Semih Gümüş, “Ütopyanın gerçekliği”, Radikal Kitap Eki, 25 Aralık 2009
İçinde yaşadığımız zamanların gerçekliği yeniden üretme konusundaki çıkmazları, düşünce üretiminin dört duvar arasına sıkışmasına neden oluyor. Elbette olanaksız değil yeni düşünceler üretmek, ama insanın bilgisi ve ufku ne kadar derin ve genişse, düşüncenin yapacağı sıçramalar da o kadar uzun olur. Soyutlama ve kurgulama biçimi yetkinleştikçe düşünce kendini yeniden üretme gizilgücünü çoğaltır; bu ikisinin kısırlığıysa, gündelik hayatın gerçekleriyle sınırlar.
Öte yandan, bilgiye ulaşma konusunda sıkıntı yok elbette, ama düşünce üretiminin önkoşullarından olan soyutlamanın kusursuz ve hızlı biçimde çalışmasında bazı sıkıntılar olduğu söylenebilir. Bunu belki en çok siyasal hayat hissediyor. O hayatın içinde de kendini sürekli yenilemek zorunda olan sol ve sosyalist düşünceler. Öte yandan ister solda, ister sağda olsun, dogmalarla yaşamaya gönüllü hiçbir düşünce yenilenmenin kesintisiz bir süreç olmasını istemez.
Fredric Jameson, Ütopya Denen Arzu kitabında, ütopyaların gerçeklik alanlarını irdelerken siyasal hayatı da bir uçtan öbür uca kat etmeye çalışıyor. Hemen girişte, “Ütopya her zaman siyasal bir mesele olmuştur ve edebi bir biçim için bunun çok alışıldık bir durum olduğu söylenemez,” derken, aslında birkaç boyuta birden gönderme yapıyor. Hem siyasal düşüncelerin zaman içinde kendini yenilemek zorunda olduğu için açtığı kapılardan biridir ütopya; hem edebiyatın sorunudur; hem de siyaset ya da edebiyat, düşünce hayatının birbirini iten alanlarında birden aranır.
Bütün ötekiler durağanlık içinde, kırk yılda bir yenilenme gereksinimi duyarken Marksizm kendini sık sık sorguluyorsa, bu gücü yeniden başa dönerek yapmaktan alıyor. Yoksa otoriter ve dogmatik biçimlerine bulunan reel karşılıklar, Marksizm içindeki akla-uygunluğa yatkınlığı ve ütopyacı ufukları da kıstırmıştı. Bu geleneksel yüzüyle topyekûn bir hesaplaşma yaşamadı aynı sol, ama onun kendini yenileme ve yepyeni bir düşünce üretimi içinde yaşama konusundaki niyetinden de kuşku duyulamaz. İşte bu koşullar, ütopya kavramını kimileri için adamakıllı gerçekil kılıyor ve yeni ütopyaların içini doldurmak için hiç değilse enerji harcamaya hazır tutuyor.
Thomas More’un Ütopya’sı, “modernliği tanımlayan çoğu yeniliğin neredeyse tam anlamıyla çağdaşıdır”. Aslında bütün yenilenme dönemleri ütopyaların yaratılması için uygun koşullar yaratır. Bunu sözgelimi, on dokuzuncu yüzyılda yeni bir rejim sancılarının yaşandığı Rusya’da, Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı? ütopyasında bulabiliriz. Nasıl Yapmalı?’daki yepyeni bir toplum ve yaşam biçimi tasarımı 1970’lerin başındaki siyasal pratik içinde bizi de çok etkilemişti, ama bugün aynı etkiyi kesinlikle yaratmayacağından kuşkum yok. Ütopya bu, içine doğduğu dönemin dinamiklerinden beslenir, ama değişen koşullar onları da geçersizleştirebilir.
Jameson da böyle bir durumun başlangıcını şu sözlerle saptıyor: “Tüm toplumsal hareketler Ütopyacı bir hayali gerçekleştirmeye çalıştığına, bu uğurda topluluklar kurulmuş, devrimler yapılmış olduğuna göre ve biraz önce gördüğümüz üzere terimin kendisi günümüz söylem mücadelelerinde bir kez daha yerini almış olduğuna göre, bu listeye neden siyasal pratiği de eklemeyelim?”
Katıksız demokrasi ve tam özgürlük
Söz konusu olan sosyalist solun siyasal pratiğiyse, orada somut siyasetin çözmekte ya da önüne koymakta güçlük çektiği sorunlara ütopyalarla seçenekler bulmak, geçerli yollardan biri görünüyor. Sözgelimi yeni bir Marksizm yorumunu siyasal pratiğe iktidarı ve siyasal partiyi bütün bütüne yadsıyan bir biçimde uyarlamak, pek çoklarına ütopik gelse de, hem düşünsel düzeyde bu ütopyayı tamamlamaya gönderecek, hem de son yıllarda kendiliğinden oluşan ilerici hareketlerde kendi gerçekliğini de görmeye başlayacaktır.
Demek ki Ütopyacı Tahayyül’ün sınırlarına dayanan Ütopyacı Tasavvur da önümüzde duruyor. Küreselleşme karşıtı antikapitalist hareket, bu tasavvurun altyapısını adım adım dokurken, siyasal iktidar amacının dışında bir savaşım ve yeni bir düzen biçimini de kurgulayabilir. Katkısız demokrasi ve tam özgürlük; eşit paylaşım ve adil düzen; devrimci olanı, yani bu arada zoru ve şiddeti yadsıyan; dünyanın her yerindeki insanları birleştiren gelecekçi idealler; dolayısıyla ulusal sınırları, siyasal yurt kavramını yadsıyan bir dünya görüşü. “Ütopik bir takımada, adalardan oluşan bir ağ; içten ademi merkezi, birbirinden kopuk merkezler takımı...” Aslında antikapitalizm başlı başına bir ütopya kurucusu değil midir? Buraya her yerden görünen bir im koyup ondan sonra yürünmeye başlanabilir.
Jameson, “küresel-yerel karşıtlığının yalnızca sahte sorunlar değil, sahte çözümler de üreten ideolojik bir düalizm olduğunu” belirtiyor ki, bu sahte sorunlar ve çözümlerin yaratıcılarıyla bugün de ülke sorunları karşısında gitgide açılan bir yarık oluşmakta, yan yana görünenler birbirlerinden bu noktada birbirlerinden uzaklaşmakta.
Küresel olan ile yerel olan arasında hâlâ varlığını sürdüren çatışmaları yok saymak değil bu; tersine, bu çatışma gerçekliği üstüne yerel olanı mutlaklaştırmanın, dolayısıyla darlığa ve milliyetçiliğe çıkan düşünceleri dondurmaya çalışmanın yanlışlığından söz ediyorum.
Kaçınılmaz elbette: gözü her türlü ütopyaya kapalı, çünkü her türlü yenilenme tasavvuruyla ilişkisini kesmiş olanlar, yerel ile ulusal olanı yabancı ve küresel olana karşı doğruturken katkısız bir ideolojik tutuma sarılıyor, yanılsamalarla konumunu pekiştiriyor.
Gerçek hayatta karşılıkları bulunan düşünceler için akla-uygunluk, F. Engels’i de ilgilendirmişti. Önce aranan, somut karşılığı bilinmeyen akla-uygun toplum ve devlet tasarımı, Fransız Devrimi ile karşılığını bulmuş oldu. Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm’de, akla-uygun olan ile karıştırılmaması gereken ütopyanın ne olduğunu şu sözlerle anlatıyor Engels:
“Toplumsal problemin henüz gelişmemiş iktisadi şartlarda gizli duran çözümünü, ütopyacılar, insan beyninden çıkarmaya kalkıştılar. Toplumda yanılgılardan başka hiçbir şey yoktu; bunları gidermek sağduyunun göreviydi. Öyleyse, yeni ve daha mükemmel bir toplumsal düzen sistemi bulmak ve o topluma dışardan, propagandayla ve, mümkün olan her yerde, örnek alınacak deneylerle kabul ettirmek gerekiyordu. Bu yeni toplumsal sistemler, ütopik olmaya önceden mahkûm edilmişti; bunlar, ayrıntıları bakımından ne kadar tam işledilerse, olmayacak hayallere kapılmaktan o ölçüde kurtulamadılar.”
Bu sözlerden ütopyayı yoksayıcı bir anlam çıkmaz, ama Engels ve Marx ütopyaları idealizmle özdeşleştirdikleri için, tarihsel maddeciliği onun yerine bir süpürücü olarak koydular. “Nitekim Ütopya, gerçekten siyasal bir gelecekle olan ilişkimizi, artık mevcut eylem programlarından daha iyi ifade etmektedir; zira biz şimdilik, küreselleşmiş bir dönüşümün nasıl devam edeceğiyle ilgili herhangi bir anlayışa sahip olmadığımızı kitlesel protestolar ve gösteriler aşamasındayız.”
Ütopya Denen Arzu, Jameson’ın kendisi için çizdiği sınırların çok ötesine atlayan düşüncelerle, belki yeni ütopya tasarılarıyla okundukça anlamı çoğalan bir kitap. Sonsöz olarak şunu belirtebiliriz: “Bizi düşmanın varlığı değil, genel inanış elden ayaktan düşürüyor.”