| ISBN13 978-975-342-770-8 | 13x19,5 cm, 68 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Ömer Erdem, “Soğuk Kazı”, Dünya Kitap Eki, 4 Haziran 2010 Kimler farkındadır bilmem. Türk Şiiri, adım adım değil, koşa koşa, dalga dalga hayatı kavrayıp kucaklamayı sürdürüyor. Neredeyse son otuz yıldır itilip kakılan, kendi köşesinden başka nefes alma hakkı bırakılmayan şiirimiz, her zaman olduğu gibi, özgün, nitelikli ve tavırlı şairleri sayesinde, insanımızın umudu mudur bilinmez ancak, çağın ruhu olmayı sürdürüyor. Çıkan her iyi kitap, siyasallaştıkça çatallanıp muhatabına çullanan merhametsiz dile set çekip onun meşruluğuna kocaman soru işaretleri yerleştiriyor. Politikadan beslenen gündelik ve yavan kültür, şiiri taşlıklara, kimsesizliklere, kitlesizliğe gömmeye çalışsa da ondaki ölmez akış bir yol bulup dipten yukarı fışkırıyor. Soğuk Kazı, Birhan Keskin’in son şiir kitabı. İster sondan okumaya başlayın ister ilk şiire geçin, her şeyden önce kendi mantığını keşfetmiş bir şiir dili bulacaksınız. O dil bir yandan hayatın akışından çekip çıkarılırken bir yandan da Türkçenin birikiminden sağılmaktadır. Birhan Keskin kendisine has söyleyiş dilini bulmuş, buldukça geliştirmiş, geliştirdikçe yaratıcılığının örsünde şekillendirmiş bir şairdir. Bu noktadan bakıldığında, biçimsel olarak pekâlâ vav gibi okuyabileceğiniz Soğuk Kazı şiiri, kendisine kapanmış bir cenin, içe büzülmüş fırtına, anafor hatta zarif bir küfür olarak bile okunabilir. Birhan Keskin şiirinin dokunduğu kilimin düğüm aralıklarından geçmeye elverir ses tabakaları, özel motiflere dokuna dokuna onu kendi özgünlüğüne iade eder. Her kitap bir zaman yorumudur da. İnsanın yazgısı zamandan soyulup çıplaklaştıkça giyinecektir yazgıyı. Ne acıdır ki, insanın yeryüzü yuvarlağında birbirine uygulaya geldiği tarihsel kötülük nitelik kadar hız da değiştirmiştir ve şair, dünyanın fiziksel katılaşmasının ruhlara taşıdığı taşlaşmaya dikkat çekmektedir. Sadece Bağdat ve Gazze’de insanın insana yaptıklarını duyan şiir, insan; insan ne ki, şeytanın bacağı kırık kalıyor, insan derken mısralarına gelip yapışmaktadır. Yapışan bir sineğin kanı kadar bile temiz değildir ne yazık ki. Bağdat ve Gazze, gerisinde, kültür, tarih, din gibi faktörleri taşısa da insanlığın yol aldığı zalim bağlamdan kopuk değildir. Ilık süt gibiydin Sen, uf uff. Dil yaratımlarına yatkın bir yanı hep oldu Birhan Keskin şiirinin. Bunu zorlamadan, abartmadan, öylesine yalın ve kendiliğinden gerçekleştirdi ki, öyle sanıyorum ki uzun vadede onun şiirinin dil envanteri bu yönüyle ayrıca değerli olacaktır. Kurduğu sözde göz göz boşluklar olacak. Mısraını kuran şair, şiirin kendi iç bağlamının dışında kitaba doğru da bir damla mürekep gibi yayılacak, sessiz ilerleyen salyangoz gibi ardında şeffaf izler bırakacaktır. O şeffaf yol, o çekip alınamaz izdir işte şu ince buz tabakaları gibi iki insanın arasında kırılıp eriyen şey. Çünkü insan artık bir z sesi isteğiyle, Bir cümle, dir kısacık, koşar adım, yok karşılayanı. Hatırlamak gerekir mi tam da burada bana bir adım yaklaşana ben bin adım koşarım hitabını? Eve dönemeyen bir ağaç olma yazgısı, kendi tabiatından kopmanın da karşılığı olmalı. Şüphesiz bu şiir eleştirel gücünü, bugünün geçmişle mukayesesinden almaz. O, insanın kadim iyi tarafını aydınlatıp ışıtmak isterken, kötücül ve zalim yönünü törpülemek ister. Birinin karşısına koyduğu başka yoktur. Herkesin herkesten önce kendisinde bulabileceği bir incidir maksadı. Artık her şey tüccarların elindedir bu doğru, ama şiir, henüz kimsenin elinde değildir. Uyan der şair. N’olur uyuma. Uyuma! |