Ahmet Adnan Azar, “Estetiğin içinden geçme halleri”, Cumhuriyet Kitap Eki, 11 Kasım 2010
2006'da yayımlanan Sonsuz Düşünce başlıklı derlemesiyle tanıdığımız Alain Badiou’nun Başka Bir Estetik adlı çalışması, özenli çevirisi ve göz alıcı tasarımı ile okur önünde. Badiou’nun farklı bir estetiği arayan bu kılavuzu, bağımsız bir felsefe olarak yeni bir “okuma” girişimi.
Şiir, dans, tiyatro ve sinema koridorlarında yol alan, yeniden ve yeni bir bakışla yine şiire eğilen Badiou, bu alanlarda var olan sanat türlerinin ürettiği felsefeye, disiplinlerarası karmaşık ilişkiler bütünü içinde tarihsel olarak birbiriyle eşleşen sanat ve felsefeye bakıyor; bu düğümü anlaşılır kılma yolunda değerli bir katkı koyuyor.
Felsefi kimlik saptaması
Felsefe ve sanat arasındaki ilişkiyi, hakikat ile gerçeğe benzerlik arasındaki çizginin tespit edilmesine bağlayan yazar, didaktizm, romantizm ve klasisizm dışında, yeni bir şema arayışına başvuruyor. Sanat görüşleri bakımından Marksizmin didaktik, psikanalizin klasik, Heideggerci yorumbilgisinin ise romantik olduğunu hatırlatan Badiou, bu üç şemanın doygunluğa erişmiş olması, söz konusu unsurlar arasındaki düğümün çözülmesine, sanat ile felsefe arasındaki bağın kopmasına ve çöküşüne yol açtığını söylüyor. Öte yandan, Dadaizmden sitüasyonizme yüzyılın avangardları, sanata “son verme” arzularıyla, sanatın yabancılaşmışlığını ve sahicilikten yoksunluğunu ifşa etmeleriyle didaktiktir.
Didaktik-romantik bir şema önerisi olarak ya da yaratıcı yıkımın mutlaklığı olarak düşünülen avangard girişimler klasik karşıtıydı. Badiou, Başka Bir Estetik’le, sanat ve felsefe arasında bir dördüncü düğümleme tarzı önerirken, sanatsal sürecin tekilliğine, bu sürecin bilimden ya da siyasetten ayıran indirgenemez farklılığı temellerlendiren unsurlara odaklanmak gerekliliğine işaret ediyor. “Bir şiir nedir ve felsefe şiir hakkında ne düşünür?” gibi bir ilk soruyla, felsefi kimlik saptamalarına gidiyor.
Platon’un idea felsefesinden yola çıkarak, modernler döneminde Mallarme ve Rimbaud’nun şiirleriyle kurduğu düzenek içindeki düşünce rejimleriyle, Platoncu yargıyı “tepetaklak” edişini, hem de Nietzsche’nin “tüm değerlerin tümden değerlendirimesi”yle yapmak istediğinden daha keskin bir biçimde gerçekleştirdiğini ve böylece felsefe ile şiir arasındaki ilişkide can alıcı bir yer değiştirmeye yol açtığını örnekleriyle gösteriyor bu çalışma.
Mallarme ve Rimbaud ile başlayarak Trakl’ı, Pessoa’yı, Mandelstam’ı ve Celan’ı içine alan süreci irdeleyen Badiou, ilk soruya karşılık olabilecek görüşlerle sürdürüyor yeni düğüm arayışlarını: “Ama daha da derinde, kendimizi zihinsel olarak Pessoa’ya kaptırmamızın felsefenin modernliği hiçbir biçimde tüketmemiş olmasından ileri gelir. Öyle ki bu şairi okuduğumuz, onda bir buyruk keşfettiğimiz takdirde kendimizi ondan alamayız; henüz nasıl itaat edeceğimizi bilmediğimiz bu buyruk, şairin bizim için açtığı, Platon ile anti-Platon arasındaki yolu, yani hakiki bir çokluk, boşluk ve sonsuzluk felsefesinin yolunu tutmaktır. Tanrıların ebediyen terk ettiği bu dünyaya hakkını olumlayıcı biçimde verecek bir felsefe.”
Hakikatin bir boşluk şiiriyle başladığını, devam etme tercihiyle devam ettiğini ve yalnızca kendi sonsuzluğunun tükenmesiyle tamamlandığını söylüyor Badiou. Ebediyen kaybedilmiş şiir, kalıcılığın örnek bekçisidir aynı zamanda. Peki, kendini sabitlenmemiş olan şeye adamış, “efendi çıkmazından muaf” başka sanatlar da yok mudur? Doğaçlamanın, hareketliliğin, “tek bir kere”nin sanatları? Bize ağırlıklarını unutturan hareketli bedenlere, dansa ne demeli? Ya Deleuze’e göre “zaman-imge”nin akışı olan sinema? Ya günün birinde oyuncularının ve yönetmeninin kaybolacağı, dekorlarının depolarda çürümeye terk edileceği, geriye hiçbir şeyin kalmayacağı tiyatroyu nereye koymalı? Peki, felsefe? Kamuya büyük ölçüde “açık” olan bu sanat türleriyle ilişkisinde ne yapmalı? Badiou, Başka Bir Estetik’te bu soruların karşılıklarını arıyor.
Hiçbir yeni ad sonuncu ad değildir
Dans, Zerdüşt-Nietzsche’nin büyük düşmanı “ağırlık ruhu”na karşı çıkıyor. Badiou’ya göre de dans, her türlü ağırlık ruhundan muaf bir düşüncenin imgesi. Dansta yeryüzü sürekli havalandırılan bir yer. Dansın odağındaki soru, dikeylik ile çekim arasındaki ilişkidir; aynı zamanda hava ile toprağın konumlarını değiş tokuş etme, birbiri içine geçme olanağı: “İşte bu sebeplerden dolayı, düşünce dansta bulur metaforunu; kuş, pınar, çocuk ve elle tutulamaz havadan meydana gelen diziyi özetler dans. Elbette, bu dizi fazla masum, hatta çocuksu görünebilir; hiçbir şeyin ağırlık ya da önem taşıyamadığı çocuk öykülerine benzeyebilir.”
Dansın, serbest kalmış bedensel bir itki olmadığını, itkiye itaatsizliğin bedensel olarak gösterilmesi olduğunu söylüyor Badiou. Dans, yazara göre, hafif ve incelikli düşüncenin metaforudur, çünkü harekete göre yakala(n)mayı gösterir ve böylece bedenin kendiliğinden amiyaneliğine karşı koyar. Dans, bedenin yeryüzüne verdiği yeni bir ad. Ama hiçbir yeni ad sonuncu ad değildir.
Badiou, Başka Bir Estetik’in “Tiyatro Üzerine Tezler” bölümünde “tiyatro fikri”ni yeniden tanımlıyor: “Tiyatro bir düzenleme, bir aranjmandır. Tek varlığı temsil olan, son kertede uyumsuz maddi ve fikri bileşenlerden oluşan bir düzenleme. Bu bileşenlerin (bir metin, bir yer, bedenler, sesler, kostümler, ışıklar, izleyici...) bir olayda, yani temsilde bir araya getirilmiş olması ve bu temsilin akşamdan akşama tekrar ediliyor olması, onun her defasında olaysal, yani tekil olmasını hiçbir biçimde engellemez (...) Fikir temsilde ve temsil vasıtasıyla boy gösterir. İndirgenemez biçimde teatraldir ve sahneye gelmeden var olduğu söylenemez.” Tiyatroda önemli olan bir fikirle karşılaşmak iken, sinemada fikir-hayaletlerinin geçip gitmesi önemlidir.
Sinemanın bir “ziyaret” olduğunu söylüyor Badiou. Bu edim içinde “görüntü” kesilir, kurgulanır. Hareket engellenmiş, askıya alınmış, saptırılmış, durdurulmuştur. Sinema, ayrıca, yedinci sanat olarak diğer sanatların artı-bir’idir: Onlar üzerinde(n), onlardan hareketle, onları kendi kendilerinden eksilten bir dizge içinde çalışır.
“Varlık, Varoluş, Düşünce” başlıklı bölümde bu kavramlar üzerinde yeniden düşünmeyi öneren Badiou, ürünleri üzerinden bir Beckett-Mallarme karşılaştırması yapıyor: “Belki de Beckett ile Mallarme arasındaki bütün fark budur: Birincisi ölümü yasakladığı gibi uykuyu da yasaklar. Uyanık kalmak gerek. İkincisine göreyse, şiirsel çalışmanın ardından sorunun askıya alınması –kurtarıcı kesinti– sayesinde gölgeye yeniden kavuşulabilir. Zira Mallarme bir Kitap’ın olanaklı olduğunu bir çırpıda sonsuza dek öne sürdükten sonra ‘daha iyiyi gözeten denemeler’le yetinebilir ve iki girişim arasında uyuyabilir. Bu noktada Mallarme’nin İrlandalı bir uykusuzdan ziyade Fransız bir kır tanrısı olmasını takdirle karşılıyorum.”
Alain Badiou’nun “Sanatlar İçin Küçük Bir Kılavuz” alt-başlıklı Başka Bir Estetik kitabını estetiğin içinden geçerek “başka bir estetik”e doğru yola çıkmayı göze alanlara, “kılavuz”lardan uzak duranlara, karşılaşmaları ve yeni soruları sevenlere öneriyorum.