Tuna Kiremitçi, “Birhan Keskin’in yeryüzü halleri...”, Varlık, Ağustos 2003
Bazı şiir kitaplarıyla sadece içlerindeki güzel şiirler için ilgilenmiyor insan. O kitapların kökeninde yer alan, yazılışına kaynaklık eden fikirden dolayı da ilgileniyor. Haliyle, baştan sona “kitap” olarak tasarlanmış, bütünlük kaygısı taşıyan eserler oluyor bunlar. Üstelik, bu tür kitaplara edebiyatımızda her zaman rastlanmıyor. Bunun nedeni de, bütünlüklü bir şiir kitabı tasarlamanın zorlu, belli bir olgunluk gerektiren bir çaba olması belki de. Böyle bir çabanın artılarını ve eksilerini düşündüğümüzde, belki şunu söyleyebiliriz: Belli bir konsept dahilinde yazılan şiir kitapları, şaire imge ve konu yaratmakta belli bir kolaylık sağlıyor olabilir. Tabii sınırlar ta en başından çizildiği için, şairin özgürlüğünü kısıtlayan bir yanı da var bunun. Yine bazı şairler, bu kısıtlılık halini şiir lehine kullanmasını gayet iyi biliyor.
Birhan Keskin, böyle şairlerden... 1991 tarihli ilk eseri “Delilirikler”le başlayan kitap serüveni, onu her bakımdan bütünlüklü bir çalışma olan “Yeryüzü Halleri”ne kadar getirdi. Edebiyatımızda çok özgün bir ufku tarayan bu kitap yalın, yalın olduğu kadar da kuşatıcı bir fikre dayanıyor: İnsanın doğayla, öznenin nesneyle bir olma, bütünleşme özlemine.
“içimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki
bölünmüş bir hatırayım ben
dünyaya dağılan.”
Birhan Keskin’in bu kitapta ne yapmaya çalıştığını daha iyi anlayabilmek için, Vladimir Nabokov’un ‘Sesler’ adlı öyküsünden uzunca ama keyifli bir alıntı yapmama izin verin:
“Sanki ruhum her yana sayısız duyargalar uzatmıştı ve ben aynı anda hem okyanusun ötesinde, çok uzaklarda gürleyen Niagara Şelaleleri’ni, hem de patikada hışırdayıp tıpırdayan uzun altınsı yağmur dalgalarını algılayarak her şeyin içinde yaşıyordum. Bir kayın ağacının parlayan gövdesi ilişti gözüme ve ansızın kollarımın yerine küçük ıslak yapraklarla örtülü eğik dallarım, bacaklarımın yerine toprağın içine büklüm büklüm uzanarak onu emen binlerce narin köküm olduğunu duyumsadım. Tüm doğayla böylece hemhal olmak, süngerimsi sarı alt yüzeyli olgun bir mantar, bir yusufçuk ya da güneş küre olmanın neye benzediğini yaşamak istiyordum.”
Birhan Keskin, işte bu... Nabokov’un hayalini gerçekleştirmek isteyen şair. Yeryüzünün her halini yaşayarak kendisini bir zümrüdüanka, bir karınca, bir örümcek, ova, buzul, avlu ya da ağaç olarak tasarlayan, bunların her birinin ağzından birer şiir yazarak onlarla “hemhal” olmak isteyen şair.
Sadece Nabokov’un değil, bizzat şiirin rüyasını da gerçekleştirmeye soyunuyor üstelik. Bilincimiz yüzünden yabancılaştığımız, sonra giderek koptuğumuz, bir parçası olmaktan çıktığımız doğayla yeniden bütünleşmenin yollarını arıyor. Üstelik bu, onun çevresindeki doğayla buluşmaya çalışırken, onun bir parçası olan kendi iç doğasıyla da barışma çabası sanki. Yeryüzüyle birleşebildiği zaman, kendi insanlığıyla da “hemhal” olmuş olacak. Hayvanların, bitkilerin, nesnelerin ve hatta mekânların diliyle yazmış olduğu 23 şiir boyunca, bunun özlemini çekiyor. Bunun getireceği özgürlüğü arıyor.
Kitapta “bana karışmış, bende erimiş/tarçın kokulu bir şeyler var” diyor göl. “uzun uzun bir yağmuru okudum,/uzun ıslığını taşıdım rüzgârın” diyor deniz. “git ve unutma/ha vardır benim dallarım şimdi/ha hatıra.” diyor zeytin ağacı. Koskoca dağ da diyor ki: “sabahın karşısında konuşmak ne zor!”
Bu, tabii ki umutsuz bir çaba. Bir kere kendi içinde dev bir açmazı barındırıyor. Birhan Keskin doğayla bir olabilmek özleminin, böyle bir bilincin şiirlerini yazıyor. Oysa bu kavuşmanın önündeki bir numaralı engel, zaten bilincin ta kendisi. Bu açmaz, kitabın güzel şiirleri boyunca sürüp giden, o şiirleri daha da derinleştiren, ayrı bir dramatik gerilim yaratıyor. Birhan açmazı aşabilmek için şiirin imkânlarını her yönden değerlendiriyor. Bilinçaltının ürünü olan yoğun ve özgün imgelere başvuruyor. Bilinçaltı, tüm sanatlar içinde en çok şiirde ortaya çıkan bir boyut. Söz konusu olan da zaten ancak şiir yoluyla girişilebilecek bir çaba. Bu nedenle, Birhan Keskin’in ancak şiir yoluyla ele alınabilecek, şiire çok yakışan bir sorunla hesaplaştığını söyleyebiliriz.
Sözün özü; yeryüzündeki varlığımızın çekirdeğine bakan, bu nedenle belki bin yıl sonra bile okunabilecek bir kitap yazmış Birhan Keskin. Tabii en yakın kitapçıya gidip derhal bir tane edinmemizin de hiçbir mahsuru yok.