Turan Karataş, “Ve katılaşıyor dünya giderek” , Yeni Şafak Kitap Eki, 5 Mayıs 2010
Birhan Keskin’in geçen ay çıkan yedinci şiir kitabı Soğuk Kazı, iğrenç ve yüzüne tükürülesi bir dünyada yaşamaya mecbur ve mahkûm onurlu bir bireyin ağulu sesiyle dolu. Beni bu dünyaya bıraktığında ağzımda bir zehir vardı diyen bir şairin sesi elbette ağulu olacaktır. Cesur, samimi, dokunan bir ses bu. Kahpe ve kalleş değil; yapmacık hiç değil. Artık bir metal plakaya dönüşmüş yeryüzüne, ya da onca zulümlerine, kan dökmelerine karşın hiçbir şey olmamış gibi davranan “medeniler”in arsız yüzüne bir soğuk kazı.
Birhan Keskin, kendi dizelerinden yardım alarak söyleyelim, insan olma onurunu kavrayanların “en yaralı yeri”ne dokunduruyor, “en yaralı yeri”nden süzdüğü sözlerini. Kederlerimizi önümüze koyuveriyor ve acılarımızı; yol yapıp gidebilirseniz gidin dercesine. Eş bir ifadeyle, Keskin, şiirine özne olarak dünyanın “en yaralı” insanlarını seçiyor. Birçok insandan zuhur eden/ edebilecek olan kederleri, kendi şahsında toplanmışçasına duyuruyor. “Dünyanın acısı benden yırtılmış”, “Sararan yaprağın zehri benmişim” dizelerinde görüleceği gibi, ‘ben’den okura sirayet eden bir duygudaşlık söz konusu. (Öyle ya, böyle bir söz elçisi olmadan bizim hüznü, ama daha çok da acıyı duyabilmemiz güç. Bunca zehirli/ berbat/ sevimsiz/ sevgisiz/ hesaplı/ hesapçı yaşamaklar arasında.)
Kitabın “Dünyanın Katı Huyu” kısmında yer alan şiirleri daha bir beğendim. Buradaki on bir şiirde, içeriden dışa doğru, dış dünyaya, bizi kuşatan mekâna ve evrene çevrilen bir bakış var. “İstanbul” ve “Bağdat” şiirleri yüzükte kaş gibi duruyor. Şairin buradaki başarısı, bana sorarsanız, söz konusu medeniyet simgelerine dışarıdan değil içerden bakışıdır. Onları içselleştiren ve o şehirlerle, orada yaşayanlarla aynileşen bir ruh hâline gelmesidir. “Ben İstanbul’a çok benzerim sevgilim,/ Bir yanım Haliç’te bir karabatak/ Bir yanım Samandıra’da saplı samanlı// Ben İstanbul’a çok benzerim sevgilim/ Onca iştaha içinde onca keder./ Çın çın bin ses imkânıyken/ Sesin göbeğinden çatlayıp ortada kaldığı yer.” (“İstanbul”)
Yaşadığı son felaketlerin ardından Bağdat için, işte kaç yıldır, nice zamandır bir şivan gibi gönlü titreten, bir kezzap gibi ete dökülen, bir kıymık gibi beyne saplanan, bir diken gibi eti acıtan bir şiir yazılmamıştı Türk şairlerince. Haksızlık etmeyelim, yazıldı da bu denli etkili olmadı. Bu sesteki çığlık, bütün dünyaya yüreğini sarkıtan bir şairin çığlığıdır. Acılar dünyanın her tarafında aynıdır kuşkusuz, ama Bağdat’ın acısı her yerden aynı duyulmaz. Orada bombalarla paramparça edilen çocukların, yerde sürüklenen anaların, namusuna dokunulmuş bacıların bize verdiği ıstırap, aynısıyla uzaklardakilere dokunmaz. Bu coğrafya birçok unsurlarıyla bize benzer çünkü. Birhan Keskin, bizden bir parça gibi duran bu dehşetli fotoğrafı şiirleştiriyor. Hemen ardından bir başka kanayan coğrafyaya, Gazze’ye geçiyor. Gazze’de her gün süregiden katliamın katilleri için “İnsan: insan ne ki,/ Şeytanın bacağı kırık kalıyor/ İnsan derken.” dizelerinden başka ne denebilir! Bu barbar kavim, daha nasıl tavsif edilebilir ki!
Şairin bir başkasıyla “aynileşme hâli”ne en çarpıcı örnek “Sokaktan bir tinerci geçer” şiiridir. Müthiş etkileyici ve şiir tekniği açısından kusursuz bir şiir. Şairin hüneri için de bir gösteri alanına dönüşmüş sanki bu şiir. Tevriye, kinaye, ihâm, iç cinaslar gibi bugünkü şiirde pek fazla itibar görmeyen edebî sanatlar, şiirde ustaca kullanılır. Keskin’in yaptığı sadece yaşanan mekânda yani kentte bir kazı değil, şehrin yer altı mağaralarında da bir kazıdır. Bu şiirlerde, gözlemin şairin ibdâ yeteneğine kattığı güç göz ardı edilemez. Bu örnek vesilesiyle bir söyleyiş biçimine de dikkati çekmek isterim. Kitapta bulunan birçok şiirdeki öznenin başkalıklı hâli/ özgeliği, şiirin üslûbunu da belirler. Daha açık bir ifade ile söyleyelim, şiirdeki özne insanın konumu/ durumu/ tutumu, şiirin üslûbunda/ edasında hissedilir. Âşık âşık gibi, varoştaki insan kendisi gibi, tinerci de tinerci gibi söylüyor.
Bir önemli husus da şu; Birhan Keskin, şiirin adını koyduğunda, daha şiire başlarken ne söyleyeceğinin farkında. Şiirin temel birimi dizeler, bir rastlantısallığın seline bırakılmıyor; birbirinden kopuk ve savruk değil. Biri diğeriyle irtibat hâlinde. Şiirdeki her unsur, şairin söylemek istediği ana düşünceye/ duyguya yöneliyor ve ona hizmet ediyor. Bütünlüklü şiirler Birhan Keskin’in şiirleri. Bazıları tek bir dize gibi yekpare. “Bağdat” örneğin, içinden tek bir dize çıkarıp atamazsınız; bunu yaparsanız, şiirin özgül ağırlığına halel gelir. Bana sorarsanız, bu bütünlük, şiirin etkisini artırıyor. Şiirin okurda yer etmesini sağlıyor. Az şey değil.
Bu gün kimi şairlerin dudak büküp geçtiği kafiyeyi ve diğer ses sanatlarını (aliterasyon, asonans) ustaca kullanıyor Birhan Keskin. Böylece şiirinde bir ses zenginliği yaratıyor. Fakat bu, kalıplaşmış sözcüklerden yapılan bir uyak değil. Bu ses düzenliliğinde yeni bir sesin tatlı mırıltısı var: Hayata değdiğim yer bir tuz zerresi/ Kirpiklerimde kırılan ses tuzun sesi/ Tuz bastım kalbime sakladım seni/ Yürüdüğüm ömrüm değil/ keskin bir tuz hikâyesi (“Flamingo III”). Bazı durumlarda argodan kaçamıyor Keskin. Her hâlde, o hâl ancak argoyla anlatılabilir düşüncesinde. Söz gelimi, “Duygusal konuşmak için şairler var diyor,/ Okkadar dallama birileri tv’de Gazze üstüne”. Ne kadar haklı gerekçeler bulunsa da, şu son dizedeki söyleyiş, bir şiir sıcaklığıyla sarmıyor beni.
Niye saklayayım, son yıllarda böyle etkileyici, içevime işleyen, belleğimde yer eden şiirler çok az okudum. Yukarıda da söyledim, Birhan Keskin’in güçlü ve gür bir sesi var. Şiire yakışan bir ses. Kudretli bir söyleyişi var. Hünerli değil sadece, aynı zamanda yetenekli bir şair Keskin. Sanat istidadını ustalıkla birleştirince, günümüzdeki şiirin eksiklikleriyle malul olmayan pek çok kıymetli şiir koyuyor ortaya. Bin aferin Birhan Keskin’e, “kadınlara kapalı olan” şiirin kapılarını bir kez daha açtı. Benim gibi, bu yanlış kavle itibar edenlerin Soğuk Kazı’yı okumaları gerekir. “İçimi açtım sana./ İçini açmak için.” diyen samimi bir şairin bu denli içtenlikli, hüzünlü ve ağulu sesine duyarsız kalınabilir mi?