ISBN13 978-975-342-629-9
13x19,5 cm, 312 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Hayali Cemaatler, 1993
Sınırları Aşarak Yaşamak, 2017
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Süreyyya Evren, “Yeni düşünme sahaları”, Radikal Kitap Eki, 26 Ekim 2007

Benedict Anderson, pek çok yerde olduğu gibi Türkiye’de de, bir yakın dönem dünya klasiği olan Hayali Cemaatler ile tanınmıştı. Edebiyattan coğrafyaya o kadar çok disiplini etkiledi ki, ulusun hayal edilmiş bir cemaat olduğunu gösteren ve ortaya çıkışını inceleyen bu kitabın hangi alanda dünya klasiği olduğunu söyleyemiyorum... İlk baskısı 1983, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş ikinci baskısı 1991 ve Türkçe edisyonu da 1993 tarihli. 1990’lar Türkiye’sinin, çeviri skalasında ciddi bir genişleme ve yenilenmeye de tanıklık eden sosyo-kültürel ve politik canlanmasına denk gelmişti. Ne günlerdi. Gellner, Hobsbawn, Anderson ve diğerleri, milliyetçiliğin sökülüp atıldığı kitaplar, sahayı yeniden tanımlayan teoriler, ulus biriminin bir icat, yapıntı, kurgu, kültürel ürün olduğunun açıkça ifade edilmesini okumaktan duyulan heyecan ve hatta haz. Ve Türkiye’de de özellikle, bu hazzın sol entelijensiyada ciddi hissedilmesi. Enternasyonalizmden anasyonalizme evrilme kanallarının görünürleşmesi. Anderson hepimize alan açanlardandı.

Anderson, otantik cemaat birimini de tanımayıp bütün cemaatlerin/toplulukların hayali/tasarlanmış/hayal edilmiş niteliğine vurgu yapmasıyla, ve de ulusların kültürel ürünler olduğunu ortaya koymasıyla, düşünsel bir paradigma değişikliğinin de çerçevesini çıkarmış oluyordu. Bunu izleyen, ulusalcılığın dünyada nasıl ortaya çıktığına dair açıklama denemeleri ise gerek lineer dayanakları yüzünden gerek çeşitli bölgeler ve örneklerle sınanınca doğurdukları arızalar yüzünden Said’den Chattarjee’ye pek çok eleştiri almış olsa da zaman zaman klişe bir alıntı nesnesine de dönüşebilen ana fikri pek sarsılmadan kaldı. Anderson bugün Hayali Cemaatler’in çocuğu gibi olduğunu, ama bu kız çocuğunun büyüdüğünü ve bir otobüs şoförüyle kaçtığını söylemekten hoşlanıyor. Arada sırada görüşüyorlarmış...

Üç Bayrak Altında için yazarın bu serbestlik duygusunu arkasına almış bambaşka bir deneyin tutanakları diyebiliriz. Bu kitabın bir ‘siyasi astronomi deneyi’ olduğunu söyleyerek, Hayali Cemaatler’deki tezlerin bir tekrarını veya basit bir uygulamasını beklemek gibi bir haksızlık yapmaya kalkacakları daha ilk sayfalarda susturuyor Anderson.

Üç Bayrak Altında, bizi Filipinler’in İspanyol sömürgeciliğine karşı verdiği kurtuluş mücadelesi odaklı bir hikâyeye çekiyor. Üç Filipinli entelektüelin, Isabelo de los Reyes’in (1864-1938), Jose Rizal’ın (1861-1896) ve Mariano Ponce’nin (1863-1918) serüvenlerine yakından bakmaya çağırıyor, ve bu üç kişinin hayatı binbir türlü bağ ile hikâyeyi başka Filipinli figürlere, dünyanın birbirinden uzak ve bambaşka ortamlara sahip çeşitli kentlerine, aynı dönemde İspanya’ya karşı kurtuluş mücadelesi veren Küba’ya ve bütün bu özgürlükçü tinin koordinasyonunda ve politizasyonunda tutkulu bir rol oynayan dönemin anarşizmine çekiyor.

Kitabın hemen başında, neden marksizmi değil de anarşizmi bağlayıcı politik doktrin olarak kavradığını özetlerken, Birinci Enternasyonal’in çöküşü ve Marx’ın ölümünün ardından anarşizmin uluslararası radikal Sol’un hakim öğesi haline gelmesine, proleteryanın Kuzey Avrupa’da yoğunlaştığı bir çağda anarşist hareketin köylüleri ve tarım işçilerini dışlamamış olmasına, bireysel özgürlük üzerinden ‘burjuva’ yazarlara ve sanatçılara da açık olmasına, emperyalizme tümden karşıtlık içinde konumlanıp marksizmdeki gibi “küçük” veya “tarihdışı” milliyetçiliklere yönelik bir düşmanlık beslememesine değiniyor. Ve hepsinin üstüne anarşistlerin dönemin küresel hareket ivmesini hemen yakalayıp kıtalararası bolca seyahat gerçekleştirmiş olduklarını, Marx ve Engels hayatlarında Batı Avrupa’dan dışarı adım atmazken anarşist figürlerin dünyayı gezdiklerini, örneğin Malatesta’nın Buenos Aires’te dört yıl kaldığını not ediyor. Anarşizm, milliyetçilik karşıtı teorilerle de olsa hemen her yerdeki sömürgecilik karşıtı anti-emperyalist mücadeleleri birbine bağlayan bir çekim gücü olarak tarif ediliyor ve anarşist suikastler çağı gelecek depremlerin ön sarsıntıları ve tetikleyicileri olarak ele alınıyor. Kuşkusuz anarşizmin buradaki işlenişi dönemin anarşizminin bir temsili değil ama daha çok, küresel isyan ruhuna maddi manevi katkısı boyutunda seyrediyor, Rizal’ın dünyayı katetmesi gibi kitabı kat eden bir ruh olarak çıkıyor karşımıza: böylece üçüncü dünya devrimciliğini, anti-emperyalist devrimciliği lokal bir yerden değil küresel bir yerden kurması, tüm bunların lokal milliyetçiliklerle doğum aşamasında kurduğu ilişkileri çok net de bir hat çekmeden vererek gerilimi diri tutması mümkün oluyor Anderson’un.

Kitabın esin verici gücü en çok buralarda. Filipinler’den Küba’ya, Avrupa’daki anarşistlerden Latin Amerika’ya, Japonya’ya, Çin’e uzanarak tüm dünyayı dolaşan bir siyaset ve devrimcilik anlayışının yansımalarını görüyoruz.

Milliyetçiliğin köküne kibrit suyu ekecek yeni bir formül, veya günümüz milliyetçiliğini tartışacak bir teorik konumlandırma, veya milliyetçiliğin gelişimi üzerine tezlere yeni bir kavramsal zırh inşası değil Üç Bayrak Altında. Çok daha farklı bir yöntemle ilerliyor anlatı. Kitabın iskeletini daha önce dergi sayfalarında yer bulmuş denemeler oluştursa da tüm kitaba hâkim olan parçalılık –veya parçalı bütün– bu tür bir düz açıklamaya sığacak gibi değil. Yer yer kendinizi siyasi tarih okumalarıyla, yer yer edebiyat incelemeleriyle, yer yer biyografik notlarla ilerlerken buluyorsunuz. Sosyo-politik analizleri aralayarak insan faktörüne büyük öncelik tanıyan bir işleyişi var çalışmanın. Parçalılık hayatların parçalılığından Anderson’un ‘rizomal’ dediği politik ağ örgüsünün birliği de küresel devrimci ruhtaki ortaklıklardan kaynaklanıyor. İspanyol hakimiyeti altındaki Küba ve Filipinler’de gördüğümüz kurtuluş hareketlerini, entelektüel isyanları, ulusalcılıkla enternasyonalizmin iç içe geçişlerini sömürgelerdeki ulusalcılarla Avrupalı radikallerin, anarşistlerin irtibatlarını, birebir insani temaslarla, ve aynı otorite tarafindan kurban edilme üzerinden acı kardeşlikleriyle, İspanya’daki Montjuich hapishanesindeki işkence ortaklığının Filipinlerdeki eve dönerken bavula konan kitaplarda sürmesiyle okuyor...

Küba’nın farklı dönemlerdeki özgürlük mücadeleleri ve de kitapta sık sık öne çıkan Jose Marti, Türkiye’de belirli bir tanınırlığa kuşkusuz sahiptir. Ama Filipinler, erken Filipin entelektüelleri, sömürgeciliğe karşı örgütlenişleri ve direnişleri bizim için marjinal bilgi kümeleri. Bir de Anderson Türkiye okurunu bu kitapla biraz kontrpiyede yakaladı galiba. Fena anti-emperyalist takıldığımız bir süreçten geçiyoruz ama şöyle bir bakınca küresel anti-emperyalizmin tarihsel ikonlarından Rizal’ın ne anti-sömürgeci edebiyat klasiği Noli me Tangere’yi ve El Filibusterismo’yu çevirmişiz, okuyup tartışmalarımıza katmışız, ne de infazından önce gizlice cezaevinden gönderdiği ve onlarca dile yoğun duygularla çevrilmiş son şiiri bizim için bir şey ifade etmiş.

Öte yandan, Filipin tarihi hakkında hiçbir şey bilmeyen, bırakınız diğer yan karakterleri Rizal’ı bile tanımayan, bütün bu tarihe ve kişiliklere yabancı okur için bile kitabı ‘tanıdık’ yapan, andığımız ‘küresel devrimcilik’ damarı oluyor. Solla o ya da bu şekilde hemhal olmuş herkesin içindeki birşeyleri kıpırdatacak bir yaşamsallığa serilmiş küresel devrimcilik ruhunun bir canlandırılması elimizdeki.

Anderson bizi on dokuzuncu yüzyılın küresel anti-emperyalist mücadeleler çağına geri götürüyor, uluslararası antiemperyalist mücadeleler ağı ile uluslararası anarşist devrimci ağların içiçeliğinden ilerliyor, farklı ülkelerdeki emperyalizm karşıtı hareketlerin nasıl etkileşimde olduğunu inceliyor, ve edebiyatın, bilimin, yerel ve de küresel siyasetle nasıl birlikte geliştiğini takip etmemizi sağlıyor. Ayrıca, bugünün aktivizmine atfedilen ağsallık niteliğinin o günlerde de ne derece güçlü olduğunu gösteriyor. Roman ile milliyetçilik arasındaki ilişkiye, basılı yayınlar ile ulusallaşma arasındaki ilişkiye yine yoğun giriyor. Ayaklanmalar çıkıyor. Kitaplar, gazeteler yayınlanıyor. Kitaplar dünyanın bir ucundan öbür ucuna ‘yıkıcı’/’dönüştürücü’ amaçlarla taşınıyor.

Akademik açıdan, ‘uygunsuz’ bir kitap sayanlar çıkabilir. Hatta bilgi hataları ve atlanmış tonla nokta bulanlar olabilir. Zaten yazarın kendi çalışma ve iz sürme mantığı okuru zorlayacak içerimlere sahip. Bir çok bağı boşta bırakarak yoluna devam ediyor. Bazı boşlukları kendisi tahminle özgürce kapatıyor. Aynı yıllarda başka yerlerde veya aynı yıl aynı şehirde yaşanmış ama doğrudan teması olmayan olayları birlikte anarak bir tinsel bağlantı duygusunu güçlendiriyor. Yabancı topraklarda yolunu kaybedecek okura yardımcı olmak için kurgudan taviz vermiyor.

Form olarak kitap ayrıca bir tarihi roman, bir biyografik roman gibi de gidiyor. Kişilerin serüvenlerine, mektuplarına, anılarına, motivasyonlarına, özel hayatlarına odaklanıyor, tüm bu siyaseti oradan çıkarmaya çalışıyor. Anderson bu kez ampirikten yola çıkmayı biraz ileri taşıyarak ele aldığı kahramanların özel hayatlarına adım adım sokuluyor, onları buralarda yakalıyor, mektuplarına, anılarına bakıyor, anıları birbirne bağlayıp araları kıvrak varsayımlarla dolduruyor –sürgündeki iki Rus nihilist kızın yarattıkları dişil haleyle Rizalları nihilizme çekmesi sahnesinin ‘sürekli kaynayan semaver’ erotizmiyle anlatıldığı unutulmaz pasaj buna harika bir örnek... Ayrıca Anderson kahramanlarının özel hayatlarından ilerlediği gibi kendi özel hayatını da katıyor, kendisinin de dönemin devrimcileri gibi çokdilli çok yerli olduğunu hissettiriyor, bir de bakmışsınız “ağabeyim Perry” araya girmiş...

Anarşizmin fazla derinine inmemesine, hareket olarak tarihinden çok yarattığı auraya ve auralara bakmasına da bu yüzden şaşmamak gerek. Seaatle sonrasının küreselleşme karşıtı hareketleri çağında yazıyor bunları Anderson. Küresel anti-globalizasyonun küresel anti-emperyalizm şeklinde işlediği bir çağa dönerek, oradan tazeleyerek dokuyor. Bugünün küresel anti-globalizasyonunda öne çıkan anarşizmi o günlerin anarşizminden bakarak da okur gibi. Kitabın sonundaki küçük notla, yani Filipinler’de bir konuşma için geldiğinde üniversite kantininde eline tutuşturulan anarşist bildiriyle son sözü kahramanca söylüyor. Anderson’un kitabın sonundaki manila.indymedia.org ile kurduğu direk bağlantı, kitabın çerçevesine yönelik de bir yaklaşım olarak görülmeli. Sıra son mesajı vermeye geldiğinde, günümüz aktiviziminin dünyanın sayısız kentine yayılmış bağımsız medya ağı indymedianın Filipinler ayağına, manila.indymedia.org adresine atıf yapıyor. Zinciri böyle bağlıyor.

Üç Bayrak Altında, bulduğu müthiş sonuçlar, çarpıcı formülasyonlar veya tarihsel açıklamalarıyla değil, açtığı düşünme sahalarıyla, yakaladığı duygularla, ruhuyla etkili olacak bir kitap.

Anderson’un başarıyla gösterdiği temel bir şey de başka bir dünya isteyenlerin dünyaya dair farkındalıklarının önemi –günün kıta sınırlarını dahi tanımayan örgütlenmelere işleyen küseselleşme karşıtı hareketinin kendiliğinden yaşandığı bir çağa dönüş. Anarşizmin yeniden dünya politikasında güçlendiği günümüzden geriye gidip başka bir etkili dönemine bakış. Kitap kendi ruhunda bir çok post-Seattle öğe barındırıyor ve bu güncel birikimin ışığında okunması gerekiyor, mesela Richard Day’in Gramsci is Dead’iyle birlikte.... Day’in, siyasi hareketlerde ve mevzilerde ‘yakınlık mantığını’ (logic of affinity) arayışıyla Anderson’un Filipinlerden Küba’ya gerdiği ağdaki arayışları pek çok akrabalık taşıyor.

Anderson ‘yaşamsal’ olanın müdahalelerine büyük saygı göstererek ilerlemekte sakınca görmüyor; onun tarihinde bazen yanlış anlamalar ayaklanmaları tetikleyecektir, bazen bilgisizlik radikalizmi kavuracaktır, bazen kişisel ilişkilerdeki rastlantılar herşeyin yönünü değiştirecektir, kahraman olmak için yola çıkmamış kahramanlar devreye girecektir... Bu kitap, tamamen metinsel karşılaştırmalarda dolanıp durarak, Filipinler üzerine tarih kitaplarıyla ve Rizal’ın romanlarıyla Kropotkin’in metinlerini ve Jose Marti’nin şiirlerini karşılaştırarak da yazılabilirdi! Buradaysa bütün metinler hayatlardan bütün hayatlar da metinlerden geçerek anlatılıyor.

Kitapta bu Filipinli kahramanlara, onların dünyanın farklı farklı yerlerindeki yoldaşlarına, Kübalı dostlarına, ve dünya anaşistlerine bir güzelleme var. Böylece tartışmanın kritikleştiği çatala geliyoruz. Bu güzellemenin içinde milliyetçiliğin belirli bir savunusunu da bulmak doğru mu? Bu anlamda, belirli bir milliyetçiliğin dışarı çekildiği ve korumaya alındığı doğru mu? Anderson’ın yaklaşımının tehlikeli yanları olduğu da savlanabilir mi? Daha Hayali Cemaatler zamanında Gellner’den farkına işaret ederken öne çıkardığı milliyetçiliğin sadece yanlış bilinç değil aynı zamanda bir yaratı olduğu fikri zamanla “milliyetçilik üzerine çalışıp da milliyetçiliğin çirkin bir şey olduğunu düşünmeyen bir tek ben varım galiba” demesine, “milliyetçiliğin ütopyacı öğelerini seviyorum” vurgusuna kadar gelirken riskli tavizler de veriyor sayılabilir mi?

Kabaca iki yorum hattı düşünebiliriz: zaten ‘tek ülkede ulusalcı’ siyasetin militanı olanlar için sahneyi emperyalizme karşı aydınların ulusal değerlerine sahip çıkmasının tarihsel gerekliliği ve ‘ütopyacı’lığın ulusalcılıktan kurulmasının zorunluluğuna dair bir başka kanıt olarak değerlendirmek kolay yoldur. Ayrıca Batı solu için de buradan dersler çıkartacaklardır: Batılı solcular eğer gerçekten dedikleri gibi radikallerse, ‘Batı yanlısı demokratik üçüncü dünya solunu’ değil anarşist ataları gibi davranıp işte bu yurtsever üçüncü dünya sollarını desteklemeleri gerektiğini anlamalıdırlar. Anderson’un işaretlerini bu yolda birleştireceklerdir. Bu hat, ulusların verili birimler olmadığını ve yaratıldıklarını söyledikten sonra sözü geçen yaratma anının homojen bir kalıpta algılanmasında sorun gören, içindeki ütopyacı niyetleri dönemin en radikal konumlarıyla ilişki içinde yeniden düşünmeye çağıran bir öneriyi, dayanışmayı araçsallaştıran bir iç meseleye indirgeyebilir.

Benim de dahil olduğum, anasyonalist bir yerden bakan ikinci yorum hattı ise şu tartışmayı bulur karşısında: küresel iktidarlara karşı gelişen yerel isyanlar nasyonalist tonlar taşıyabilir, bunları bu tonlarından dolayı müebbete mahkum etmek anasyonalist solun küresel mücadelesiyle uyuşmazlık gösterebilecek içerimlere sahip midir? Tersine, yani tahakkümle çarpışma anlarında destekleyerek ama bir yandan da varoluşunun dünyaya bağlı yanını unutturmayıp yerel tahakkümünü kurmasına karşı uyanık olarak, içerden bozmak mı gerekir? Başka bir dünya isteyen küresel şebekeyi kurarken üye olma koşullarını ulusalcı ütopyaları da katacak bir ayara çekerek onları da dönüştürmek mümkün müdür? Anderson’ın son zamanlarda sık sık uzak mesafe milliyetçiliğinin yükseliş döneminde olmamıza yönelik uyarılar yaptığını da hatırlarsak, Üç Bayrak Altında’nın mesafe tanımayan bir dönüştürücü program arayışındakilerin kitabı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Anderson bu denli yakıcı güncel tartışmalara spesifik tarih okumalarıyla sokulurken ve ulusalcı tahakküme karşı çıkarken küresel tahakküme yakalanmamanın imkanlarını araştırıyor diyebilir miyiz? Böyle bakarsak anasyonalist pozisyonun politik tonunu güçlendirmek için de bir imkân bulabiliriz bu yaklaşımda. Yerel anti-emperyalizmin tüm gerici çağrışımlarını küfeden atacak bir devrimci küresel anti-emperyalizmi geri kurması, ulusalcı direnişleri ulusalcılığın dışında bir dünya tasavvur eden ve buna göre en güçlü şekilde eylemeye çalışan anarşizmle bağlaması hep aynı ağsal direniş tahayyülünün göstergeleri olarak anlaşılabilir. Nasyonalist ütopyanizm anarşist anasyonalist terbiyeyle dünya mutfaklarına –yine– hazır hale getirilebilir mi?

Şunu söyleyebilirim, üç bayrak altındakiler tek bayrak altındakilere karşıdır. Üç bayrak altındakiler aslında çok bayrak altındadır. Çokdilli, çokyerli devrimcilerdir ve dünyanın köşe bucağının farkındadırlar. Ve gözleri ucu milliyetçiliğe bulaşmış ütopyanizmlere bile açıktır, o ateş toplarını avuçlarında çevirir ve üfleyip başka yerlere sıcaklığını ileterek milletlerarası değil ama yerlerarası bir solun ufkuna bakarlar..

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X