ISBN13 978-975-342-165-2
13x19,5 cm, 264 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Tepelitaklak, 2010
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

22 Kasım 1928

Anasının Kuzusu

Canım evladım Şekip'çiğim;

On gün evvel, sana ne güzel mektup yazıyordum, bir sürü işler araya girdi; avukatlara vekaletler, bankalarla ve alacaklılarla uğraşmalar felan. Bir türlü bitirmek kısmet olmadı. İki gündür mektubu ara ara yok. Evin altını üstüne getirdim, bir türlü bulamıyorum. Neyse bu sabah, rahmetli babacığının yazı masasının çekmecesine bir bakayım dedim. İyi ki de demişim. Bir de ne göreyim; yarım kalan mektup orada, öylece duruyor. Dalgınlığıma ver yavrum. Artık iyice yaşlandım. Hafızam çok zayıfladı. Koyduğum şeyin yerini hemen unutuyorum.

Evladım Şekip, Anasının kuzusu; sevgili babacığının ani vefatına çok üzüleceğinden eminim. Fekat ne yapalım?.. Takdir-i İlâhi. Elimizden gelen bir şey yok. Hem zaten, ölenle ölünmez değil mi yavrum?.. Sen Evropa'lara gider gitmez geçirdiği felçten sonra, bildiğin gibi, tam beş sene müddetle babana ben baktım. Kakasını, çişini kendi ellerimle temizledim, yıkadım, doyurdum, ilaçlarını aldım ve elimden geldiği kadarıyle, bu koca konağı çekip çevirmeye çalıştım. Beş sene, sanki bu evin hizmetçisiydim. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de kendi evimde o şıllığa hizmet etmek mecburiyetinde kaldım.

Şimdi evladım; bu konak, bahçesi, bostanlar ve dahi Moda burnundaki arsa tamamen bana kalmış bulunuyor. Sıdıka karısına bir zırnık bile koklatmadım. Fekat, sen de takdir edersin ki, benim bunca mal-mülkle ne uğraşacak zamanım, ne de bunları idare edecek, çekip çevirecek gücüm ve dermanım vardır. Bu yüzden acele buraya dönmelisin Şekip'çiğim… Sen tek çocuksun. Seni bugünler içün yetiştirdim. İstanbol'a dön. Evine, mallarına ve sevgili annene sahip çık. Artık bu evin direği ve reisi sensin. Anladın mı benim bir tanecik, akıllı oğlum? Bu kadar mal-mülk ne olacak? Konağı satacak mıyız? Hoş. Alan da yok ya!.. Neyse, kiracımız Solomonlar n'olacak? Çıkartacak mıyız? Onları çıkartırsak, nasıl geçineceğiz? Mösyö Solomon'un biricik kızları Merkada'cık, sen gittikten sonra bir büyüdü, bir serpildi. Görsen şaşarsın!.. Hem, musikiye de fevkalâde merakı ve istidadı varmış... Hem, buraya dönünce mali bakımdan hiçbir şikâyetin olmayacak. Musikiyle arzu ettiğin gibi uğraşırsın. İlâveten, sana mes'ud bir havadis: Geçenlerde, rahmetli babanın eski arkadaşlarından, bizim Başyazar Beyefendiyle konuştum. Ona, senin durumundan bahsettim. İstanbol'a döneceğini öğrenince pek sevindi. Buraya döndüğün zaman, seni Belediye Konservatuvarına sokmak içün elinden gelen gayreti bilhassa göstereceğini ifade etti. İlâveten, bir meşgale olarak, evimizde hususi piyano dersleri de verebilirsin. Komşu kızları senden ders almaya gelir. Muhitin olur. İstikbalde, içlerinden beğeneceğin bir tanesiyle mes'ud bir izdivaç yaparsın. Konağın üst katında siz, alt katında ben otururum. Torunlarımla meşgul olur, size pastalar, çörekler yaparım. Bazı akşamlar, misafir odasında sen piyano çalarsın, ben de şarkı söylerim. Ama tabii, her şeyden mühimi; beraber olmamız. Sen ve ben!..

Benim küçük Şekip'çiğim, anasının kuzusu; bavulunu kaptığın gibi hemen İstanbol'a hareket et. Gâvur ellerinde bir gün daha vakit kaybetme ne olur. Sana ihtiyacım var. Artık bütün sıkıntılarımız sona erdi, Allah'ıma bin şükür. Buradan ayrılırken, sana verdiğim altınlardan bir kısmı kalmıştır herhalde elinde değil mi? Onları bozdur. Tren biletini alıp, hemen yola çık. Seni, çok, çook özlüyorum Şekip'çiğim. Bu hasretlik canıma tak etti artık!.. Bir an önce, seni çok seven anneciğinin kollarına dön. Olur mu benim canım oğlum!..

Annen

28 Kasım 1928, Cenevre

Elveda Madam Laparra

"Hadi konuşsana. Ne susuyorsun?.. Sen zekisindir. Bu gibi durumlarda neler söyleneceğini bilmen gerekir."

"…………"

"Çek ellerini üstümden. Bana dokunma."

"Ne diyebilirim ki? Aklıma hiçbir şey gelmiyor."

"Özür dilerim. Ben kalkmak zorundayım. Evde yapılacak bir sürü işim var."

"Lûtfen birkaç dakika daha kalın, lûtfen. Yalnızca bir dakika."

"Eee. Ne konuşacağız şimdi? Sen İstanbol'a dönüyorsun, annenin yanına. Ben ise, her zaman olduğu gibi kocama. Bu iş bu kadar basit."

"Bir şişe şarap daha içelim. Hemen gitmeyin."

"Ben yeterince içtim. Sen iç. Seninle buluştuğumuz her akşamın sonunda eve gittiğimde, kocam içkili olduğumu anlamasın diye, hemen yatıyorum zaten… Sen benim neler çektiğimi nasıl bilebilirsin?.. Seninle benim ayrı dünyalarımız var ve sen bu durumu asla kabul etmek istemiyorsun."

"Biliyorum. Her şeyi anlıyorum. Ama elimden ne gelir ki?"

"Sana göre hava hoş tabii. Siz dört kadın da alırsınız, beş de. Ne fark eder ki?"

"Annem…"

"Annen. Hep annen. İki seneden beri hep annenden bahsediyorsun. Baban yok mu kuzum senin?"

"Babam geçenlerde ölmüş. İstanbol'a dönmemin sebeplerinden biri de bu zaten."

"Sen aslında son derece mesuliyetsiz ve egoist birisin, biliyor musun? Bunların olacağı belliydi zaten. Fekat, bu kadar müddettir, durumumuzu değiştirmek içün parmağını bile oynatmadın. Beni ustaca kullandın."

"Hayır. Asla. Öyle bir şey kat'iyen bahis mevzuu değil."

"Hıh!.. Biliyor musun? Hepiniz aynısınız. Beni hep bir vücut parçası olarak gördünüz. Hiçbiriniz, sizden asıl istediğim şeyin ne olduğunu bir türlü anlayamadınız. Daha doğrusu anlamak istemediniz."

"Halbuki ben anladığımı zannetmiştim."

"Hesabı ister misin lûtfen? Daha fazla oturamayacağım."

"Birbirimiz üzerinde tahakküm kurmayacaktık hani?.. Hani ikimiz de müstakil olacaktık? Size, muhterem kocanızdan boşanmanız içün bir gün bile baskı yaptım mı? Beraberliğimiz müddetince, bir kere bile bu mevzudan söz ettim mi? Şimdi, ne oldu da değiştiniz? Münasebetimizi olduğu gibi kabul ettiğinizi düşünmüştüm."

"Babam, beni on iki yaşına kadar hep kendisi yıkardı, biliyor musun? Son defa beni banyoya soktuğunda; vücudumu sabunlarken, elleriyle orama burama dokunurken, gözlerinin içine dikkatle baktım ve işte o anda bütün erkeklerden nefret ettim. Anlıyor musun? Nefret!.."

"Size karşı olan hislerim çok farklıydı. Ben, size hakikaten âşıktım. Aramızda, şehvetten öte bir şeyler vardı. Hem de çok mühim şeyler!.."

"Şimdi ne yapacağım biliyor musun? Eve gideceğim. Mösyö Laparra'yla her zaman olduğu gibi akşam yemeği yiyeceğiz. Kahvelerimizi içerken, o bana günümün nasıl geçtiğini soracak. Ben de iyi geçtiğini söyleyeceğim. Sonra, o çalışmak üzere odasına çekilecek. Ben de bir süre piyano çaldıktan sonra yatak odama gidip, kitap okurken uyuyup kalacağım."

"Sonra ne olacak? Haftalar, aylar sonra…"

"Merak etme. Üç-dört ay sonra seni tümüyle unuturum. Bu arada başkalarıyla şansımı denemeyi sürdürürüm elbette."

"Peki öyleyse. ELVEDA MADAM LAPARRA..."

"Ne?.."

14 Aralık 1928, İstanbul

O sabah kuzeyden, Karadeniz tarafından esmekte olan sert rüzgârların önlerine kattığı bir iki kar tanesi, sessizce gelip, Galata taraflarında bir yerlere düşer. Bunlar, hemen eridikleri için kimselerin dikkatini çekmez. İstanbul halkı işine gitmektedir. Hem zaten, Rasathane müdürlüğüne göre, daha bir on beş-yirmi gün, İstanbul'a kar yağması söz konusu değildir.

Öğlen tatili sakin geçer. İstanbul çalışanları işyerlerinin yemekhanelerini, Beyoğlu'ndaki restoranları ve meyhaneleri tıka basa doldurur. Bu arada, kimileri güneşli havadan yararlanarak, çay bahçelerine gider. Kendi aralarında sohbet edip, nargilelerini fokurdatırlar.

Akşam üzeri, bu dinginlik bozulur. Boğazın Sarıyer taraflarında, yükseklerde bir yerde, sabahtan beri sessiz sedasız büyümekte olan bir bulut artık kendi ağırlığını taşıyamayacak bir hale gelmiş, dağ gibi kocaman bir şey olmuştur. Saat tam 17.00'de, bu bulut artık dayanamaz ve ansızın içinde sakladığı, her biri birer ceviz büyüklüğündeki sayısız kar tanesini, anaforlu bir sağanak halinde Boğaz kanalı boyunca, İstanbul üzerine boşaltmaya koyulur.

Bu kar pek aceleci ve pek hınzır bir kardır. Kar, giderek siyaha dönüşen gökyüzünde, beyaz benekler halinde oradan oraya uçuşur. Aklına estiği gibi hareket eder yani. Bazen, kaldırım taşlarına konacak gibi olursa da, hemen bundan cayar ve gider denize düşer. Bazen apartmanların camlarına sicim sicim vurup, trampet çalar. Güvercinler kaçışır. Birden gece oluverir. Sokaklara dökülen halk şaşkındır. Bir an önce evlerine dönmek için acele ederler. Kar fırsatı kaçırmaz, hemen bunları didik didik etmeye başlar. Memurların şapkalarına, burunlarının ucuna konar. Hanımların kocaman kıçları üzerinde gezinir. Otomobil sileceklerini çalışamaz hale getirir. Kısa süre içinde, Rumeli yakasının büyük bir bölümü tümüyle beyaza boyanmıştır bile. Tramvaylar raylarından çıkıp, yolları tıkarlar. Taksiler kayıp, birbirleriyle kafa kafaya toslaşırlar. Kar bayağı bayağı tutmaktadır. Beş altı kişi düşüp kalça kemiklerini kırar. Bazı akıllı memurlar, bu havada nasılsa evlerine geç kalacaklarını anlayıp, biraz daha geç kalmak için en yakın meyhanelere yönelir. Limanda gemilerden mal indirmekte olan tüccarlar Rasathane Müdürüne ağız dolusu küfür ederler. Çocuklar annelerinden kurtulup, neşeyle kar topu oynarlar.

Geceleyin kar şiddetini öyle bir artırır ki, lapa lapa yağmaktan da öte, acayip bir şey olur. Caddelerde kar çağlayanları püskürtmekte ve kar, kentin üzerini tıpkı beyaz bir kefen gibi örtmektedir. Kent büzülmekte, üşümekte ve tir tir titremektedir. İstanbul'un bütün serçeleri birden ölür. Bu kar, pek acımasız bir kardır.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X