Abidin Parıltı, “Yalın dünyaların anlatıcısı”, Radikal Kitap Eki, 21 Eylül 2007
Özgüven yalın dünyaları anlatan bir yazardır. İnsanın, yılların içinden geçtikçe karmaşık olandan kurtulup yalın olana doğru seğirttiğinin oldukça farkındadır. Buna en güzel örnek/ler ise hikâyeleridir.
Yalın dünyalar yalın anlatıcılar bekler. Başkası bu dünyaları anlatırsa eline yüzüne bulaştırır da işin ehli ucundan kıyısından ilgi göstermeye başladığında bu dünyalar olanca canlılığıyla kucağını bu anlatıcılara açar. Fatih Özgüven de bu anlatıcılardan. Özgüven, daha çok, önemli yazarların Türkçedeki sesi, çevirmeni gibi görünse aslında roman, deneme ve hikâye yazarıdır da. 2006 yılında ilk hikâye kitabı olan Bir Şey Oldu yayımlandı. Bu hikâyelerinde daha çok endişeyi ve tedirgin olma halini anlattı. Yeni hikâye kitabı Hiç Niyetim Yoktu ise daha çok geçmişe odaklanmış ve sıradan gibi görünen dünyaların içine sızarak o insanların yaşamın içindeki küçük varoluşsal çabalarını anlatır bize.
Ermeni yazar Zaven Biberyan "Her şeyi kaybedeceksin; ama unutma ki, hatıralarını kaybedemezsin. Onlar canına okuyacak" demişti. Fatih Özgüven de bu hikâyelerinde adeta bu cümlenin etrafında yeni hayatlar örer. Geçmişe gider. Onun gücünü, kudretini bilmekle birlikte oraya sığınmaz. O günleri 'küçük dünyalar'ın 'büyük' dertlerini, çalkantılarını usulca, oldukça basit ama sıradan olmayan bir dil ve üslupla anlatır. Hikâyelerini büyük dertlere boğmaz. Aslına bakılırsa Özgüven için küçük dünya da yoktur. Çünkü her dünya kendi içinde büyük dertler, gidiş gelişler, çatışmalar, trajediler yaşar. Doğrusu da budur aslında. Ve Özgüven bu hikâyelerinde bize bunu da gösterir. Nitekim 'Ailede Avrupa' hikâyesi buna iyi örnek olabilir. Yaşamını parfüm şişelerine, alışverişlere odaklamış olan Hadiye hanımın ömrü geçtikçe bunlardan vazgeçişini ve sonunda aslında kendini pahalı parfüm şişeleriyle değil kolonya şişesiyle özdeşleştirmesini anlatır. Zaten Özgüven de kitabın arka kapağında hikâyenin ruhunu basitçe bize aktarıyor. 'Ailede Avrupa'da, küçük bir çocukken sevdiğim, daha sonra kendim olmaya çalışırken, olmak istediğim şeye uymadığı için hafifçe utandığım, sonra yeniden sevdiğim biriyle sokaklarda dolaşıyoruz' diyor.
Özgüven yalın dünyaları anlatan bir yazardır. İnsanın, yılların içinden geçtikçe karmaşık olandan kurtulup yalın olana doğru seğirttiğinin oldukça farkındadır. Buna en güzel örnek/ler ise hikâyeleridir. Bu hikâyelerinde gündelik hayat içinde her an karşılaşılabilecek, hatta karşılaştığımız küçük olayları, olaycıkları, içindeki ilginçliklerden yola çıkarak bize hikâye kıvamında, tatlı bir dille sunar. Bir klişe gibi görünse de bu hikâyelerdeki en dikkat çekici olan ise gözlem gücünün hikâyelerin ruhuna sinmiş olmasıdır. Örneğin Gizli Nağme hikâyesinde bir 'Frenk' ile anlatıcının arkadaşlıklarının başlangıcına şahit oluruz. Frenk tam bir oryantalisttir ve İstanbul'da gelişen her şeye bu gözle bakar ve Türkiyelilerin neden Avrupa'ya hayranlıkla baktıklarını sorgular. Geceyarısı Ekspresi'nin ne kadar yalan dolanla işlendiğini anlatır da anlatır. Oysa yazar/anlatıcı bir kurnazlık yapar ve onu bir arkadaşının evine, Eyüp semtine götürür. Frenk sevinerek gider bu yere. Birkaç gün kalır. Nihayetinde yazar/anlatıcıyla konuşmaya başladıklarında buradaki tuhaflıklara bile hayran kaldığını ama durumu bir türlü anlamadığına şahit oluruz. Nitekim Frenk Aygaz'ın zırıl zırıl sesini bile melodi sanmıştır. Bu dakikadan itibaren anlatıcıyla dostlukları başlar. Bu hikâye ince bir mizahın ve ironinin eseridir.
Ajda Pekkan'da bu kitapta
Hiç Niyetim Yoktu'daki bir diğer hikâye ise Eski Moda Bir Hikâye'dir. Kemalettin Tuğcu kıvamında yazılmış bu hikâye belki de kitabın içinde çeşitli olaylar barındıran tek hikâyedir. Tardu adlı bir gencin serüvenidir anlatılan. Tardu oldukça zengin bir ailedendir. Yakışıklıdır. Playboydur. En güzel zamanlarını Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, sahil kıyılarında yaşarken ailesi ekonomik krizden dolayı zor duruma düşer ve bütün servetleri darmadağın olur. Dolayısıyla Tardu'da da değişiklikler olur. Çevresi ona artık eskisi gibi davranmamaktadır. Kızlar için ulaşılmaz olan bedeni şimdi bir adım uzaklıktadır. Bu hikâyede Tardu'nun arayışlarını, içine düştüğü durumu kabullenmeyişini ve tam bir çöküş içindeyken St.Tropez'de bir garson kıza âşık olup dibe vurmaktan kurtuluşunu anlatılır.
Bir Sarışın Melek'te, yüksek sınıf yaşlılarına ders vermek zorunda kalan Esma'nın hikâyesi anlatılır. Esma işvereni olan kadına bir fal bakar. Dileğini onun yoluymuş gibi sunar. Ama tesadüf o ki Esma'nın dileği gerçekleşir ve kadın ölür ama Esma bunu istememiştir aslında, Hiç Niyeti Yok'tur bunun için, ama gecikmiştir artık.
Kitabın ilk hikâyesini oluşturan Regal Dönemi'nde Özgüven yazarın hayran olduğu ama şimdi şarkılarındaki sözlerini sorguladığı Ajda Pekkan'la sanatçı-hayran ilişkisini anlatır. Her şarkının anlatıcının hayatında vakti zamanında yeri olmuştur. Sözlerini sorgulamamış, doğrudan etkilenmiştir. Şimdi ise tam da hastalık zamanında durum tamamen değişmiştir. Her şarkı ayrı ayrı sorgulanmaktadır. Hiç Niyetim Yoktu'daki bazı hikâyeler tümüyle dilbilgisi, vurgu ve dolayısıyla anlaşma meselesi üzerine kurulmuştur. Bu minvaldeki bir diğer hikâye de Dilbilgisi adını taşımaktadır. Bu hikâye bir yandan kelimelerin ruhunu sorgularken diğer yandan iletişimin ezberlenmiş davranış biçimlerinin dışında da olması gerektiğini, belli kurallara dayanarak yapılan davranışların kişileri her zaman doğru sonuçlara götüremeyeceğini anlatır. Herkesin anlaşma dili farklıdır, dolayısıyla her ilişki kendi oluşumunu ve iletişim dilini oluşturur. Hikâye bu çerçevede ele alınır. Kısası bazen aynı kelimeleri kullanmak aynı dili konuşmak anlamına gelmiyor maalesef (Bakınız hayatımız).
Kitaptaki bütün hikâyelerde bazen fonda bazen bir kültürel yapı olarak anlatılanların temelinde 'Avrupa' meselesi önemli bir yer tutar. Bu yüzdendir ki Özgüven kitabın altbaşlığına 'Avrupa Hikâyeleri' demiştir. Bazen bu meseleyi bir ironiyle karşılar bazen de göçüp gidenlerin, sürgünlerin, turistlerin gözüyle... Ama her ne kadar hikâyeler Avrupa bağlantılı gelişse, oluşsa da bir ucu her daim İstanbul'da kalır.
Gösterişsiz hayatlar şöleni
Özgüven bu kitabında da gösterişsiz hayatları anlatıyor. Yalın ve hayatın bizatihi kendisi gibi küçük ama içerden bakınca büyük dertleri anlatıyor. Diliyle o dünyaların rengini, kokusunu ve dokusunu olanca canlılığı ve bazen acıtıcılığıyla bize sunuyor.
Özgüven'in hikâye kitaplarının ismi de başka bir ilgiye mazhar. Bunlar ilk bakışta hikâyelerde anlatılan hayatlar gibi, iddiasız görünen isimlerdir. Ama sezdirmeden etkileyen isimler bunlar. Yine hikâyedeki hayatlar gibi. Çünkü onlar da aslında hiç sezdirmeden hepimizin hayatını etkilemektedirler. Bu hikâyelere üstünkörü bakıldığında pek bir şey anlaşılmaz hatta sıkıcı bile bulunabilir ama o hikâyelerin içine girildiğinde karşımıza ihmal edilmiş, façası bozulmuş dünyalar çıkar. Ve yine Özgüven'e özgü olan ise bu hikâyeler klasik anlamda bir bitişe sahip değildir. Hikâyeler bir yerde kalıyorlar ve eğer okuyucu dilerse kaldığı yerden zihninde bu hayatları devam ettirebilir. Bu anlamda hayatın kendisini ince bir estetikten geçirir Özgüven, ve bir finalle sonlandıracağını öyle bir yerde bırakır ki biz de anlatılanı sonlandırmak istemeyiz.
Hiç Niyetim Yoktu'da on üç hikâye var. Nitekim Bir Şey Oldu adını taşıyan ilk hikâye kitabında da on üç hikâye vardı. Uğursuz olarak nitelendirilen bu rakamı acaba Özgüven bilinçli olarak mı seçiyor sorusu hemen akla gelebiliyor.