Evreni anlamlandırma ve adlandırma, insanın tinsel varlığıyla ilgili bir problemidir. Kendisini görünür hale getirmeye çalışan her insan, bir varoluş bilinciyle hareket eder. Ben’in bulanıklığı, bu varoluş sürecinde giderilebilir. Problemin üstesinden gelmeye çalıştıkça, ‘ben’ bir görünürlük elde etmeye başlar ve evrenin belirsizliğine karşı bir şeyler söyleyebilir konuma geçer. Çünkü evrenin adlandırılması, insanın anlamlandırılmasından geçer.
Yücel Kayıran da, öznenin “benlik oluşumu”na, varoluşun imkânlarını zorlayarak ulaşmaya çalışır. Bulmaya çıktığı öznenin içinden söylemler geliştirir. Kayıran şiiri de bu söylemlerin bir probleme dönüşmüş halidir. Çünkü ben’in eksikliğini bertaraf etme, ontolojik bir problemdir Kayıran’da. Felsefi şiir poetikası da bu problemin topografyasıdır.
Kayıran, şiir mantığını kurarken, bir varolma dürtüsüyle hareket eder ve hep bir eksilme durumuyla karşımızda belirir. Gidip de gelmeyen bir şeyler varmış duygusu uyandırır insanda. Kendi ben’ini ararken, dâhil olmak ya da dâhil etmek istediği hallerin içinden yazıyormuş gibi durur. Uzaklaşılan ya da kavuşulması mümkün olmayan birileri vardır hep Kayıran şiirinde. Geçmiş algısı, hem şiirinde hem belleğinde hep yitirdiklerinin arkasından gitmek, kendisini onlara lehimlemek şeklinde yer edinir. Bundandır ki Kayıran şiiri için “eksilenlerin masumiyeti”ne odaklandığını söylememiz ve bunu bu şekilde adlandırmamız yerinde bir tespit olur. Bu ifade, şairin hafızasında duranların karşılığı olarak şiirde kendisini gösterir: “Kaybolduğumda beni kimse aramayacaktı / kim kaldı yitirmediğim şimdi benim içimde” (Köpeklerin Yaşamı).
Şiirin felsefeyle olan ilişkisinde ise odak noktası olarak insanın çözümsüzlüğünü ve çıkmazlarını ele alan Kayıran, bunu felsefenin öngördüğü kurallar çerçevesinde işlemez. Çünkü felsefi şiir, felsefi argümanların hangi şekilde şiire atfedileceği üzerinde durmaz, tam tersine kavramların karmaşasından kurtulmuş, söylemini bir probleme dönüştürmüş şiir üzerine düşünür. Yoksa aklın kesinliğini kabul etmiş ve epistemolojinin biricikliğine inanmış ifadeler yığını, felsefenin alanı içinde ancak rasyonel ve empirik olanla temellendirilebilir. Zihinsel kurgular, ontik olanın karşısında bir varoluş mekanizması oluşturmaz bu durumda. Çünkü ontik olan, her zaman için insanı öne çıkaran bir varoluşun bakışını dile getirir. Dolayısıyla öznenin kendisiyle kurduğu ilişki, varoluşu keşfetmeye dayalı olursa, epistemin kendisi kurguda kalır ve zamanla kaybolur. Bundandır ki ben’e dair hakikatin anlaşılır olması için, insanın kendi özbenliğini ‘karıştırma’sı gerekir. Kayıran buna “sondaj diyaloğu” adını veriyor. Yani öznenin kendi varoluşunu yüzeye çıkarması. Kendi ifadesiyle “Özne, kendi varlığına sondaj yapmakta, kendi varoluşuna ilişkin bir hakikati keşfetmekte ve keşfetmekte olduğu hakikati dile getirmektedir” (Hürriyet Gösteri, Aralık 2005). Bu, özne için kazılması gereken bir problem olarak durur Kayıran şiirinde. Çünkü ben’in varoluş kriteri, yine kendisini keşfetmekten ve dile getirmekten geçer. Kayıran’ın da felsefi şiir poetikasında bunu ifade eder: “Felsefe kavramsal bir yanıt olmadan önce, bir sorunla yüz yüze gelme halidir. Dolayısıyla, felsefi şiir derken kastettiğim bir problem şiiridir. İnsanın bir çıkmazla, bir çözemezlikle, bir gidilecek yolun olmayışı durumuyla yüz yüze gelme anının şiiri” (Varlık, Haziran 2004 ).
Bundandır ki Kayıran’ın şiiri bir tamlık duygusuyla değil, ‘çıkmaz’da olma duygusuyla temellendirilmiştir. Gideceği yeri olmayanların söylemini içkin hale getirmesiyle ‘oyukların’ içine gömülmüş bir özelliğe sahiptir: “Kurtaramıyorum kendimi içimdeki oyuktan” (Veda). Yaşamın içinde yarım kalanlar ya da bırakılanlar, onun şiirinin dayanak noktası olur ve belleğin içine yerleşir: “hafızadır / benim aklıma beladır!” (Beni Hiç Göremezsin) dizeleri, kendinden kurtulmaya çalıştıkça kendi kapanına (hafıza) yakalanan şairin hezeyanı oluverir. Bunun içindir ki Kayıran şiiri zamanla hafızadan gelen sıkıntıların, bağırtıya dönüşerek ben’in “iç dökümü”ne yansır: “Ey uyumak, yok mu dünyadan gitmenin başka yolu?” (Ur) diyerek de ‘ruhunu kaçırmak’ ister gibidir. Çünkü ölmenin vazgeçilmezliğine inanmış her insanın, kendisi için seçmek istediği bir uyuma hali vardır. Şair bunu bilememenin endişesini yaşamaktadır. Bu durumda gitmek, ‘ruhun çalınması’ndan daha makuldür.
İfadelerimizi, “bu yazıda geçen ‘kopma’ ve ‘lehim’ sözcüklerinin bir adlandırması var mıdır?”, “Yücel Kayıran şiirinde nasıl bir özelliğe bürünmüşlerdir?” gibi sorulara yönlendirirsek şunları söyleyebiliriz: Öncelikle gerçek anlamlarıyla, bu iki sözcüğün birbirine karşıt olduğu düşünülse de onlara tamlanan kıldığımız “imkânsızlık” ifadesi, bunun böyle olmadığını, tam tersine aynı kaygıyı ifadelendirdiğini görürüz. Çünkü sözlük anlamıyla ‘kopma’, “herhangi bir yerden ayrılmak” iken “erime noktaları düşük metalleri tutturma işlemlerinde kullanılan kalay ve kurşun alaşımlarının genel adı” olarak da ‘lehim’i ifade edebiliriz. Birbirinin tam tersi bir adlandırmayla ifade edilen bu iki sözcük, Kayıran şiirinde bizi aynı noktada birleştirir. Ayrıca ‘kopma’ sözcüğünün Kayıran şiirinde başka anlamlarla da bir yerlerde durduğunu söyleyebiliriz.
Yahya Kemal’in “bir tel kopar âhenk ebediyen kesilir” dizesiyle hareket edildiğinde ‘kopma’nın ve ‘lehim’in anlam değeri biraz daha anlaşılır. Öznenin varoluş realitesi, yaşadıklarımızın ve yaşananların derininde gizlidir. Orada öznenin değişik halleri mevcuttur. İnsanın dünyada kendisi olarak durabilmesinin ölçütü, kendi varoluşunu ya da insansal söylemini, bu hallerin içinden çıkarıp, en öne koyabilmesidir. Çünkü dünyaya bir ‘ben’ olarak durmak ve o yapıyı kurup da devam ettirmek oldukça zordur. Ayrıca insanın varolma durumlarına, kendi ruh yapısına yakın bulduğu birçok ‘eksilen’i eklemlediğini düşündüğümüzde, kişinin bir varoluş sancısından kurtulması biraz daha zorlaşır. Bu durumda öznenin kendisini rehabilite etmesi kolay değildir. Çünkü “tel”in kopması elzemdir artık.
Kayıran’ın şiiri de böyle bir varoluş mekanizmasının içinde gelişir. Eksilenleri kendisine eklemleme çabası hâkimdir. ‘Lehim’in birincil özelliği budur Kayıran’da. Bundandır ki ayakta kalabilmenin koşullarını ben’in içinden bulmaya çalışan Kayıran, varolmanın tinsel evreninde gezinir. ‘Ortada kalma’ durumundan ‘kendisine çıkma’ yollarını arar. Bilincin bu faaliyeti ‘kaybolmanın yitimi’ni doğurabilir. Öznenin kendisiyle çatıştığı bu durumlarda, ben’in bir kaosa uğraması muhtemeldir çünkü. Bu tür zamanlarda çıkmazda olma, kendisini hissettirir bir konuma geçer ve ‘lehim’sizlik kendisini başat kılar. Şairin kendi ben’iyle olan irtibatını kesmeyip, kopmayı önlemesi için atacağı adım, kendi içini görünür hale getirmek olacaktır bu durumda.
Kayıran, bu noktada inandıklarının peşinden sürüklenmeyi seçip, inandığı her şey için bir ‘değerler silsilesi’ oluşturacaktır. Ruhta varolanların izini sürmek, kendisiyle birlikte hafızasında ve kalbinde saklı olanları açığa çıkarmak temel endişesi olacaktır Kayıran’ın. Yenilmişlerin çetelesini tutup, onların masumiyetini, kendi içinde bir gerçekliğe dönüştürmüş her bireyin ‘azap’ ile iç içe olmaması mümkün değildir. Yazgının (‘yazı’lanın) arkasından giderken, karşılaşılan her engel, şair için yeni bir çıkmaz demektir. Kayıran, ‘yenilmişler’in şiirini, kendi varoluş sancısıyla kurarken, bu çıkmazlarla her zaman karşılaşacaktır: “Yıkılıyor, yıkılıyor / ruhundan artıra artıra ördüğün duvar” (Başka Bir Şey Değil) dizesi de şairin kurtulamadığı ‘benlik yıkımı’nın bir tezahürüdür. Bellek irtifa kaybına uğramıştır. Dağılmışlık, kendine gelememe, önünü görememe, bulanıklığın içinden seslenme, kendisini hissettiren bir özelliğe bürünmüşlerdir.
“Vermekle kurtuldum ancak sökerek içimdekini / kestirerek gözlerinden benden istediklerini” (Hasan Dağının dumanı) dizeleri, Kayıran şiirinin nirengi noktasıdır. Ruhu rahatta olamayanların endişesini şiirine düşüren şair, kendisi kılınmış neyi varsa başkalarına kaptırarak ya da vermek zorunda bırakarak, ruhunu bir ‘cendere’ye sokmuştur. Bundandır ki içinde bulunduğu çağdan kopmayı becermeye çalıştıkça, ona yapışıp kalanların akıbetini yaşamaktadır Kayıran. Sesini duyurmaya çalışan bir dilin azaba dönüşmemesinin mümkünatı yoktur artık. Ki bunun sancısını hemen hemen her şiirinde duyumsatan Kayıran, iki şeyden dolayı söylemini dile dökmüştür sanki: Bir yandan ‘eksilenlerin masumiyeti’ni içinde barındıran ve “çalınmış bir ruhun” arayışına çıkmış ‘azap ehli’, diğer yandan globalin, metropolün ve kapitalin kirliliğinden kurtulmaya, ondan kopmaya çalışan “firar ehli”. (Belki de bundandır ilk kitabına “Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu” adını vermesi. Çünkü yeryüzünden firar etme düşünsel anlamda, insanın belleğini parçalayan, onu yaşamdan alıkoyan, kendisiyle barışık olmayan bir trajediye sürükler insanı.) Kapıların kapalı oluşu, “eksilenleri geri getirememe” ve “fazlalıkları atamama” durumlarını bir yerde birleşse de, bu bir ferahlık değil; karmaşanın asıl kendisi olur Kayıran şiirinde.
Yazımızın başlığına “Kopmanın ya da Lehimin İmkânsızlığı” adını vermemizde bu iki özellik başat bir rol üstlenmiştir. Çünkü Kayıran’ın ilk kitabından itibaren göze çarpan yokoluş mekanizmasının bir varoluşa doğru yönelme endişesi hâkimdir. Özellikle “Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu”nda yer alan “Yolları Çatallanan Bahçe” bölümü, bu endişeyi görünür hale getirir ve empatinin algılarını gererek, bu bölüme düşürdüğü “Hepimiz aynı şeyi yaşadığımız halde niye ben böyle oldum?” dizesiyle ‘eksilenler’in sonuna duygudaşlık eder. Birleşmeme, çözümsüzlük, çıkmazların gerçekliği, kendi gücünü işte bu sırada belli ettirir. Çünkü mümkünsüzlük baş göstermiştir artık. Bundandır ki “lehim’in yani bir aradalığın olanağı kalmamıştır.
‘Kardeşleri’ne uzanma çabası ve etrafında gezinerek kendisini ‘kırpanlar’dan kopma isteği, bir endişeye dönüşerek olumsuzlukla sonuçlanmıştır. Her iki şekilde de beliren mümkünsüzlük, şairin hafızasında yenilgilere dönüşmüştür. Bundandır ki gideceği yeri olmama durumu kendisini göstermiş ve şair, geçmişine açıldıkça dağılmış bir bellek ile karşı karşıya kalmıştır. Bundandır ki Kayıran, şiirini, azap olgusunun etrafında dönerek kurar ve onu bağıran, iç geçiren bir poetikaya dönüştürür.
Turgut Uyar’ın, “Şiir Çıkmazda” endişesini Yücel Kayıran şiirinde ‘Ruh Çıkmazda’ söylemine çevirmiştir sanki. Çünkü kopma halinin olanaksızlığı ile ‘eksilenler’in birleştiği bir nokta var ki, o da yolların hep aynı mekâna işaret etmesidir: çıkmaz! “Çalındım başka bir göze doğru / benden kopan bana mahsus olaydı” (Çalgın) dizeleri ifade ettiğimiz bu durumla örtüşür gibidir; çünkü iki durumda da kendisine dair olanların eksilmesi, özneden uzaklaşmaya neden olur ve böylece ‘çıkmazların hâkimiyeti’ söz konusu olur. Şairde varolanların kaybı, onu eksiltmiş ve ruhunda artakalanları vermek zorunda bırakmıştır başkalarına. Bu durumda ruhun gelgitlerini yaşayan bu şiirde bir ‘kapanma evresi’ başlamıştır. Şair kendisini alabildiğine toplumdan ve hatta hafızasından soyutlamaya çalışmış görünmektedir: “Gitmek isterdim beni tanıyan kimselerin / gelemeyeceği bir yere” (Kapalı Musluk) dizesiyle de bu uzaklaşmayı sağladığını düşünmektedir. ‘içe kapanma evreleri’nin öfkeyi beraberinde getirme gibi bir durumu söz konusudur. Kaleme uzatılan el, bir ‘öfkeler ağı’na dönüşür ve Kayıran şiirinde sorular eşliğinde karşılığını bulmaya çalışır: “Uzatsam elimi, açmaz mı / ömrümün gizine vurulan kilidi?” (Uysal Çığlık) dizesi başından beri ifade ettiğimiz ‘lehim’ ve ‘kopma’ ifadelerinin bir çıkmazla anlatılmasıdır. ‘Ruh akrabalığı’ taşıdığı kimselerle olan bağı kopmuş olan şair, geçmişteki gibi bir birlikteliğe ulaşamayacağını bilmenin verdiği sıkıntının içinden kendisini şiire dâhil eder. Bundandır ki içinde taşıdıklarıyla bir bağ kuramayacak şair, lehimsizlik durumuyla karşı karşıya kalacaktır. Fakat yine de bir varolma problemiyle kendini ve içindekileri diriltme, Kayıran şiirinin temel prensibi olacaktır.
Burada Yahya Kemal’in “Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler / bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler” dizeleri ile Kayıran’ın Güneş Yanığı şiirinde geçen: “sayrılık hatırlamadı uykusunu sesimizde/ çok seneler geçti, geçmedi / öyle memnun ki yerinden / sadece “keşke”lerdi beliren gönlümüzde” dizelerindeki Yahya Kemal göndermeleri, yazının başından beri ifade edilen, ‘kopma’nın ve ‘lehim’in imkansızlığını haklı bir zemine oturtur. Çünkü ‘ben’in kendisine ve ‘eksilenler’e ulaşma çabası hep “keşke”lerle somutluğa ulaşılması beklenilmiştir. İstenilen maneviyata kavuşamama durumu, ‘lehim’ gerçekliğini biraz daha görünür kılmıştır. Artık şairin lehimsizliğe dair söyleyeceği tek bir gerçekliği kalmıştır: “eve akan nehrin ufku kalbe vedadır” (Veba).
Kaynakça
Kayıran, Yücel. Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu. Ekin Yay. Nisan 1997.
Kayıran, Yücel. Beni Hiç Göremezsin. Ekin Yay. Şubat 2004.
Kayıran, Yücel.
Çalgın. Metis Yay. Mayıs 2006.