Birinci Kısım, Uzlaşımsal Yol, Giriş, s. 13-21
Albert Camus Sisiphos Efsanesi'nde "herkes kendi yükünü yeniden bulur" diyor. Ne kadar haklı. İlkgençlik yıllarımda bilinç problemiyle hiç karşılaşmamış olsaydım, belki daha mutlu bir yaşamım olurdu, diye düşünüyorum bazen. Nedir bu problemi bu kadar sancılı, bu kadar sakıncalı yapan?
Sancılı; çünkü bilinç bir sınır ihlalidir.
Bu kitapta bilincin doğa bilimi tarafından ele alınabilir bir olgu, bir doğa olayı olarak düşünülebilmesini sağlamayı hedefleyen öncü çabalara katkıda bulunmayı amaçlıyorum.
Belki benim donanımımı aşan bir amaç bu. Çünkü son on beş-yirmi yıla gelene kadar bilinci bir doğa olayı olarak incelenebilir, araştırılabilir ve açıklanabilir bir kavram, doğabilimsel bir teori nesnesi haline dönüştürmemize imkân verecek ciddi çalışmalar yapılmadı. Bugün bilinç konusunda yaşadığımız güçlük belki bir zamanlar ilk kimyacıların atom kavramını felsefeden bilimsel bir kavrama devşirme aşamasında yaşadıkları güçlüklere benzetilebilir.
Bilinç konusundaki geri kalmışlığımızın sebepleri üzerinde durmayalım; ama sonuç böyle oldu. Gerçi son zamanlarda önemli adımlar atılıyor; Birleşik Devletler ve İngiltere'de bilinç bilimine (science of consciousness) giderek artan bir ilgi var. Ama daha henüz çok yeni bu çabalar; bilim öncesi bir aşamada. Dolayısıyla üzerinde anlaşılmış, tanımı ve anlamı belirlenmiş net bir kavramdan hareket etmek, bu kavramla çalışmak şansından yoksunum. Demek ki üstlendiğim amaç gereği bu kavramı oluşturmaya katkıda bulunmak gibi zor bir ödevi de zımnen kabullenmiş oluyorum.
Bu kitapta hemen herkesin kolayca anlayabileceği şekilde ifade etmeme rağmen konu zor aslında. Bilinci bilimsel olarak ele gelir bir kavrama dönüştürmek için felsefe, psikoloji, psikanalitik teori, fizik, sinirbilim, fizyoloji, biyoloji, bilgisayar bilimi, klinik nöroloji ve psikiyatri gibi alanlar arasında çalışmak ve bazı peşin hükümlerden sıyrılmak gerekti.
Şüphesiz bütün bu alanlar kendi başlarına uzmanlık gerektiren alanlar. Öyleyse kimse benden her konunun uzmanı olmamı beklemeyecektir herhalde, en azından bunu talep etme hakkına sahip olmalıyım bu kitapta; bazı kaçınılmaz hatalarım olacak.
Yukarıda da söylediğim gibi tanımı kesin olarak verilmiş, bilimsel bir bilinç kavramı sunarak başlayamayacağım çalışmaya. Çünkü böyle bir kavram yok şimdilik. Kavram, bilincin bir doğa olayı olarak nasıl ele alınması gerektiğiyle ilgili tezimi şekillendirirken öncelikle felsefeden hareket ederek, psikiyatri, psikoloji ve diğer disiplinler arasında gidip gelirken, aşama aşama oluşacak. Öyleyse bilinçle ilgili vereceğim her bir tanım yalnız bir sonraki adıma hazırlanmamıza hizmet ettiği ölçüde yeterli olmakla yükümlü sadece. Nihai tanımaysa kitabı bitirdiğinizde ulaşmış olacaksınız; yani bir doğa olayı olarak bilincin doğa bilimi tarafından nasıl ele alınabileceği konusundaki tezimi tamamladığımda.
İki kısımdan oluşan bu kitabın merkezi tezini 11. Bölüm'de ileri sürdüm. İlk kısımda felsefeden başlayarak psikiyatri, psikanaliz, psikoloji, nöroloji, sinirbilim, fizyoloji ve biyoloji arasında sizin için de keyifli olacağını sandığım bir yolculuğa çıkacak, ilginç klinik vakalar göreceğiz. Esas tezlerim daha sonra, ikinci kısımda gelecek. Ama ilk kısmın da kendi içinde önemsenmesi gereken tezleri olacak, kaçınılmaz yan yollara gireceğim. Modern sinirbilime dayanarak bazı psikanalitik kavramları yorumlamaya, açıklamaya çalışacağım. Üstelik bilinci daha baştan bir doğa olayı gibi kabul ederek başlamama rağmen bu varsayımı bile sorgulamaya çalışacağım kitapta; bilinç bir doğa olayı olmayabilir mi?
Kitap yer yer felsefi düşünme tarzlarına benzeyen, bilimde pek alışık olmadığımız uzun akıl yürütmelere yer veriyor. Üstelik kitabın tamamı bazı önemli deneysel verilerle desteklense de bütünüyle uzun bir akıl yürütmeden oluşuyor. Felsefeyi andıran ya da daha iyisi "deneysel felsefe" diyebileceğimiz bir düşünce tarzı bulacaksınız kitapta. Bilinç biliminin henüz kurulma aşamasında olduğunu, henüz netleşmiş, üzerinde hemen herkesin anlaştığı bir kavramın bile olmadığını düşünürseniz kaçınılmaz ve bağışlanabilir bir yöntem bu.
Bu aşamada bilincin doğabilimsel bir nesne olarak nasıl ele alınabileceğini bildiren tezlerimin doğruluk değeri, hatta bilimsel değeri bile ikinci derecede önemli. Doğruysalar sevinirim tabii. Ama esas önemli olan bu kitabın tezlerinden çok, amacını gerçekleştirmek. Bu tezler yanlış olsa bile birilerine bilincin bir doğa olayı olarak düşünülebileceğini ve düşünülmesi gerektiğini anlatacak. Ben elimden geleni yaptım, diye düşünüyorum.
Şimdi kitabın bilinci ne bakımdan ele aldığını, hangi problemi çözmeye çalıştığını biraz daha ayrıntılı anlatmak istiyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim; bu noktaya kadar sürekli bilinç kelimesini kullanmama rağmen aslında bilincin fenomenal yapısını, yani fenomenal bilinci konu edineceğim daha çok. Fenomenal bilinç geniş ölçüde dilsel (deklaratif) özelliklere dayanan farkındalık bilincini (ya da bazılarının tercih ettiği terimle ulaşılabilir bilinci [access consciousness]) de temellendiren, bilincin biz insanlara özgü olduğunu sandığımız, ama muhtemelen pek çok biyolojik türle, en azından bazı memelilerle paylaştığımız bir yönünü öne çıkaran bir kavram. Bu kavramdan ne anlamamız gerektiğinin de ilk giriş tanımını vereceğim aşağıda. Daha önce de belirttiğim gibi kitap içinde giderek aşama aşama olgunlaşacak bu tanım.
Günümüze gelene kadar bilincin fenomenal doğasıyla ilgili çalışmalar daha çok felsefenin alanında kalmıştı. Ama kitapta da görüleceği gibi aslında fenomenal bilinç psikiyatrinin doğal konusudur zaten. Histeri olguları da bu saptamanın en açık örneklerinden birini oluşturur. O halde fenomenal bilincin ilk tanımlarından birini, kitapta daha ayrıntılı bir şekilde ele alacağım bu klinik olguları biraz olsun tanıtırken kullanarak vermeyi deneyeyim.
Mesela "histerik körlük" adını verdiğimiz bir klinik durumda hasta aniden görme yeteneğini kaybeder; kör olduğunu, hiçbir şey görmediğini söyler. Oysa yaptığımız nörolojik muayene ve beyin görüntüleme incelemeleri hastanın ne gözünde ne görme sinirinde ne de beyninin görme merkezlerinde saptanabilir bir bozukluk olduğunu ortaya koyar. Yani tıbben hastanın görmesini engelleyen hiçbir organik bozukluk saptanamaz. İşin ilginç taraflarından biri de bu tür hastaların telkine yatkın olmaları, tıbben etkili olmayan ancak inandıkları veya etkili olduğuna ikna edildikleri "yöntemlerle" iyileştirilebilmeleridir. Mesela bir keresinde konuşma yetisini kaybetmiş bir histerik hastayı, onu etkili bir tedavi uygulayacağıma ikna edip ağzına % 0,9'luk tuzlu su (serum fizyolojik) enjekte ederek "tedavi etmiştim". Din hocaları, şeyhler, papazlar, hatta şamanlar bu gibi konularda tıptan çok daha gelişmiş "tedavi" tekniklerine sahiptir. Muhtemelen histerinin çok yaygın olduğu bir dönemde ve coğrafyada yaşamış olan Hazreti İsa da böyle yöntemler kullanıyordu.
Bu gibi histerik tablolarda hem hastaların öznel yakınmalarını açıklayacak organik bir bozukluğun saptanamıyor olması hem de telkinle ve tıbben etkisiz, uydurma yöntemlerle "iyileştirilebilmeleri" pek çok hekimin histerik hastaların yalan söylediğine, rol yaptığına inanmalarına yol açmıştır. Bu anlayış da kaçınılmaz olarak hastaya kötü muameleyi beraberinde getirir. Oysa aynı kanaati paylaşmayan, bu hastaların sahiden de kendilerini kör, sağır, dilsiz, felçli sandıklarını, hatta iç dünyalarının, fenomenal bilinçlerinin böyle kurulduğunu kabul eden hekimler de vardır. Bunlardan en çok tanınanı Sigmund Freud'tur. Kaldı ki bugün çok gelişmiş işlevsel beyin görüntüleme teknikleri sayesinde bu hastaların beyinlerinin histerik nöbet sırasında normalden farklı çalıştığını saptamaya başladık; kitapta bu konuya döneceğim.
Peki ama nasıl oluyor da bu hastaların ilgili duyu organları ve sinirler aracılığıyla beyinlerine ulaşan görsel, işitsel vs. enformasyonlar fenomenal iç dünyalarında görüntü, ses vs. şeklinde yaşantılara "dönüşmüyor(?)"? Bu açıdan bakınca histeri bir iç yaşantı, bir fenomenal bilinç hastalığı olarak karşımıza çıkıyor. Mesela histerik körlüğü olan bir hastanın fenomenal bilincinin önemli bir bölümünde, iç yaşantısında önemli bir gedik vardır. Bu nedenle histerik olgulardan sık sık söz edecek, bunları açıklamaya çalışacağız bu kitapta. Histeri fenomenal bilincin doğabilimsel anlamda aydınlatılmasına girişin anahtarlarından biri olabilir.
Bu anlatımda fenomenal bilinci iç yaşantı ile hemen hemen aynı anlamda kullandığımı görüyorsunuz. Şimdi ister histerik olsun ister olmasın kör bir insanın iç dünyasının ne bakımdan bizden "eksik" olduğunu düşünürseniz, fenomenal bilinç kavramının ilk tanımlarından birine ulaşmaya yaklaşabiliriz. Histerik körlük deneyimi "görsel iç yaşantının eksikliği" olarak tanımlanabilirse, fenomenal bilinç aşağı yukarı iç yaşantıyla aynı anlama gelmektedir bir giriş tanımı olarak.
Demek ki kitabın konusu iç dünya deneyimlerini, bilinç içeriklerini, bilinç fenomenlerini bir doğa olayı olarak nasıl ele alıp açıklayabileceğimizle ilişkili.
Giderek görüleceği gibi fenomenal bilinci bilinen biyolojik kavramlarla açıklamaya imkân yoktur. Bilincin fenomenal doğası bilinen nörolojik kavramlarla da açıklanamayacağından araştırmamızı maddenin en temel dokusuna, kuantum olaylarına kadar genişletmek bile gerekebilir.
Şimdi fenomenal bilinç kavramını biraz daha ileri bir aşamada kavramak için öznel iç yaşantılarınız olarak duygularınızı, düşüncelerinizi, rüyalarınızı, hatta algılarınızı düşünün: İşte bir ilk tanım olarak fenomenal bilinç derken bütün bunları kastediyorum.
Dikkat ederseniz duygularımız, düşüncelerimiz, rüyalarımız yanında algılarımızı da fenomenal bilinç içeriklerinden biri olarak tanımladım. Bu pek alışık olduğunuz bir durum olamayabilir. Mesela "kırmızı"nın bilincimize değil dış dünyaya ait bir özellik olduğunu düşünürüz genel olarak. Ama algılarımız da, mesela görsel algılarımız da nesnenin ta kendisine ait özellikler değildir aslında. Bir nesneyi gördüğümüzde onun ta kendisini ve olduğu gibi gördüğümüzü sanırız. Ama aslında bilinçli olarak bu nesneyi görmemiz demek bu nesneyi bilincimizde temsil eden görsel algılar aracılığıyla dolaylı olarak görmemiz demektir. Yani algılar doğrudan nesnenin kendisinde değildir; fiziksel olarak nesneye ait özellikler değildir. Nesnelerin bizim beyinlerimizi etkilemek suretiyle fenomenal bilincimizde oluşturduğu fenomenlerdir algılar. İşte histerik körlüğü olan hastalarda ilginç bir şekilde bu algısal bilinç iç yaşantısı, görsel bilinç fenomenleri oluşmamaktadır. Neden ve nasıl? Bu soruya da yanıt bulabildiğimiz oranda fenomenal bilincin doğabilimsel bir olay olarak kavranmasına katkıda bulunabileceğiz..
Şimdi fenomenal bilincin tanımıyla ilgili bu ilk sezgileri dile getirdikten sonra esas sorumuza dönelim: Peki fenomenal bilinç neden ve ne bakımdan bir problem olarak ele alınacak bu kitapta?
Problemi anlamak için çevrenizdeki ne gibi cisimlerin fenomenal bir iç yaşantısı olabileceğini düşünerek işe başlayabiliriz. Sanırım cansız cisimlerin fenomenal bir bilinci olmadığını kabul edeceksiniz; masanın, sandalyenin vs. bir iç yaşantısı olmasa gerek. Oysa gene bir cisim olan yanınızdaki bir insanın sizinki gibi bir iç yaşantısı, bir fenomenal bilinci olabilir. Ama biraz düşünürseniz bundan o kadar da emin olamayacağınızı görürsünüz. Bir cisim olarak öteki insan size ses, görüntü vs. olarak verilmiştir ve onun iç yaşantısını doğrudan gözleyemezsiniz. Gene de başka insanların bizimki gibi bir fenomenal bilincinin olması ihtimali çok yüksek tabii. Köpeğinizin veya kedinizin de bir iç yaşantısı, fenomenal düzeyde bir bilinci olabileceğini kabul edersiniz sanırım. Ama acaba bir karıncanın, bir böceğin, tekhücreli bir canlının, mesela bir amipin bir iç yaşantısı var mı? Yoksa içi "karanlık" biyolojik otomatlar mı bunlar? Ya da daha arada bir cisim seçelim; kişisel bilgisayarınız mesela. Bilgisayarınızın bir iç yaşantısı olabilir mi? Olamaz mı?
Demek ki fenomenal bilinç ilk bakışta doğal canlılıkla alakalı bir kavram gibi durmakla beraber biraz daha yakından bakınca onun tamamıyla, yalnızca ve zorunlu olarak doğal canlılık olaylarının bir özelliği olduğunu söyleyemiyoruz; bilinçsiz canlılar olabileceği gibi bilinçli makinelerin de olabileceğini düşünebiliyoruz. En azından bu seçenekleri dıştalayamıyoruz. Neden?
Şimdi bir an için insanın yaptığı her şeyi yapan bir bilgisayar-robotun, yani gelişmiş bir "Yapay Zekâ"nın yapıldığını kabul edelim. Gerçekten de böyle bir alet yapılmaya çalışılıyor günümüzde. Bu aletin yapılıp yapılamayacağı konusunda çeşitli görüşler ve tartışmalar var tabii; sayıları az da olsa bazı bilim insanları böyle bir aletin bilinen bilgisayar teknolojisi çerçevesinde yapılamayacağını savunuyor. Biz şimdilik insanın yaptığı her şeyi yapabilen bir makinenin yapıldığını varsayalım; öyle ki bu bilgisayar-robot dışarıdan gözlenen hiçbir davranışı, konuşması, eylemi bakımından insandan ayırt edilemesin. Bizimle satranç oynasın, politika veya çocuk yetiştirme konusunda tartışsın, öğrenebilsin, aşktan ve kinden söz etsin, gördüğü bir filmi yorumlasın, hatta gerektiğinde kızmış veya sevinmiş gibi davransın. Şimdi acaba bu makinenin bizimki gibi bir iç yaşantısı, bir fenomenal bilinci olur mu? Yoksa içi "karanlık" bir robot olarak mı kalır bu makine? Mesela "şurada kırmızı bir gül var" dediğinde sahiden de bir iç yaşantı olarak kırmızıyı deneyimler mi, yoksa bilgisayara benzer olduğunu düşündüğümüz çeşitli mekanizmalarla o taraftan gelen ışığın dalga boyunu ölçüp bunu dil sistemindeki "kırmızı" sözcüğüyle eşleyerek otomatik olarak, hiçbir fenomenal iç yaşantısı olmadan mı oluşturur bu cümleyi? Konuyu bilenlerin burada meşhur Turing testinden esinlendiğimi anladığını sanıyorum.
Eğer bu bilgisayar-robotun bir iç dünyası, fenomenal bir iç yaşantısı olacaksa neden, hangi sebeplerle olacak? Eğer işlevsel açıdan tamamen insana özdeş olmasına rağmen bir iç yaşantısı olmayacaksa neden olmayacak? Bir doğa olayı olan fenomenal bilinç nasıl açıklanabilir?
Şimdi bir adım daha atarak bu kitabın esas sorusuna geçebiliriz. Aslına bakarsanız bizler de "Yapay Zekâ" gibi atom ve moleküllerden oluşmuş ve tanımı gereği onunla aynı zihinsel işlevlere sahip maddi cisimleriz. Peki ama nasıl oluyor da bizim bir iç yaşantımız, bir fenomenal bilincimiz olabiliyor? Son yirmi yıldır başta Birleşik Devletler ve İngiltere olmak üzere birçok ülkede bilim insanları giderek artan bir ivmeyle bu konuyu tartışıyor. Beynin fizyolojik olarak tamamen fizik kurallara uyması beklenen çalışmasından bir iç yaşantı, fenomenal bir bilinç nasıl ortaya çıkıyor? Bizde ve bizim aracılığımızla madde nasıl olup da hissediyor? Daha doğrusu biz olan madde nasıl bir organizasyona ulaşmış ki varlığı hissedebiliyor? Masa olan madde eğer hissetmiyorsa neden hissetmiyor da biz olan madde hissedebiliyor?
İkinci ve bağlantılı bir soru da şu: fenomenal bilinç beyindeki maddi-nöral süreçleri etkiliyor olabilir mi? İç dünya yaşantısı olan duygular, düşünceler, algılar gibi bilinç fenomenleri beynin fizikokimyasal esaslara dayanan nöral faaliyetlerini etkiliyor mu acaba? Mesela bilinç fenomenleri beyindeki bir atomun veya elektronun uzay-zamandaki konum ve momentum değerini etkiliyor olabilir mi? Daha sıradan bir şekilde sorarsak, bizim gibi maddi cisimlerin sahiden bir "özgür iradesi" olabilir mi? Yoksa biz kendimizi özgür iradeye sahip özel varlıklar sanırken fizik yasaları çerçevesinde çalışan doğal (evrimsel) yollardan oluşmuş biyolojik otomatlardan mı ibaretiz; özgür irade büyük bir yanılsama mı?
Olaya şöyle de bakabilirsiniz belki; temel bir varsayım olarak evrendeki her şey uzay-zaman, parçacık, dalga, alan, kuvvet, kütle-enerji gibi maddi kavramlarla düşünülüp, bunların fiziksel dinamiklerine indirgenebilir. Oysa bizim iç yaşantımızı oluşturan bilinç fenomenleri bunlardan tamamen farklı ve bunlara indirgenemez gözüküyor. Acaba bizim fenomenal bilincimiz maddi bir oluşum mu? Yoksa diğer maddi oluşumlardan tamamen farklı ikinci bir varlığa, mesela spiritüel anlamda bir tür "ruh"a mı işaret ediyor? Ruhlar sahiden var mı? Eğer evrende ruhlar, yani maddi olmayan varlıklar yoksa, beynimizi oluşturan maddenin hareketinden fenomenal bilincimiz, iç yaşantımız nasıl ortaya çıkıyor olabilir? Maddi derken neyi kastediyoruz? Bilinci anlamak için madde kavramımızı değiştirmemiz gerekir mi? İşte benim de bu kitapta göz önüne alacağım, belli bir düzeyde bir yanıt önereceğim soruları böyle tanımlayabilirim kabaca.
Kitabı iki kısımda takdim ediyorum: "Uzlaşımsal Yol" birinci, "Teorik Yol" ise ikinci kısımlar. Birinci kısımda fenomenal bilinç problemine minimalist açıdan yaklaştım. Minimalist yol derken fenomenal bilinci davranışa yansıyan yönleriyle, bilhassa şahsın bilinciyle ilgili bildirimlerine dayanarak ele almayı; yani uzlaşımsal olarak doğa bilimsel kabul edilebilecek yöntemlerle araştırmayı kastediyorum. Bu çerçevede bazı psikiyatrik ve nörolojik olguları değerlendirerek sinirbilimsel açıdan kabul edilebilir bazı sonuçlara ulaşmaya çalıştım.
İkinci kısımdaysa fenomenal bilinci içerden yaşantıladığımız haliyle, yani tüm kozmik açılımıyla ele almaya ve bu haliyle doğa biliminin konusu haline getirmeye çalıştım. Bilincin bu şekilde maksimalist açıdan ele alınması henüz uzlaşımsal olmayan yeni doğa bilimsel yöntemler önermemi gerektiriyor. Bu nedenle iki kısım bilinç olayına farklı pencerelerden yaklaşan ama birbirini tamamlayan bölümler içeriyor.
Birinci kısmın ilk bölümlerinde geliştirdiğim fikirlerin Freud'un bilinçdışı ve bastırma kavramlarıyla bir şekilde bağlantılı olması da yeni bir yaklaşım tarzı sayılabilir tabi. Gerçi bu kitapta elbette yüzyıllık kadim psikanalitik kavramlarla çalışmayacağım; tam tersine bir alt motif olarak bazı psikanalitik kavramların modern sinirbilim çerçevesinde nasıl açıklanabileceğini de araştıracağım. Ama Freud'a olan borcumuzu da inkâr etmeyeceğim.
Dolayısıyla beyin-fenomenal bilinç probleminin çözümü konusunda küçük de olsa bir aşama kaydetmeyi amaçlayan bu kitap önce düşünce tarzımı ve fenomenal bilinç problemini anlatan bir bölümle açılıyor. Sonra histeri olguları ve Freud'un tezlerini tanıttığım bölümler geliyor. Daha sonraki bölümlerde de Freud'un kimi tezlerinden esinlenen daha modern nörolojik açıklamalar geliştirmeye yöneleceğim. Sonra tekrar fenomenal bilinç konusuna dönerek temel varsayımlarımı (aksiyomlarımı) öne süreceğim. Fenomenal bilinci daha köklü bir şekilde açıklamak için kuantum mekaniğine de değinmem gerekecek. Bu bölümler gözünüzü yıldırmasın. Sanırım kuantum mekaniğinin çok kolay anlaşılabilir özetlerinden birini verebileceğim.
Bu konudaki çalışmalarımın bu kitapta tamamlanmadığını belirtmek isterim. Bu kitapta henüz çözemediğim problemleri de açıkça belirteceğim zaten. Ancak şimdiden bunların özellikle dil problemleriyle, özellikle de bilinçten bilinç olarak söz eden "fenomenal önermelerle" ilgili olduğunu söyleyebilirim. Bu kitapta fenomenal bilincin dilsel problemlerini çözmeye girişmedim.