Kaya Genç, “Talebimiz: Dünyanın bütün sokakları”, Radikal Kitap Eki, 2 Temmuz 2010
İngiliz felsefeci Simon Critchley’nin Sonsuz Talep’te tarif ettiği politik pratiklere yabancı değiliz. 1999 yılında Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü toplantısına karşı düzenlenen protestolar ve takip eden Prag, Nice, Cenova, Quito, Cancun deneyimlerine daha geçen hafta, Toronto’daki G-20 gösterileri eklendi. Critchley’nin kitabında tanımlayıp bir model olarak önerdiği ‘etik-birey’inin siyaset alanı tam da böyle bir yer: Dünyanın bütün sokakları.
Critchley’nin dünyadaki adaletsizliklerden hayal kırıklığına uğramış bireyi, içinde hissettiği (Critchley’e göre ilk tepkimiz olan) öfkeyi bir talebe dönüştürüyor ve bunun için eyleme geçtiğinde etik hareketine başlamış oluyor. Elbette, bu ‘etik-birey’den yola çıkarak evrensel bir etik talebinde bulunmak kulağa fazlasıyla Kantçı geliyor. Bu da şaşırtıcı bir durum, ne de olsa Beyoğlu’ndaki Pandora Kitabevi’nin kataloğunu karıştırdığınızda, Critchley’nin editörlüğünü yaptığı kitapların yazarları arasında Alain Badiou’dan Jacques Derrida ve Emmanuel Levinas’a Fransız felsefesinin Kant’tan çok Hegel’in fenomenolojisine yakın isimlerini buluyorsunuz. Critchley öncelikle Fransız felsefesinin etik sorunuyla ilgileniyor (ayrıca özellikle Marx’ın yirmi beş yaşında kaleme aldığı Hegel üzerine notlarını tartışırken de gördüğümüz gibi, Almanca ve Alman felsefesine de hakim) fakat Levinas’ın ve Derrida’nın etik üzerine yazdıklarında var olan bir şey, hayati bir şey Critchley’de eksik: Şiirsel, fenomenolojik düşünme gücü ve bu düşünme gücünün düşünceye yapabilecekleri. “Bu kitapta şunu yapacağım, bu bölümdeki amacım buydu, argümanımın şu olduğunu hatırlatırım” diyerek çatısını kurduğu kitabında Kant’tan Habermas’a uzanan daha formel bir sözdizimi ve söyleme biçiminin diliyle, hep açıkça söylemeye çalışan düşünürün sesiyle karşı karşıyayız. Bu da Hegel sonrası fenomenolojik ‘düşünme hareketi’nin şiirselliğinden mahrum kalmak anlamına geliyor. Fakat dilinin kesinliğine aldanıp Sonsuz Talep’ten İmparatorluk’taki gibi kişiyi sürekli pratiğe çağıran bir manifestolar silsilesi de beklememek gerekiyor. Kitap daha çok ‘neo-anarşist’ olarak tarif edilen bir sorumluluk etiğinin sınırları üzerine.
Devletçiliğe karşı anarşizm
Sonsuz Talep’in başında hayalkırıklığından doğan felsefi arayışlarımızın iki ana doğrultuya yöneldiğini öğreniyoruz. Din yolundan gidenlerin karşısına nihilizm sorunu çıkıyor: Bir tarafta hayatlarını kendini geliştirmeye adayan pasif nihilistler var (Critchley’nin bu kişilerin meşguliyetlerine dair örnekleri şunlar: Yoga, bahçıvanlık, karamsar görünümlü edebi denemeler yazmak). Onlardan çok daha heyecan verici görüneni ise, Lenin’den İtalya’daki Kızıl Tugaylar’a, Marinetti’nin fütürizminden Guy Debord’un sitüasyonizmine dünyayı parçalayıp geçen; çekiçle, fırçayla, bombayla, yıkarak, zorla hayatı dönüştüren aktif nihilistler. Tam bu tarafta bulunmanın iyi olabileceğini düşünürken, Critchley bize El Kaide örgütünün de aktif nihilistlerin dünyasına ait olduğunu söylüyor (hatta isim vermese de, Deleuze ve Guattari’den hareketle örgütün ‘rhizomatik’ yapısından dem vuruyor). Sonsuz Talep’in en şaşırtıcı satırında Turgenyev’in kahramanı Bazarov’la mukayese edilen Usame Bin Ladin’in felsefesi ise “anlamı yeniden yapmanın tek yolu görkemli yıkım hareketlerinden geçer” şeklinde tespit ediliyor. Critchley, Hıristiyan fundemantalizmini de bu ‘aktif nihilizm’in biçimleriyle düşünen bir akım olarak görüyor ve Lenin’den Kızıl Tugaylar’a uzanan sol çizgiyi El Kaide’ye bağlarkenki rahatlığını El Kaide’yi (George W. Bush ile halef ve selefleri olan) Hıristiyan aşırılıkçılarına bağlarken de gösteriyor. Şiddet sarmalından huzurla uzaklaştıktan sonra ise felsefi arayışlarını din değil, politika yönünde sürdürenleri tarif ediyor. Burada kişinin karşısına etik problemi ve etik öznellik meselesi çıkıyor.
Critchley devletçilik karşıtı bir anarşizme olan sempatisini hiç saklamıyor. Devlete ait alanların terk edilmesini, sokaklara çıkmamız gerektiğini söylüyor. Irak Savaşı’na karşı Roma’da üç milyon kişi yürümemiş miydi? 2003 Şubat ayında Londra’da her otuz kişiden biri (toplam iki milyon kişi) sokaklarda değil miydi? Gazete, kitap ve televizyon kameralarının daha az ilgi gösterdiği, ironi ve diğer komedi tekniklerini kullanarak iktidara saldıran anarşist gösteri pratikleri de, Critchley için, silahlardan arınmış bir mücadele alanınından bize yeni bir şeyler söylüyor. Temellerini Carl Schmitt ve Hobbes’tan alan bir güç siyasetine karşı belki etkisiz kalacaklar ama sokakların bu yeni kahramanları farklı bir sorumluluk etiğiyle dünyayı dönüştürebilirler; Critchley’nin söylediği bu.
Sonsuz Talep’te tarif edilen bu etik düşüncesinin üç temel kaynağı var. Biri Alain Badiou’nun ‘olaya sadakat’ kavramı (genel bir mücadele yerine Badiou ‘event’ olgusuna, yaşanan tekil ‘olay’lara sadakatten bahsediyor). Diğeri, Danimarkalı teolog Knud Ejler Logstrup’un ‘etik talep’ anlayışı. Son olarak da Emmanuel Levinas’ın ‘talebin tatmin edilemezliği’ düşüncesi var. Critchley’nin etiği, öznenin etik talebine yönelik daimi sadakatiyle ve bu talebin sonsuzluğunu, tatmin edilemezliğini kabulüyle kuruluyor.
Ancak bu direniş felsefesinde, başta da söylediğimiz üzere, fazlasıyla Kantçı bir yan var. Hem evrensel hem öznel olabilen, her durumda doğru davranışımızı düzenleyecek bir kategorik emir (‘categorical imparative’) fikrini Kant’dan alıp Badiou’nun olaylara (‘event’) özgü kılan yaklaşımıyla güncellese de, Critchley’ninki kişisel disiplin üzerine kurulu bir Aydınlanma düşüncesi olmaktan öteye geçemiyor. 11 Eylül 2001 ‘olay’ına dek devam eden, 2000’lerin başındaki o kısacık dönemde, politik sahnede önemli bir rol oynayacağını düşündüğümüz küreselleşme karşıtı hareketlerin kuramsal çerçevesini çizen Antonio Negri ve Michael Hardt’ın çokluk (‘multitude’) yaklaşımını da fazla ontolojik ve Marx’ın proletaryasına yakın olduğu için, problemli buluyor Critchley. Ancak bireysel direnişlerden oluşan ve bir ‘tutkalla birleşecek’ pratikler ağının etkili olacağına inancı tam.
Sonsuz Talep’i 2007 yılında Verso yayımlamıştı (bu edisyonda Metis baskısına dahil edilen ‘Obama’dan sonra sol’ makalesi yok; yani Türkçe edisyon daha güncel). Aynı yılın kasım ayında London Review of Books dergisine Slavoj Zizek zehir zemberek bir yazı yazarak Critchley’nin etik tarifine atıfla, ‘direniş teslimiyettir’ başlığını attı. Irak Savaşı’na karşı yürüyüş yapan milyonlarca kişinin ‘savaşı meşru kıldıklarını’ söyleyen Zizek’e göre Critchley’nin meta-politika savunusunda büyük sorunlar var. Bu sorunların ilki, mücadeleyi devlet alanından uzaklaştırarak demokrasinin evcil bölgelerine taşıması (savaş protestolarından sonra Bush, “Amacımız Irak’ta da böyle protestoların düzenlenebileceği bir demokrasi oluşturmak” demişti). Diğer sorun ise Critchley’nin zaferlerini bir anlamda kabul edip devlet aygıtındaki varoluşlarına dokunmadığı liberal-demokratik iktidarı stratejik olarak iyi seçilmiş, ‘sonlu’ ama kesin hedeflerle ‘bombalamak’ yerine ondan ‘sonsuz talepler’de bulunması. Talebin sonsuzunun mu yoksa sonlusunun mu daha iyi olduğu tartışılır; Zizek’in eleştirilerinde haklı olup olmadığı da. Ama Tuncay Birkan’ın Türkçeye kazadırmakla iyi bir iş yaptığı Simon Critchley’nin kendi deyişiyle, Sonsuz Talep’in gerçek bir ‘Zeitdiagnose’ (zaman/dönem teşhisi) yaptığı ortada.