Sim Campbell, "İyi, saf, masum çocuklar", Milliyet Sanat, Aralık 2002
Tol, tasarlamadığı bir tren yolculuğu boyunca babasının acıklı ve öç alınası hikâyesinin yanı sıra, ona eklemli, olmazsa olmaz başka hikâyelerle yüz yüze gelen yenik ve yılgın musahhih Yusuf'un anlattığı, bazen de diğerlerine anlattırdığı zengin ve dokunaklı bir öykü.
Bir darbe sabahı, ıslattığı yetiştirme yurdu yatağının serinliğinde uyanan Yusuf'un perdeyi aralayıp kapıda bekleyen ufak tefek askeri gördüğünde o sabaha dair söylediklerinin duruluğu daha ilk sayfadan kitaba bir süre teslim olmaya niyetlendiriyor okuru.
Uyurkulak'ın askeri darbe gibi sıkıcı ve karartıcı bir konuyu bile keyiflendiren örtüsüz, slogansız ve ahkâm kesmekten uzak yaklaşımını kitap boyunca hissetmek mümkün. Karakterler ustalıkla örülmüş, zengin ve gerek. Görünen o ki yazar, kitabının ana karakerleri kadar yan karakterlerini de hassas terazilerde tartmış, milim milim ölçüp biçmiş ve tam gereken yerlere, gerektiği kadar ve şekilde yerleştirmiş. Kitapta yazarın önemsiz gördüğü, içi biraz olsun şişirilmiş hiçbir karakter olmadığı gibi, ikinci derecede karakterlerin harcının kalitesi –kanıksadığımız ölçülerde bile– ana karakterlerin gerisinde kalmıyor. Assolist Müyesser'in de İsmail karakteri kadar inceden inceye düşünüldüğü, Asya ve iyi kalpli kocasının askıntı sarhoş şair kadar özenle ve keskin gözlemlerle tasarlandığı gözden kaçmıyor. Karakterlerin titizce saptanmış güçlü iç sesleri okuyucuya başarıyla aktarılmış.
Uyurkulak kitabında berrak ve zorlamasız bir dili ekonomik kullanıyor, aktarmak istediğini okuyucuya tekdüzeliğe düşmeden veya yorucu olmadan veriyor. Okuyucuyla bire bir konuşmaktan kaçınmadığı birkaç yer ise çeşni olsun diye yapılmış hissini asla uyandırmadığı gibi karakterin ruh halini deşifre eder nitelikte; tabii ki birer kahraman onlar, iyi, saf, masum çocuklar. Her kim ki bir an için onların unuttuğunu, ihanet ettiğini, düştüğünü düşünmüştür, bundan sonrasını okumasın.
Sessiz sedasız karşımızda beliriveren Uyurkulak'ın yazdığı metin üzerindeki kontrolü ve hâkimiyeti oldukça yüksek. Tol'da göz ardı edilmemesi gereken bir nokta da romanda çekülün kaymamış olması. Yazar romanının iskeletini çattıktan sonra içini etlendirirken kontrolü elden bırakmamış, "yazarken kendini kaybetmenin karşı durulması zor şehvetine" kapılmamış. Böylece lezzetli olsa da acemi elinden çıktığı belli, orası burası fazlaca çekiştirilmiş bir ramazan pidesi sunmamış bizlere. Romanda "yazar buralarda kaybolmuş, dağılmış, toparlayamamış, tekrarlamış, savsaklamış, sündürmüş" denecek bir yer bulmak zor ve bu şık otokontrol özellikle genç yazarlarımızda pek sık rastlayamadığımız bir lüks. Bu anlamda bir ilk roman için takdire şayan, profesyonel bir disiplinle çalışmış. Uyurkulak.
Uyurkulak Tol'da en trajik anlatımların üzerine belli belirsiz bir tül perde çekmiş, biz okuyucunun kitaptaki telafisiz acıyı iyice ve gerçekten görebilmemiz için aradaki görüş ve algı mesafesini hep korumuş. Kıyım, çığlık çığlığa ama sakince, canhıraş ama bir iç çekiş gibi aktarılmış okuyucuya. Topal Ahmet'in Fransa'ya yazdığı mektuplar ne eklenecek ne de çıkarılacak tek bir kelime yokmuş hissini veriyor. Topal Ahmet'in yazdığı her satır yeterli ve gerekli, mektuplar Ahmet'in hallerini anlatmaya tam yetkili.
Kitabı oldukça beğenen, şakacı ve sözünü sakınmaz bir arkadaşımdan sık sık görüştüğü Uyurkulak'a "Bir dahaki sefere böyle karanlık yazma" diye takıldığını duyunca içten içe telaşlandım, çünkü insan beğendiği bir şeyin devamının da aynı formlarda geleceğini düşünüyor. Kötümserlik bu ya, hadi aynı maya iç açıcı konularda tutmazsa, o zaman ne olacak? Uyurkulak, Tol gibi ağır ve daraltıcı konusu olan bir romanı, hiç de hafif olmayan bir dille, saçaklamadan, sündürmeden, edebi değer kaygısından taviz vermeden yazıp, üstelik başından sonuna düşürmeden okutuyorsa, sakın hiçbirimizi dinlemesin, biz onu çok sevdik, bildiği gibi yazmaya devam etsin...