Semih Gümüş, “Fatih Özgüven'in endişe hikâyeleri”, Radikal Kitap Eki, 7 Nisan 2006
Fatih Özgüven'in Bir Şey Oldu kitabını okuduğumda ilkin öykünün edebiyatımızdaki zengin birikimini düşündüm. Sanırım edebiyatımızda öykünün sahip olduğu, sınırlarına ulaşılması epeyce güçleşmiş olan bu büyük birikim ve onun içinde hâlâ saklı durup bütünüyle dışavurulamamış gizilgüç, beklenmedik öyküleri ve öykü yazarlarını çıkarabiliyor içinden.
Öykünün bir yazınsal tür olarak mucizevi olanakları olduğunu düşünüyorum elbette, ama o da asıl mucizesini yeni yazarları içinden çıkarırken gösteriyor. Sanki bilinen bir ustanın elinden çıkmış gibi gelen öykü kitaplarının sayısının bunca çokluğu da bundan.
Zeki buluşlar yuvası
Fatih Özgüven elbette genç yazar değil. Sinema, deneme yazarı, on altı yıl önce Esrarengiz Bay Kartaloğlu romanını yayımlamış (bir de çok az bulunan iyi çevirmenlerden), Bir Şey Oldu da ilk öykü kitabı. Belirgin üç özelliği var, üçü de önemli: İlki, adamakıllı tamamlanmış bir birikimden geldiğini gösteren serinkanlı anlatımı; ikincisi, Türkçenin bir edebiyat dili olarak zenginliğini gösteren dili; üçüncüsü, öyküyü bilinenlerin büsbütün dışında bulan aykırı dünyası.
Hayatın türlü çeşitli yüzünü gene de kendinden öncekilerden farklı biçimlerde görebilme yetkinliğidir onun öykülerinde gizli ustalık. Bu ustalık içinde Fatih Özgüven hiçbir yazara ve anlayışa ait olmayan, tuhaf bir öykü dünyası yaratıyor ki, anlatım biçimiyle birlikte, seçtiği durumlarla anlaşılabilir bu.
Bu öykülerde ne anlattığını sorgulamayan ya da başkalarının sorgulamasına izin vermeyen bir yazar tutumu var. Endişe Hikâyeleri herkesin hayatından geçmeyen durumları anlatmaya çalışıyor. Sözgelimi Barış Bıçakçı'nın öyküleri üstünde dururken bildiğimiz, belki gördüğümüz ayrıntılardan söz ediyoruz, ama Fatih Özgüven'in öykülerindeki durumları tanıdığımız söylenemez. Kurmacanın anlatılan öykünün önüne çıktığı, zeki buluşların çatısını kurduğu öyküler bunlar. Kişiler, durumlar, yaşantılar gerçeklikleriyle değil, ancak kurmaca içinde çözümlenebilir.
Öykülerindeki yarım kalmışlık duygusunu okura geçirmeyi Fatih Özgüven de istiyor gibi. Belirgin değil bu seçim, ama bende bu izlenimi bıraktığını söyleyebilirim. Çünkü Bir Şey Oldu'daki öyküler yaşanmış değil, yapılmış öyküler. Bazen öykünün ne anlattığını sorguluyor insan, ama tam olarak hangi anlam çevresinde kurulduğu netleşmiyor. Belirsizlik, kuşku özellikle yaratılıyor.
Grotesk özellikler
Bütün olarak bakıldığında, birbirine anlayış olarak tutarlı biçimde bağlanan öykülerden oluşuyor Bir Şey Oldu. Biri öbürüne bağlanmış, aynı anlayış içinde yazılmış öyküler, sonunda kendilerine özgü bir dünya kurabiliyor. Gene de nasıl yorumlanacaklarını şaşırıyorsa okur, bunu da Fatih Özgüven'in ustalığına vermek gerekir.
Sanırım bu öyküleri yakalamamızı sağlayacak bir ipucu verilebilir. Kitaptaki bütün öykülerin belki onları tam anlatabilecek grotesk özellikleri yanında, öykünün içinden geçen, ama ne olduğu tam verilmeyen, canlı gibi, ama olmayan bir şeyi anlatan son öyküye verilmiş "Bir Şey Oldu" adındaki incelik, benim için yeterince anlamlı bir iz olarak kaldı. Parlak adlara gönül indirmeden, Bir Şey Oldu...
Bu incelikten başlayabilirsiniz Fatih Özgüven'in öykülerini okumaya.