Tufan Erbarıştıran, "Felsefî Tasarım Yazınsal Alanı Örtüştüren Bir Öykü: Türker Armaner'in 'Sis Bileti' Öyküsü", Gösteri, Sayı 251, Eylül 2003
Türker Armaner felsefe doktorası yapmış, yurtdışında da akademik kariyeri olan bir yazar. Kitaplarında, gördüğü bu eğitimin soluğunu gözlemliyoruz. Yazdığı öykülerde sıradan gibi görünen bir olay örgüsünü, okuru çok fazla sarsmadan yönlendirerek, kurgunun akışkanlığı içerisinde çeşitli defalar yap/bozlarla olgunlaştıran bir anlatım tekniği kullanıyor.
Armaner'in Dalgakıran adlı kitabında yer alan "Sis Bileti" öyküsünden yola çıkarak yazarın felsefi bakış açısını, metne olan hâkimiyetini ve okurla olan diyaloğunu vurgulamak istiyorum. Öykünün kurgusunun Jose Saramago'nun Körlük adlı romanını dolaylı da olsa anımsattığını önemle imlemeliyim. İlk adımda; öykünün kolay okunabildiğini, anlatımın basit ama etkili olduğunu, hepsinden önemlisi de okurdaki merak dürtüsünün gizlice kışkırtıldığını belirtmeliyim. Birçok öykünün aksine, doğrudan başlayan metin, öncesini merak ettirmeksizin sürerken okurla olan birlikteliği gizliden bir sorgulama duygusuyla örtüşüyor. "Sis yüzünden seferler iptal edildi, bunu başka zaman gişedeki görevliye verip geçebilirsiniz." Adı belli olmayan bir yerde sis nedeniyle vapur seferleri iptal edilmiştir. İnsanlar şaşkındır, ürkektir, böyle bir olayla ilk kez karşılaşmışlardır. Bu arada okur da bir şeylerden gizlice kuşkulanmaya başlamıştır. Bir şeyler olacaktır ama...
Sis öylesine yoğun, kapsamlı, insanı dehşete düşüren bir görüntü yaratır ki, metnin genel atmosferini üst düzeye çeker, okuru derinden etkiler. Sis nedeniyle ulaşım araçları durmuş, elektrik, telefon kesilmiş, bilgisayar çalışmaz olmuş, iletişim kesilmiştir. Bir anda olayın geçtiği yer okura ilkel çağları anımsatır. "Elektrik kesik, telefon hatları kapalıydı. ...hidrofor çalışmadığı için musluktan iplik gibi su sızıyordu. ...Mum almak için aşağıya indim, çevredeki dükkânlardan bir tane bile bulamadım, bir arkadaşıma uğramak için caddeye çıktım, ne boş taksi, ne de minibüs ya da otobüs geçiyordu. ...kol saatime uzandım, pili bittiği için durmuştu. Bir kahve yapıp sigara içmek istedim, tüp bitmiş, sigara kalmamıştı. ...Acıkmıştım. Dolabı açtım, elektrik kesintisi yüzünden buzlar erimiş, akmış, yenecek bir şey bırakmamıştı."
Yazarın bir an için felsefe eğitimi aldığını unutalım ve değerlendirmemizi buna göre yapalım: Bir öykünün girişi "doğrudan" başlıyorsa, yazar metnin devamında kurgunun açılımı için kendi akışkanlığını yaratmak zorundadır. Yazar, sisin yarattığı genel atmosfer gibi, gizliden bir gerilim ve merak yaratarak, düşünsel ağırlıklı temaları art arda ekleyince, felsefi bir metinle karşı karşıya kaldığımızı hemen anlıyoruz. Sözgelimi, bu düşünceyi öykünün ilerleyen bölümlerinde de görüyoruz. Birkaç alıntı yapalım:
"... sözden yoksun günlerde kendimi istemeden çoğaltmış, yok etmek üzereydim. ... Belki de kentin üzerine çöken her siste yeni kimlikler kuruluyor, başkalaşıyor, çözülüyordu. ... Ayağa kalktım. Sanki kendimi dışarıdan görüyor, gördüğüm kişiye acıyor, gidip yardım etmek istiyordum. O beni duymuyor, görmüyor, umursamıyordu."
Felsefi düşüncelerin kurguya kısa ve yalın tümcelerle yansıdığını görüyoruz. Kahramanın ağzından söyletmek istediklerini, kolay, hatta basit denilebilecek bir biçimde, okuru da içine alarak aktarıyor yazar.
Sis, kentin üzerini örtünce, bireyin gözü beyazın dışında başka bir renk gör(e)mez. Yoğun beyazlık gözün ulaşabileceği her nesneyi, canlıyı, olayı örter, gizler. Bireyin yaşam biçimi, idealleri, düşünceleri, arzuları, alışkanlıkları... genel anlamda söylemek gerekirse, görme yetisi ile doğrudan bağlantılıdır. Armaner de bunun bilincinde olmalı ki, öyküsünde "görme"nin sıradan bir tanıma eylemi değil de, algılama/yorumlama gibi üst değerlere ulaşılan bir ana yol olduğunu imliyor. Böyle bir tasarımda oluşan öyküde imge/simge kullanımı, bireyin "Ben"lik kavramı gibi temel anlayışlarla karşılaşıyoruz. Görmenin düşünsel açılımı, yorumu, etkinliği metnin üzerinde gizliden duyumsanmakta.
Erkek kahramanın yaşamı, alışkanlıkları, sis nedeniyle yaşadığı ürkeklik ve korku genel anlamda merak dürtüsünü imler. Sis, bilinen tanımların dışına ustaca taşınır, kent yaşamı ise bilimkurguyu andıran bir tasarıma dönüşmüştür. Öyküdeki kahraman birkaç günde kendini koca kentte yalnız başına duyumsar, korkar, kaçmak ister, saklanmaya çalışır. Yüzlerini görmediği, tanımadığı, hiç konuşmadığı insanlardan kaçmak ister. Bu karmaşık duygular insana özgü davranışlardır. Okura ilk başta çelişkili gibi gelen bu durum, hiç kuşku yok ki kahramanın kişiliğindeki yeni oluşuma uyum sağlama çabasından başka bir şey değildir. Bireyin böyle bir zamanda, mekânda, sonsuz bir sessizliğin ortasında kalması, "ben"liğini yap/bozlarla değiştirmeye çalışması, dürtülerini tanıması ile ulaşabileceği noktayı hedeflemektedir.
Japonların dünyaca ünlü öykü yazarı İkezava Natsuki'nin öykülerini andıran bir anlatım tarzına sahip Armaner. Bireyin kendi içsel yolculuğuna çıkması, ruhunun derinliklerinde gezinmesi, yaşadığı dünyayı değiştirmek, yeniden kurmak istemesi gibi çeşitli düşüncelerin yarattığı bu yeni tasarım, okura da bir ödev yükler. Erkek kahramanın bilinç kayması ve bilinç yitimi yaşaması, öyküdeki tasarımda yapısal değerlerin kışkırtıcı imlerle sezdirilmesi, metindeki felsefenin bir başka göstergesidir. Türker Armaner'in metne olan hâkimiyeti de buradan itibaren başlıyor zaten.
Öyküdeki erkek kahraman ne olduğu belli olmayan bazı görevlilerce bir eve götürülür, üstü başı aranır ve sorgulanır. Kahramanın içinde bulunduğu ortam tam anlamıyla olmasa bile, Kafka'nın romanlarındaki kaotik yapıyı imler bize. "Zeminden yukarıya doğru genişleyen mermer sütunların taşıdığı, üç katlı, bir kısmı betanorme olan tuhaf bir binaydı. En üst katta, alınlığa benzeyen bir levhada çoğu dökülmüş kabartmalar, artık ne olduğu belli olmayan bir öyküyü andırıyordu." Evdeki karmaşanın, düzensizliğin, sessiz devinimin anlatılması/yansıtılması "iktidar" ve "güç" endeksli bir savaşın görüntüsüdür aslında. Yazarın metne olan hâkimiyetinin belirli düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Bunu teknik açıdan irdelemek gerekirse, felsefe dokulu tümcelerin "boşluk" olmaksızın sıralandığını, olay örgüsünün devamlılığını, kurgunun kendi akışkanlığında sürmesini örnek gösterebiliriz. Metnin tamamında sağa sola savrulma, tümcelerin/sözcüklerin arkasına sığınma gibi işinkolayına kaçan bir anlatım tarzını seçmemiş yazar. İşini ciddiye alan, felsefi düşüncelerini belirli bir düzeyde yansıtmayı seven biri Türker Armaner. Felsefi dokuyu metnin her yerinde görmemiz olası. Kahramanın yalnızlığında, kendini sorgulamasında, kentin üzerine düşen sisin yoğunluğunda, iktidar-güç savaşında ve daha birçok şeyde...
Türker Armaner bu öyküsünde okuru doğrudan bilgilendirmek yerine, meraklandırma, yönlendirme ile yetiniyor. Öyküde teknik bilgi, olayın geçtiği zaman ve yerle ilgili ayrıntılar verilmiyor. Yazara göre öyküde önemli olan temel gerekçe, metnin kendi iç dinamiğinde oluşan tasarımın akışkanlığıdır. Metne olan hâkimiyeti ise konuyu yaymasında ve sürekliliğinde yatıyor. Yazarın ne istediğini bilen, kendine güvenen tavrından, bazı felsefi düşüncelerini öykü içinde serpiştirmesinden bunu anlıyoruz. Birçok öykü yazarının "ahkâm" keserek anlattığı, etik/siyaset/teolojik/estetik konularında öğütler verdiğini düşünecek olursak, Türker Armaner'in bu tarzını en azından "şimdilik" olumlu bulduğumu söyleyebilirim.
Özellikle öykülerde metnin boşlukları okur tarafından doldurulur, böylelikle de ortaya bir tür okur-yazar dayanışması çıkar. Metnin boşluklarını doldurabilmesi için okurun belirli bir bilinç düzeyine, algılama gücüne, edebiyat bilgisine ihtiyacı vardır. Erkek kahramanın yaşadıkları ilk bakışta bir düş ya da bellek oyunu gibi tanımlanabilir, hatta günlük koşuşturmanın yarattığı geçici bir bellek yitimi olarak da adlandırılabilir. Bütün bunlar olasıdır kuşkusuz. Öyküde geçen olayların bilimkurgunun sınırlarını zorlayan, felsefi derinlikle birlikte okurun kendisine sorular sormasını sağlayan bir altyapı içerdiğini de imleyelim. Okur elindeki metni tamamlamak için öncelikle kendinden başlayacaktır, düşünsel derinliği olan sorular sormaya. Yazarın da istediği budur aslında. Sisin bir imge olarak kullanılması, körlük, bireyin iktidar-güç savaşına ortak olması, çevre bilinci gibi konuları önce kendi tartışacak sonra da bu doğrultuda değişik yorumlar yapacaktır.
Ülkenin totaliter bir biçimde yönetilmesi, askerin yönetime ortak olması, çevrenin ve doğanın tahrip edilmesi gibi konuları yazınsal kaygının önüne çekmek istemesi, yazarın felsefeci kimliğinden kaynaklanıyor. Zamanın göreceli boyutunda, "dilin" önemsiz kaldığı, yaşamın anlık devinimlerle adeta itelendiği bir ortamda bireyin sorgulanmasını edebiyat kaygısıyla değil, felsefi bir bakış açısıyla irdeleyebilirdi ancak.
Okuru açısından bu açılımlar metne katılım anlamına gelecektir. Peki sadece bu kadar mıdır? Kent yaşamı üzerine yazılmış bir kurmaca öykünün sınırlarını zorlamak, monologların katkılarıyla düşünsel derinliğini olgunlaştırmak arzusunu görüyoruz yazarda. Okur, kendi durduğu yerden katkıda bulunacağı soruları art arda sıralarken, kent yaşamının görünenin/bilinenin dışına taştığı anda neler olabileceğini çeşitli olasılık hesaplarıyla anlamaya çalışacaktır.
Türker Armaner, "Sis Bileti" adlı öyküsünde yalın bir dille, bir kentin üzerine çöken ve günlerce kalkmayan sisin yol açtığı karmaşayı anlatıyor. Okurun düş gücünü zorlayan, zamanın ve yaşamın görece tanımsallığını felsefi bir tasarımla yazınsal alanda örtüştürüyor. Özellikle felsefi derinlik içeren öyküleri sevenlerin, merak ve ilgiyle okuyacakları bir öykü.