| ISBN13 978-975-342-372-4 | 13x19,5 cm, 264 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Suzan Samancı, “Diyarbakır'a giden tren”, Aydınlanma.net, 2003 Gustave Flaubert'e göre "Herkesin hayatı bir roman olmayı hak eder." Ve kimin ağzını açsanız benim hayatım romandır der. Dinlerin, büyülerin ve mitolojilerin kıvrımlarından doğup gelen roman, kentleşme olgusu ve birey olma süreciyle ortaya çıkarken, her roman, her öykü, farklı bir eskiyi barındırır içinde. Okuru sıkmadan tatlı bir serüvene sürükleyip aynı zamanda kalıcı izler bırakan, düşündüren, sarsan romanlar çok azdır. Son aylarda çokça söz edilen Murat Uyurkulak'ın Tol adlı romanını okudum. Doğrusu 31 yaşında böylesi özgün ve başarılı bir romana imza attığı için kutlamak gerekir. Tol kolay gibi zannedilen, ama zor okunan bir roman. Özgünlük kurguda değil, onu sunmadadır şüphesiz. "Tol" adının yabancısı değiliz. "Tol" Kürtçe'de "Orospu" demek. Cesur, kıvrak, karmaşık bir o kadar da kendi olan orospu kurmacanın içine dalındığında, delimsirek ihtiyar Don Quijote'nin, Dostoyevski'nin sülalesinden fırlayanları görür gibi oluyor insan. Ve son yıllarda yaşananların kuvvetli bir izdüşümü. Başkaldırıp yara alanların sığınağı olmuş Diyarbakır'a giden tren. Sarsak şairin bir tomar dolusu mektuplarında, kaçıklar, sapıklar, devrimciler, mafyacılar, bürokratların yanı sıra, savruluşların, inançların, dağa sevdalıların, intikamcıların selinde sürüklenirken bol küfürlü sayfalar insanı hiç incitmiyor; öylesine doğal, öylesine yumuşak ve vurucu verilmiş ki... bunu çekici kılan ironik dili yerli yerine oturtmasıdır. |