Necmiye Alpay, “Terk edilen ‘ben’ ”, Milliyet Kitap Eki, 11 Şubat 2009
Bejan Matur, 1996 tarihini taşıyan ilk kitabıyla birlikte, Murathan Mungan’ın 1980’li yıllarda öykü, şiir ve oyunlarıyla açmış olduğu yeni ve büyüleyici bir edebiyat bölgesine yerleşti: Bize Türkçe edebiyatta o zamana değin belirmiş tüm yabancılık türlerinden farklı bir yabancılığı sezdiren yapıtlardı bu çıkagelenler; burnumuzun dibindeki bir tarihsel ve coğrafi bölgenin ruhları ve imgeleriyle dolup taşıyorlardı.
İnançların ortak atası
“Rüzgâr Dolu Konaklar”: Bu üç sözcük bile başlı başına bir yapıt denebilecek güçteydi; doluluk ile boşluk arasında kalmanın girdabıyla baş döndüren bir şiirsözdü. “İbrahim’in Beni Terketmesi” adı da tıpkı “Rüzgâr Dolu Konaklar” gibi üç sözcüklük bir yapıt denebilecek güçte.
Bu söz bir anda insanlığın köklerinden birine götürüyor bizi. İnsanların kitlesel olarak köklerini aramaya koyulduğu şu binyıl başlangıcında, dönüp bakılabilecek en has köklerden biri İbrahim değilse kimdir? Yaşayan bütün büyük inançların ortak atası Hz. İbrahim. Güçlü bir çekim merkezi.
Kürtçe yazan Mehmed Uzun’un büyük romanı “Dicle” ikilisindeki başkişi bir İbrahim (“Bıro”) değil midir?
Bejan Matur da bizi İbrahim’e götürüyor; ancak, daha ilk anda onun orada olmadığını göstermek üzere: İbrahim, ‘ben’i terk etmiştir. Şiir bu ilk adımla birlikte okuru susuz götürüp susuz getirmektedir.
Kitaptaki şiirler bir bütün oluşturuyor ve ‘yaradılış’ı yankılıyor. Ejderhasıyla, kaplanıyla, öykülemeyen bir öykü anlatıyor bize. Yankılıyor, ama tam olarak zamandizinsel bir anlatı değil buradaki, ayna yansısı da değil.
‘Yaradılış’ süreci, “Birinci Gece” adını taşıyan ilk şiirin ilk on dizesinde tamamlanır gibi oluyor ve on birinci dizeyle birlikte, bir ‘ben’, bir ‘o’ ve ‘çocukların uzayı’ beliriyor şiirde. ‘Harfler’, ‘şehir’ ve ‘biz’ gibi, kültürün en tipik temsilcileri de şiir bütününe erkenden dahil oluyor zaten. Böylelikle, kitap boyunca, köklere dönmek kadar, belki daha da fazla, köklere dönememenin duygusunu yaşıyoruz.
Harfler için örneğin, ‘dilsiz’ denecektir sonraki “Senin Hakikatin” adlı şiirde. Kelimelerin doğumu dilin doğumundan ‘sonra’ kutlanacaktır (“Başlangıcın Azizi” adlı şiir) vb. Kitapta sonra gelmek, zamandizin açısından sonra gelmek anlamını taşımayabiliyor.
Sonuçta belki de kökler bize dönmektedir. Bakış motifi, tıpkı Âdem figürü gibi, kitap boyunca arada bir çıkıp gelmektedir. Baba yok, Âdem var; Havva yok, anne var bu kitapta.
Akif Kurtuluş, “Herkes Gitmiş” diyordu. Bejan Matur ise “Herkes ortadaydı” diyor: “Herkes ortadaydı ve aşkla bağlantısı/ Yoktu kalplerin.” (“İkinci Gece”)
Gerçekte terk etmişlik ve terk edilmişlik herkesin başındadır. Söze İbrahim tarafından terk edilmiş olduğunu bildirerek başlayan ‘ben’ ise, fiilen, kendi terk etmişliğini gizleme gizilgücünü taşıyan bir konumdadır. Bırakılma ile yaratılma arasında bir bağlantı kurulur: Yaratılma, eksik bırakılmıştır.
“Lütuf ya da yük değil artık
Bir göğün bırakılması gibi
Senin bırakılman.
Ve genişliği bozkırın
Bozkırda eksik kalan yaratılma.”
(“Senin Bırakılman”)
‘Yuva’da bitiyor
Kitap boyunca karşımıza hep önemli bir figür olarak çıkan ‘sen’in hep aynı kişi olup olmadığından emin olmak zor. “İkinci Gece”de, “Ve sen indin” dizesini okuyoruz, sonra da şunu: “Kanatlarını kapatıp karıştın aramıza”. Bir melek midir bu? Şeytan mı yoksa?
“Yedinci Gece” adlı şiirde de şöyle bir bölüm var: “Kimsin?/ Soracaklar mı sana?/ Kemiklerin/ Ve mezarların hesabı uykunda sürerken/ Soracaklar mı sana kimi öldürdün?/ Hangi duygudan sorumlusun/ Ve hangi kayıptan?”
Annesiz olabilecek bir ‘sen’ buradaki: “Olmayan bir anneden söz edilecek sana./ Dünyaya yukarıdan bırakıldığına/ Kanıt olan bir anneden.”
Bir tür döngü olarak, ‘yuva’da bitiyor kitap, “Yuva” adlı şiirle. “Üçüncü Gece”de söylenmişti zaten bize, “Güçtür ev/ Yuvanın yuva oluşudur” diye. Ancak, zamandizinsellik sorununu düşündüğümüzde tam bir dönüş de sayamayız bunu: “Hiçbir yere varmadım aslında” (“Yedinci Gece”).