Serdar Soydan, Önsöz, s. 9-13
İki erkek olarak, böyle bir projeye girişirken, bugüne kadar araştırılmamış, düşünülmemiş, yazılmamış ve –çoğu gerçekle alakası olmayan duyumlar dışında– bilinmeyen, bu "kapalı" ve "karanlık" konuda, bir ilk eser meydana getirmenin zorlu olacağının bilincindeydik. Bu zorluluğa, kadın olarak ataerkil sistem tarafından, eşcinsel olarak heteroseksizm ve homofobi tarafından dışlanan, baskı altına alınan, hatta yok sayılan eşcinsel kadınların, kendileri hakkındaki bir kitabı iki erkeğin hazırlamasına –doğal olarak– önyargılı olabilecekleri ve bu sebeple projeden uzak durmayı tercih edebilecekleri gerçeği de eklenince, her şey iyice içinde çıkılmaz bir hale geliyordu. Bu açıdan, eşcinsel kadınların projeye güvenmelerini, ciddiyetimizden ve samimiyetimizden emin olmalarını sağlamak için, öncelikle üç aylık bir süre boyunca, konu hakkında okuyarak, bakışımızı ve tanımlamalarımızı netleştirdik.
İlk olarak, 28-31 Ekim 2002 tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen 9. Eşcinsel Buluşması (Güztanbul) kapsamında yapılan, yalnızca kadınların katılımına açık bir toplantıda, toplantıya katılan 40'a yakın eşcinsel kadına projemizi sunduk.
Uzun tartışmalar ve daha sonra bire bir görüşmeler sonucunda, hepsi olmasa bile, görüştüğümüz kadınların birçoğu projeye dahil olmaya karar verdi. Bu andan itibaren, kendini projeye dahil hisseden, hatta bu projeyi en az bizim kadar sahiplenen bu kadınlarla oldukça sıcak, yapıcı ve geliştirici bir iletişim kurma olanağı bulduk.
Röportaj diyaloga dayanan bir şey. Ama konuları ve bir nebze de olsa soruları önceden belirlemenin işimizi kolaylaştıracağını, daha iyi bir sonuç elde etmemizde bize yardımcı olacağını düşünerek, yetmişe yakın soru çıkardık. Bu soruları, Yeşim Başaran ile son haline getirdik. (Bu süreçte oldukça çetin tartışmalar yaşandı. Mesela, Yeşim, "İlk aşık olduğunuz kadını hatırlıyor musunuz?" sorusunun, bir insanın, kendini cinsel yönelim açısından tanımlaması için, aşık olması ya da bir beraberlik yaşamasının gerekmediği göz önünde bulundurulduğunda, yönlendirici, hatta yanlış olabileceği için, çıkarılmasını istemişti. Dediklerinde haklı olmakla beraber, bu sorunun çıkarılmasının, birçok kadının deneyiminin de es geçilmesi demek olacağını düşünerek kalmasına karar verdik.) Böylece, röportaj yaparken genellikle sırasına bağlı kalmadığımız, hatta bazen birçoğunu sormadığımız, atmış beş soruluk bir metnimiz oldu. Soruları hazırlarken ve sorarken dikkat ettiğimiz nokta, karşımızdaki insanı şartlamadan, yönlendirmeden, kısıtlamadan ya da incitmeden bir şeyleri sormaktı öncelikle.
Röportajları yaparken ve kitabı oluştururken şöyle bir yol izledik;
Röportajları bire bir yapmaya özen gösterdik. (Röportajları, İstanbul'da ve iki kere gittiğimiz Ankara'da yaptık.) Yaptığımız röportajları kısa zamanda deşifre edip, elden ya da e-posta yoluyla röportaj yaptığımız insanlara ulaştırdık. (İnsan konuşmanın akışı sırasında kronolojik hatalar yapabiliyor ya da çok özele girebiliyor; bu açıdan röportajların sonradan bir daha okunması ve düzeltilecek yerler varsa düzeltilmesi iyi oluyor.)
Okunan ve düzeltilen röportajlar, elimize ulaştıktan sonra, röportajı verenin de onayı ile, proje içindeki ya da dışındaki eşcinsel kadınların istedikleri takdirde okuyabilecekleri hale geliyordu. "Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz," demişler. Röportaj sırasında soracağımız sorular hakkında endişe duyan kadınların, bize güvenmeleri ve yanlı/yanlış bir iş yapmadığımıza inanmaları açısından en etkili yol bu oldu sanırım. (Mesela iki paragraf yukarıda da değindiğim uzun tartışmaların ve bazı kadınların projeden uzak durmalarının en önemli sebeplerinden biri, bizim, röportajlar sırasında, cinsellik konusuna fazlaca eğileceğimiz önyargısına sahip olmalarıydı. Bu önyargılarından ancak yaptığımız ilk röportajları okuduktan sonra kurtulabildi birçoğu.)
Proje arkadaşım Cenk'le –farklı disiplinlerde eğitim almamız sebebiyle– farklı düşünen insanlar olmamız, bazen aramızda gerginliklerin oluşmasına sebep olmadı değil, ama genel olarak baktığımda, bu farklılık projemizi zenginleştirdi sanırım.
Yaklaşık altı aylık bir süre sonunda, bütünselliğe ulaşmış, projenin oluşum ve gelişim aşamalarında yansıtmaya çalıştığımız tüm düşünce, deneyim ve yaşamları –tabii ki görmediğimiz/göremediğimiz, bilmediğimiz/bilemediğimiz daha fazlasını– bünyesinde barındıran bir kitap vardı elimizde. Bu kitabı sizlerle paylaşmaktan dolayı kıvanç duyuyoruz. Elbette tek bir kitapla, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, kadın eşcinselliği adına yaşanan her şeyi anlatabilmek, tüm deneyimlere ve insanlara ulaşabilmek mümkün değil. Ayrıca olanca iyi niyetli ve titiz çalışmamıza rağmen, eksik ya da hatalarımız olmuş olabilir. Ama bu alanda bir ilk çalışmanın ortaya konulmuş olmasının önemi de göz ardı edilemez sanırım. Ya da en azından edilmemesi gerektiğini düşünmekteyim.
Kitapta kullanılan bazı sözcükleri ve tercümesi pek mümkün görünmeyen İngilizce tabirleri burada açıklamak zorundayız. En tartışmalı konu "gey" ile ilgili. Dünyanın diğer pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye'de de erkek eşcinseller kendilerini "gey" sözcüğüyle tanımlıyorlar. Bu kavramın Türkçe'de ilk kullanımları İngilizce'de yazıldığı gibi "gay" ve İngilizce'de okunduğu gibi "gey" şeklinde oldu. Bu çarpıklığı fark eden ve "lesbian" gibi bu sözcüğü de Türkçeleştirmek isteyen aktivist gruplar 90'lı yılların ortalarından beri kavramı Türkçe' de okunduğu gibi "gey" diye yazıyorlar. En son, çok saygın bir eşcinsel tarih kitabı olan Hidden From History'nin (Tarihten Gizlenenler) çevirisinde de sözcük "gey" diye yazıldı. Biz de bu çalışmada bu kullanımı tercih ettik.
"Queer"in ise tam Türkçesi yok. En yakın sözcük de tercih edilemeyecek kadar argo. Sosyolog Pınar Selek Maskeler adlı kitabında sözcüğü dilimize çevirmeden "queer" diye bırakmış, biz de bu yolu seçtik. Aradaki ironi kaybolsa da, "queer" ile kastedilenin "eşcinsel" olduğu söylenebilir. "Butch" ve "dyke" erkeksi lezbiyenlere, "femme" ise kadınsı lezbiyenlere takılan genel isimler. "Straight" heteroseksüel, "straight acting" heteroseksüel gibi davranan/görünen, "out" açık, eşcinsel olduğu bilinen, "versatile" hem etkin hem edilgin konumda cinsel ilişki kurabilen, "rent-boy" para karşılığı erkeklerle beraber olan genç erkek, "rent-girl" de para karşılığı kadınlarla beraber olan genç kız anlamına geliyor.
Bugün –bu yazıyı yazmak için– geriye dönüp, şu an elinizde tuttuğunuz bu kitabın "varoluş" sürecini an be an hatırlarken, bir yandan da, bu projenin, projedeki kadınların ve bu kitabı oluşturan deneyimlerinin, yaşamlarının, mücadelelerinin kişisel bilinçlenmem ve gelişmemde ne kadar büyük bir rol oynadığını fark ediyorum...