Ebubekir Aykut, “Özne ve mücadeleyi anlamak”, Birgün Kitap Eki, 1 Mayıs 2010
1980 sonrası dönem, emeğin sömürüsünde kapitalizmin altın çağından farklı olarak yeni biçimlerin ortaya çıkışına tanıklık etmiştir. Özelleştirmeler, ekonomik ve sosyal hakların budanması vb. neoliberal politikaların sonucu olarak taşeronluk, mevsimlik işçi, sözleşmeli personel gibi esnek istihdam koşulları artı-değer üretiminde baskın konuma yerleşmiştir. Bu istihdam biçimleri sadece sömürü koşullarını değiştirmekle kalmamış, sınıf mücadelesini de hedef almıştır. Sınıf mücadelesi, mücadele nesnesini (sömürü koşulları) yitirmiş, farklı ilgilere (din, dil, ırk vb) dönük toplumsal mücadeleler içinde dağılmıştır. Ancak 2000’li yıllar ile birlikte neoliberal politikalara karşı sınıf temelli hareketlerde canlanma yaşanmıştır. Tekel Direnişi Türkiye açısından yeni sömürü koşullarına karşı yükselen sınıf mücadelesinin yoğunlaştığı noktayı temsil etmektedir.
Neoliberal politikaların yıkıcı toplumsal etkilerinin derinleştiği dönemde beliren Tekel Direnişi, sınıf mücadelesi olgusunun yeniden hatırlanmasına sebebiyet vermiştir. Bu yazıda bu hatırlatmaya yapısalcı Marksizm üzerinden müdahil olmaya çalışmaktadır. Sınıf-özne kuramı ve sınıf mücadelesi kuramı arasındaki gerilimli ilişki yazının teorik bağlantı noktasını oluşturmaktadır.
Tarih ve öznesi
Marksizm yapısalcı versiyonlarında tarihi ve toplumu açıklamada ve anlamada sınıf mücadelesi olgusunu başlangıç noktası alır. Bu doğrultuda Marx’ın gerek kendi, gerekse Engels ile birlikte kaleme aldığı iki eserde sınır çizgisini çeken iki cümle mevcuttur. İlki, bir başlangıç noktası oluşturmak adına, Manifesto’daki o çok vurgulanan sözlerle; “günümüze kadarki bütün toplumları tarihi, sınıf savaşımları tarihidir”. Sınıf mücadelesine atfedilen önemi çekip çıkartabileceğimiz ikinci tespit ise, 18. Brumaire’de “insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar ama kendi seçtikleri durumlar içinden serbestçe seçilmiş öğelerle değil–ama geçmişin verdiği ve geçmişten miras aldıkları, önlerinde hazır buldukları durumlar içinde yaparlar” cümlesidir.
Bu bağlamda vurgulanan iki temel noktadan söz edebiliriz. Birincisi; "tarihin 'öznesi' nedir?" olarak sorulacak bir soru ve buna verilecek bir cevap. İkincisi ise; "insanların, sınıfları oluşturan bireylerin, ya da sınıfların tarihteki rolleri nedir?" soru-cevap hattı üzerinde ortaya çıkan bağlamdır. Bu iki soru birbirinden farklıdır. İkinci soru bir yargı, insanların özneler olarak –diğer deyişle toplumsal pratiklerin etmenleri (taşıyıcıları) olarak– verili koşullar altında tarihte etkin olduklarını belirtir. Birincisindeki yargı ise tarihi açıklamada sınıfın değil sınıf mücadelelerinin rolüne vurgu yapar; “tarihin devindirici gücü sınıf mücadelesidir.” (Loius Althusser, John Lewis’e Cevap, İthaki, 2004).
Bu iki tespit (öznelerin toplumsal pratiklerin taşıyıcısı olduğu ve tarihin “Özne”si olarak sınıf mücadelesi) sınıf-özne, bilinçli olarak eyleyen sınıflar ve bunların tarihe yön verebileceği düşüncesini dışlar. Böylelikle yapısalcı düşünce içerisinde Tarihin “Özne”si sorusuna verilen cevap, “sınıf mücadelesi dışında özneler yoktur” tespitini yapmamıza cevaz verir. Klasik okumaların dışında, eleştirilere her daim açık olan, bu okuma karşısında şu ilave-soruları sormak mümkündür: Tarihte toplumsal pratiklerin taşıyıcıları olarak eyleyenler ile sınıf mücadelesi kavramında geçen sınıf arasındaki ilişki nedir? Tarihte etkin olan bu taşıyıcılar nasıl etkin olmaktadır?
Tarihin kolektif öznesi
Althusser'in öğrenci ve izleyeni olan Badiou, “olay”, “hakikat” ve “sadakat” kavramları dolayımıyla tarihsel-toplumsal dönüşüm üzerine düşünürken, sınıf mücadelesi içerisinde “özneleşme” süreçleri hakkında ipuçları verir. Olay, “durumdan, kanaatlerden, kurumlaşmış bilgilerden ‘başka bir şey’ ortaya çıkaran... bir eklentidir”. Olay, olan (durum) içerisindeki “boşluk”un (kapitalist toplumda emektir bu) yarattığı etkiler dolayımıyla kurulur. Sadakat ise verili konumdan içkin ve sürekli kopuş sürecini belirtir. Hakikat ise bu kopuş, olaya sadık kalma sürecinde ortaya çıkan, bir araya gelen şeydir. Bir sadakatin taşıyıcısına yani bir hakikat sürecini taşıyan kişiye ise “özne” denir. ...[Ö]zne hiçbir surette süreçten önce varolmaz... Durum içinde kesinlikle yoktur... [sadece] hakikat süreci bir özneye sebep olur” (Alan Badiou, Etik, Metis, 2006).
Bu bağlamda da devrimci siyasetin öznesi militan-birey hele sınıf-özne denilen "hayal" hiç değildir. Bu hakikat sürecini taşıyan(devrimci siyasetin) özne(si), tarihsel olarak bazen “Parti”, bazen “Sovyetler”, bazen de “İşçi konseyleri” adını alan kolektif öznelerdir. Elbette militan özneler olarak birey insanlar bu kolektivitenin parçası olurlar ancak bu kolektif özne tek tek militanların toplamını aşan bir şeydir (Badiou, 2006). Tekel Direnişi örneği üzerinden düşünürsek de; Tekel işçileri öncelikle kendi ekmek kavgalarını vermektedir, ancak onların bu mücadeleleri neo-liberal dönemdeki yeni sömürü biçimlerine karşı bir mücadeledir ve onlar kendi mücadelelerin ötesinde bir öznenin parçasıdırlar.
Sonuç olarak bu yazı Tekel Direnişinin hatırlattığı sınıf olgusunu sınıf-özne kuramı ve sınıf mücadelesi kuramı arasındaki gerilimli ilişki de sınıf mücadelesi kuramına dayanarak çözümlemeye çabalamıştır. Bu bağlamda da sınıf mücadelesinin mücadele eden sınıf-öznelere önceliğini vurgulamıştır. Sınıflar (ve sınıfları oluşturan insanlar); sınıf mücadelesi içerisinde kurulurlar ve olaya sadakatleri doğrultusunda tarihte etkin özneler olarak eylerler. Tekel Direnişi de işaret etmektedir ki tekel işçileri varsayıldığı gibi devrimci siyasetin (sınıf mücadelesini siyasal biçiminin) militan işçileri olarak direnmeye gelmemiş, tam tersine mücadele içerisinde militanlaşmışlardır. Ama kolektif bir öznenin yokluğunda olaya sadakatlerini, verili koşullar dönüşmedikçe, yitirmeye de açıktırlar.