Ali Galip Yener, “Fredric Jameson seçkisi: ‘Daima Tarihselleştir!’in anlamı üzerine notlar”, Virgül, Ekim 2008
Karşılaştırmalı edebiyat profesörü olan Fredric Jameson (d. 1934) Marksizm, postyapısalcılık, postmodernizm ve genel olarak edebiyat teorisi üzerine çok sayıda incelemesi olan bir akademisyendir. Marksist edebiyat teorisyenleri arasında Aijaz Ahmad ve Terry Eagleton gibi saygın bir yere sahiptir. Yazarın Türkçede daha önce pek çok yapıtı yayımlanmıştır: Postmodernizm, Dil Hapishanesi, Marksizm ve Biçim vb.
Metis Yayınları’nın eleştiri dizisinden çıkan seçki ise yazarın edebiyat alanındaki veriminin en önemli örneklerini içeren başarılı bir toplamı sunuyor okura. Kitapta, modernist metinler başta olmak üzere ele aldığı her konuya, güncellenmiş bir Marksist teorik okuma ile yaklaşmayı başaran Jameson’ın temel eleştirel stratejisinin motto’su olan “Daima Tarihselleştir” ifadesini nasıl uyguladığının yetkin örneklerini buluyoruz. Üstyoruma, tarihte eleştirinin işlevine, jargona, siyasal bir mesele olarak hazza, romans türüne, metin ideolojisine, bütünlüğün poetikasına, çokuluslu kapitalizm çağında Üçüncü Dünya Edebiyatı’na dair kapsamlı çözümlemelerin yanı sıra Flaubert, Joyce, Robbe-Grillet,, Le Guin, Baudelaire ve Rimbaud’ya ilişkin incelemeler de dikkati çekiyor. Jameson’ın edebiyat teorisi ve uygulamalarıyla ilgili çalışmalarının yanında yer alan, modernite - postmodernite ilişkisini ayrıntısıyla irdeleyen yapıtları ayrı bir başlık halinde değerlendirilmeyi hak eder. Bu çerçevede Türkçede yayımlanan kitaplarından Kültürel Dönemeç, yazarın postmodernite üzerine Postmodernizm başlığı altında ilk kez 1991’de yayımlanan eski denemelerinin savlarını yenileyen, deyiş yerindeyse denemecinin “görüşlerini düzelttiği” bir metni okuma fırsatı verir. “Şimdinin Ontolojisi Üzerine İnceleme” alt başlığı ile sunulan Biricik Modernite ise 2002’de yayımlanmış ve modernite - postmodernite ilişkisini derinlemesine ele alan okunması zor, temel bir metindir.
Türkçede Jameson’dan nelerin okunabileceği ile ilgili bu kısa hatırlatmadan sonra Jameson’ın yapıtlarının okunmayı gerekli kılan yanına geçelim. Edebiyatı tarihselci bir bakış açısı ile politik verileri yadsımadan okumayı yeğleyen bir okur için Jameson’ı izlemenin en cazip yanı, yazarın temelde modernite ile hesaplaşmasını ideolojik / politik olan’dan soyutlamadan çözümlemeyi başarmış olması ile açıklanabilir. Modernitenin dünya çapındaki anlamının geç kapitalist globalleşme olduğunu belirten yazar, bu bağlamda standartlaştırmanın, evrensel bir pazar düzenince sömürgeleştirilen gelecekteki bir dünyada kültürel bir çeşitlilik imkânını bütünüyle ortadan kaldıracağını ve bu durumu hakkıyla saptamada öncelikle modernite sözcüğünün ideolojik bir çözümlemesinin yapılması gerektiğini söyler. Modernite analizinde Descartes’tan yola çıkan, okumaları sırasında Lacan, Foucault, Althusser, Zizek gibi düşünürleri ziyaret eden Jameson, modernitenin dört ilkesini şöyle sunar: “1- İnsan dönemleştirmeden yapamaz. 2- Modernite bir kavram değil, ama daha çok bir anlatısal kategoridir. 3- Onu anlatmamanın bir yolu öznellikten geçer (tez: Öznellik temsil edilemezdir). Sadece modernitenin durumları anlatılabilir. 4- Hiçbir modernite ‘teorisi’, bugün modernle postmodern bir kopuş hipotezini kabul etmedikçe anlamlı değildir.” (Biricik Modernite, Çev. S. Oğuz, Epos Yay., 2004, s. 91) Jameson, edebiyata dair analizlerinde Adorno’nun Estetik Teorisi gibi temel metinler üzerinde sıkça durarak, modernin tarihsel köklerini gözeterek, ideoloji olarak moderniteyi, şimdi’de bir çalışma deneyimini varsayan estetik kategorisi içinde yorumlamaya çalışır. Baudelaire, Nietzsche, Mallarmé ve Rimbaud okumaları ile zenginleştirdiği sanatsal modernizme ilişkin çalışmalarında yazar, öncelikle Adorno’dan yararlanarak, sonuçta saf estetiğin ayrılmaz bir biçimde estetiğin nihai olarak saf olmaması gereği ile bağlantısını ortaya koymaya gayret eder. Onun Marksist bir teorisyen olarak, gerçekten ihtiyaç duyulan şeyin, modernite tematiğinin yerine “ütopya” denen arzuyu koymak olduğunu sıkça vurguladığını anımsamakla yetinelim ve seçkiye geçelim.
Okur için bulunmaz bir armağan olduğunu ileri süreceğim Jameson seçkisinin çok önemli bir özelliği, kitabı yayına hazırlayanlardan Tuncay Birkan’ın seçkiye niçin Modernizm İdeolojisi adının verildiği konusuna da değinen ve önemli saptamaları içeren oylumlu Sunuş yazısıdır. Birkan, Jameson Türkiye solunca ve edebiyat çevrelerince gerçekten tanınıyor mu, Türkiye’de kayda değer bir etkisi oldu mu şeklindeki çok yalın iki soruyu yazının hemen başında “hayır” diye yanıtlar ve neden “hayır” dediğinin çözümlemesine girişir. Birkan’a göre, Jameson’ın yeterince tanınmamasının ve değerlendirilmemesinin asıl nedeni, “Jameson’ın okurlarından sürekli olarak çok zor bir şey talep etmesi, onları etik ya da estetik değer yargılarını askıya alıp toplumsal meselelere tarihsel olarak, diyalektik bir biçimde bakmaya çağırması”dır. (Modernizm İdeolojisi, s. 23) Jameson, temel bir çıkarım olarak, iki özdeş ama antagonist özelliğin ikisini de aynı anda düşünmenin, kısacası diyalektik düşünmenin zorunluluğundan dem vurduğu, örneğin Birkan’ın aktarımıyla kendi kurduğu ideoloji-ütopya ikiliğini de ütopyanın ideolojikliğini asla yadsımadan devreye soktuğu için Türkiye solunca yeterince algılanamamış, diyalektik yerine katı etik koşullanmalarla malul politik tavırların güdümündeki bir fikir ortamında etkisiz kalmıştır. (s. 24) Birkan, 1970’lerin ortalarından itibaren yazılarında “Modernizm İdeolojisi” deyimini düzenli olarak kullanan Jameson’ın, Türkiye’de modernizmin bir ideoloji durumuna dönüşmüş olması nedeniyle, ülkedeki muhalif entelektüel çevreden yeterli ilgiyi göremediğini belirtir: “Jameson şeyleşme ve metalaşmanın henüz toplumun bütününe nüfuz etmemiş olduğu belli tarihsel koşullara verilen simgesel bir cevap olarak tarihselleştirdiği modernizm kavramının tarihaşırılaştırılmasına ve özellikle geçmiş dönemlerin sanatsal ürünlerini değerlendirmekte bir norm haline getirilmesine birçok yazısında karşı çıkmış olduğu için de ıskalanmıştır.” (s. 27-28)
Okurun Jameson metinleri üzerine düşünürken, yazarın niçin Türkiye’de yeterince alımlanamadığı konusu ile hesaplaşmasında büyük yarar gördüğümüz için Birkan’ın Sunuş yazısından çok sayıda alıntıya yer verdik. Jameson çapında yazarların doğru alımlanması için, etik kaygılarla yüklü, metafizik koşullu ve politik argümanlara indirgenmiş analizlerden uzak durmak, yazarın “Daima tarihselleştir!” düsturundaki diyalektik ilkeyi göz önüne almak zorunludur.
Elbette seçkideki her bir incelemeyi ayrı ayrı değerlendirmek kısa bir tanıtım yazısında mümkün değildir. Jameson’ın teorinin semptomlarına değindiği, seçkinin sonunda yer alan çok önemli denemesindeki birkaç saptamasına yer vermekle yetinelim yazının sonunda. Yazar, “geç kapitalizmin kültürel mantığı” olarak değerlendirdiği postmodernizmin kendinden hoşnutlukla açığa çıkan hazcı yanını, yozlaşmanın sonul bir belirtisi olarak reddetmek yerine, yeni kültürel üretimi bir sistem olarak geç kapitalizmin toplumsal yeniden kuruluşuyla değerlendirmeyi yeğler. Çevremizde olup bitenleri “[A]ncak bir sistem ve bir üretim tarzı olarak geç kapitalizmin incelenmesi ışığında” anlayabileceğimizi ileri sürer. (s. 403) Bu çerçevede ve sistemi diyalektik olarak çözümleme çabasıyla yaklaştığı edebiyat eleştirisini, Cesare Cassarino’nun getirdiği “felsefe-şiir” tanımını onaylayarak ele alır. Jameson’a göre, felsefe ile edebiyat arasında, süreksizlik ve kırılma özellikleri gösteren belli bir etkileşimi anlatan “felsefe-şiir” terimi, aynı zamanda teoriyi de adlandıran bir nitelemedir. Böylece edebiyat eleştirisinin bir tür teorik semptomatoloji olduğunu yazar. Günümüz eleştirisinde ihmal edilen yönün ise, hem geçmişin, hem de şimdinin yapıtlarının, başka türlü bize kapalı olan bir geleceğe yönelik olarak sundukları ütopyacı yansımalar olduğunu söyler. (s. 402)
Son olarak, Jameson’ın bütün yapıtlarında, iktidar ve tahakküme yapılan vurgunun, Marksizm’in özgünlüğünü oluşturan ekonomik sisteme, üretim biçiminin yapısına ve sömürüye yönelik yerine geçmeyi silmeye meylettiğinde bir şeylerin yitip gittiğini ısrarla dile getirdiğini belirtelim. Bu ısrar, onun ütopyayı diyalektik olarak ele alışını ve “Daima tarihselleştir!” düsturunu destekleyen temel bir veridir. Jameson seçkisinin, “modernizm ideolojisi”nin Türkiyeli okurca net bir biçimde algılanmasının önünü açmasını dileyerek yazıyı sonlandıralım.