekmeğin yarısını yiyorlar, kız ekmeğin kalan yarısıyla meyveleri heybeye koyuyor.
Oidipus ayağa kalkıyor: "Neler olduğunu gördün, yolda çok daha kötü olaylar gelebilir başa ve benim seni koruyabilecek halim yok. Thebai'ye dön, Antigone, artık benim sözümü dinlemek istemediğin için sana emretmiyorum, ama rica ediyorum senden."
Kız bu ricaya karşı duramıyor, babasının onu razı etmek için önünde diz bile çökebileceğini düşünüyor. Evet diyor.
Yola geri dönüyorlar, Oidipus ona sarılıyor ve her biri bir tarafa yöneliyor, Oidipus güneşin doğduğu, kız ise güneşin battığı yöne, Thebai'ye, yedi kapısının yedisi de Oidipus'a yasak olan kente doğru.
Antigone rüzgârı, kendisini kavuran güneşi ve yolun ne kadar uzun olduğunu hiç fark etmeden uzun süre yürüdü. Yüreğinde bir ağırlık var ve bu yürek onu, huzura orada kavuşacakmış, sorularının yanıtlarını orada bulacakmış gibi, hep Thebai'ye çekiyor. Yorgunluk onu bitirecek, vücudu artık onu dinlemiyor ve gitgide yavaşlıyor Antigone. Son bir gayretle, bir gün önce İlyssa'ya rastladığı kuyuya kadar geliyor.
Kovayı kuyuya sallandırıyor ama o kadar bitkin ki, yukarı çekmeyi başaramıyor. Uzanmak zorunda, bayılmaktan korkuyor ve var gücüyle İlyssa'ya sesleniyor. Sesi çok kaygılı çıkmış olmalı, çünkü İlyssa koşup yetişti bile.
İlyssa ona su veriyor, elini yüzünü yıkıyor. "Açsındır," diyor, "biraz bir şeyler ye." Heybesini açıyor, bağcının ekmeğini veriyor ona. Ekmeği görünce, içinden şöyle geçiriyor Antigone: "Oidipus'un hiçbir şeyi yok, hiçbir şeysiz yollarda o." Heybeyi kapıyor ve koşa koşa peşinden gitmek istiyor onun. İlyssa önlüyor Antigone'yi: "Önce bir şeyler yemelisin, dinlenmelisin, şu kızgın sıcağın geçmesini beklemelisin." Kendisini avutan ve bir ağacın altında bir şeyler yediren İlyssa'nın kollarında, küçük bir kız gibi hıçkırıyor Antigone. İlyssa ona ekmek ve gevrekler getiriyor. Güneş biraz alçalıp da, yola gölgeler vurmaya başladığında bir süre onunla birlikte yürüyor: "Acele etme, anamın dediği gibi, işin uzun. Kör hızlı gidemez, yetişirsin ona." Şöyle diyor sonra: "Dikkatli ol, haydut Klios'un buralarda olduğu söyleniyor. O kadar yakışıklıymış ki, kadınlar korkmuyormuş ondan. Sonra da öldürüyormuş onları."
Duruyor İlyssa, çocuklarını yalnız bırakamaz çünkü. Kucaklaşıyorlar ve Antigone, sırtını Thebai'ye çevirerek Oidipus'un arkasından gidiyor. Yavaş yürüyor, İlyssa'nın öğütlediği gibi, dinlenmek ve birkaç lokma ekmek kemirmek için dura dura gidiyor. İçinin en dolu, en gizli parçası dayanılmaz biçimde ağır basıyor ve onu, Oidipus'un eğildiği, kendisinin de onu izlemek zorunda olduğu o karanlık uçuruma doğru sürüklüyor.
Gün batarken, ta uzakta babasını fark ediyor. Zorlukla yürüyor Oidipus, arada bir yere düşüyor, silueti değişmiş. Ona yetişmek için koşmak istiyor Antigone, ama İlyssa'nın dediklerini aklından çıkarmıyor ve gücünü tüketmemeğe çalışıyor. Ona yetiştiğinde, başında onu koruyan bir hasır şapka olduğunu görüyor. Ona bunu biri vermiş olmalı, çünkü onu böyle bir şapkayla hiç görmemişti. Oidipus artık yürüyemeyecek bir halde, yoldan sapıyor ve bir ağacın dibine bırakıveriyor kendini. Tulumundaki bütün suyu içmiş ve bütün bir gün ağzına lokma girmeden yürümüş durmuş. Antigone İlyssa'nın verdiği tulumu dudaklarına yaklaştırdığında hiç itiraz etmiyor. Antigone'nin hiç anlamadığı Korinthos ağzında birbirini tutmaz sözcükler mırıldanarak içiyor suyu. Hafifçe güneş çarpmış olmalı, çok şükür ki şu şapka var başında. Kim verdi bunu ona? "Bir adam," diyor. "Bir avcı gibi sessizce geldi ve hiçbir şey söylemeden çekip gitti."
Oidipus ne onu yanında hissetmekten, ne de getirdiği yiyeceklerden dolayı şaşırmış gibi. Onun artık kendisini de tanımadığını düşünüyor Antigone. O uykuya dalana kadar yanında kalıyor, sonra tarlalarda sığınabileceği bir yer buluyor kendine.