ISBN13 978-605-316-424-1
13x19,5 cm, 272 s.
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Arıların Bildikleri, 2020
Tohumların Zaferi, 2022
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Ali Bulunmaz, "‘Biyoçeşitliliği koruma işi evden başlıyor’", 2yaka.org, 9 Ağustos 2025

Bugün yalnızca doğanın dengesi değil, insanın tabiatla ilişkisi de bozuldu. Şimdilerde hatırı sayılır bir kitle tarafından romantik bir eylem olarak nitelenen “doğaya uygun ve saygılı yaşama”yı savunanlar da var neyse ki. Onların anlatıp yaptıkları takdir topladı fakat çoğunluk bu kişileri anlamadı, daha doğrusu anlamayı tercih etmedi. 23 Mayıs 2025’te kaybettiğimiz Sebastião Salgado ve onun mirasını yaşatacağını söyleyen eşi Léila Wanick Salgado, doğanın sesini işitenlerden yalnızca ikisiydi.

Dünyanın dört bir yanındaki emekçi insanların zorlu çalışma koşullarını fotoğraf makinesiyle belgeleyen Sebastião Salgado, Léila’yla beraber 2001’de Brezilya’da çoraklaştırılmış bir araziyi on iki yıl uğraşarak dev bir ormana dönüştürmüş ve orada bir dernek (Instituto Terra) kurmuştu.

Léila ve Sebastiao, toprağı ve doğal yaşamı canlandırmak için giriştiği mücadelede başarılı olurken tabiatın yorgun düşmesinin hayatı tehdit ettiğini hatırlatıyordu. Tek bir ağacın kesilmesinin göllerin ve nehirlerin kurutulmasının, yok oluşu hızlandırdığı uyarısında bulunuyordu.

İkilinin 2000’lerin başında yaptığı bu uyarının ne kadar yerinde olduğunu ve ormanları korumak için kurduğu derneğin önemini şimdilerde çok daha iyi anlıyoruz. Çünkü insan, her geçen gün doğayı kendisi için bir araç kılıyor; bu uğurda tahribata hız verirken ekonomik işleyişin sürekliliği için elinden geleni ardına koymuyor. Diğer bir ifadeyle insanmerkezci sistem bozulmasın diye tabiatı yok etmekten geri durmuyor. Cormec Cullinan, Vahşi Hukuk’ta bu durumu “habis varlık insanın faaliyetleri” diye tanımlayıp doğanın olmadığı bir zaman dilimine doğru süratle ilerlediğimizi söylemişti.

Yeryüzünü bu noktaya getiren “doğa insan içindir” şiarıyla girişilen eylemlerdi. Hor görme çağının bize unutturduğu şey ise “insan doğanın içindedir” diye özetlenebilecek tabiatın öğreticiliğiydi. Eduardo Galeano’nun deyişiyle “nesnelere tapılan kalkınma” ve “müsrifliğin ayrıcalığı”, Gary Snyder’ın ısrarla altını çizdiği yabanın görgüsünü ve tabiatın nezaketini nobranlığın eline teslim etti. Bu da var oluş sorununu bir yok oluş krizine dönüştürdü.

Kapitalizmin ve neoliberalizmin, “ürettiğinden daha fazlasını tüket” ve “verdiğinden daha fazlasını al” dayatması, şiddetli büyüme anlayışının altyapısını oluşturuyor. Buna karşı çıkanların yoğun mücadelesi, gidişatı durdurmaya yetmedi, her şey piyasanın ve alışverişin sürdürülebilirliğine göre ayarlandı. Fakat ekonomik kalkınma yerine insani gelişmeyi savunanlar, umutla ve gayretle insan-doğa ilişkisinin yeniden düzenlenmesi için çalışıyor. Biyolog Thor Hanson da bu isimlerden biri.

Hanson, Yanı Başımızdaki Doğa’da bizi tabiata ve onun işleyişine bakmaya, olup biteni görmeye çağırırken “büyüme”, “kalkınma” ve “ilerleme” düsturunun, içindeki canlılarla beraber doğayı yaşamımızdan uzaklaştırıp hızla yok oluşa sürüklediğini belirtiyor. Galeano’nun ifadesiyle “gezegenin bozulan sağlığına” dikkat çekerek tabiatı ve canlıları fark edip insanmerkezci anlayışın sakatlığının ayırdına varmamız gerektiğini hatırlatıyor.

Arka bahçe biyolojisi

Sürdürülebilir neoliberalizm, şimdilerde satılacak şeylerin yanında doğayı bize bir dekor, hatta pazarlanabilecek bir meta olarak sunuyor. Oysa tabiat, bir bütün hâlinde bakıp görülecek ve onu anlayarak içinde yaşanacak bir varlık. Hanson da bu minvalde değerlendirdiği doğayı izliyor, orada olup bitenleri inceliyor ve gözlemlerini kayda geçiriyor. Arka bahçesindeki yaşam ona ilham veriyor.

Hanson, insan ile doğa arasına duvar örmeden ikisini iç içe ele alırken tabiatı gözlemlemeyi insan olmanın bir parçası diye niteliyor. Dahası, çevrenin insanın evriminde hayatî bir rol oynadığını söylüyor. Bu iki durum, Hanson’a göre insanın saygı duyarak doğayı keşfine kapı aralıyor.

Bir biyolog olarak her şeyden evvel arka bahçesine bakan Hanson; kuşları, kelebekleri, böcekleri görüyor. Ardından, yaşadığı bölgedeki ormanlara, parklara ve göllere atıyor kendini. Bildiklerinin yanı sıra daha çok bilmedikleriyle yüzleşiyor. Bitkilerin ve hayvanların güzelliğinin ne kadar kolay kıymetsizleştirildiğini ve bu nedenle pek çok gizemi görme ihtimalinin yok edildiğinin farkına varıyor. Böylece yeni yerler ve şeyler görmek için yalnızca çok gezmenin yeterli olmadığını, yeni gözlere ihtiyaç bulunduğunu kavrayıp bir öneriyle geliyor:

Doğada dolaşırken daha fazla şey görmek istiyorsanız yanınıza kılavuz kitap değil, çocuk alın. (…) Sizin fark edemediğiniz semenderleri, örümcek yumurtalarını ve sayısız başka şeyi onlar fark edecektir çünkü bunları görmemeyi öğrenmemişlerdir. Çocuklar, bizlerde sürekli etkin olan bilgi filtreleme mekanizmalarını henüz geliştirmediği için doğada daha fazla şey görür.

Tabiatın ayrıntılardan ve bunlarla kurulan hikâyelerden meydana geldiğini hatırlatan Hanson, doğanın kendine özgü işleyişinden bahsediyor. Canlıların ve bitkilerin peşine düşüp o işleyişi görme fırsatı yakalıyor: Arıların kurduğu dünyayı, kızıl tilkilerin etrafa bıraktığı kokuyu, böcek vızıltılarını, bitkilerin kendini nasıl savunduğunu, örümceklerin ağ kurma biçimlerini ve daha önce farkına varamadığımız başka küçük canlıların yapıp etmelerini anlıyor. Bu da arka bahçe biyolojisinin özünü oluşturuyor:

Arka bahçe biyolojisi konusunda en şaşırtıcı şey, yakınımızda yaşayan küçük canlıların sayısı veya daha önce hiç farkına varmadığımız türlerin çokluğu değil, şimdiye dek biliminsanları dâhil hiç kimsenin dikkatini çekmeyen türlerin sayısı.

Doğaya ve şehir ekolojisine bakmak

Arka bahçe biyolojisi, tabiatın ve onun işleyişinin keşfi için önemli bir adım Hanson’a göre. Aynı zamanda var olan merakı derinleştirecek bir çaba. Teknoloji bağımlılığının zirveye ulaştığı zamanımızda insanları dışarı çıkmaya ve etrafını gözlemlemeye davet eden bir eylem.

Hanson’a göre doğayı gözlemlemek, hem soruları hem de yanıtları beraberinde getiriyor. Başka bir deyişle zihindeki sorulara cevaplar bulmayı sağlarken yeni sorular doğuruyor. Bunun içinse zaman ayırmak gerekiyor. Zaman ayırdığımızda gördüklerimiz bizi hep şaşırtıyor:

Bahçelerimiz sadece kitle kaynaklı veri toplama alanları değil. Kendi başlarına da benzersiz habitatlar teşkil ediyor ve bazen uzmanların bile son derece ilginç bulduğu davranışlara sahne olabiliyor. Klump’ın da ifade ettiği gibi çöp kutularıyla dolu bir şehir var olmasaydı papağanlar o kapakları açmayacaktı. Artık şehir ekolojisi, başka herhangi bir yerde gerçekleşmeyen, insan eliyle yaratılmış çevrelerde ortaya çıkan çok sayıdaki adaptasyonu inceleyen ayrı bir araştırma sahası olarak kabul ediliyor. Bu adaptasyonların hepsi olumlu değil. Örneğin işgalci türler, genellikle insanların baskın olarak bulunduğu alanlarda çoğalıp yerli bitki ve hayvan türlerine zarar vererek yayılıyor. Ama çok sayıda çalışma, yerel türlerin de yeni alışkanlıklar edindiğini gösteriyor. Örneğin yarasalar ve kuşlar, sokak lambalarının ışığında böcek avlarken keseli sıçan, kaya sansarı, çizgili sincap gibi türler insan yapımı alanlarda yuva kuruyor. Hatta potansiyel evrimsel süreçlere dair işaretlere de rastlanıyor. Örneğin viyadüklerin altına yuva yapan ak alınlı kırlangıçların kanat boyları kısalıyor; muhtemelen hızlı trafik akışı içinde hayatta kalabilmek için ihtiyaç duydukları manevra kabiliyetini artırmayı hedefleyen bir adaptasyon süreci yaşanıyor.

Hanson’a göre tabiat gözlemi canlıların alışkanlıklarını ve bitkilerin yaşamını görme fırsatı veriyor. Mesela uzun süre, bitkilerin besin depoladığı bir alan diye tanımlanan toprakla beraber sudaki canlılığı ve sıradan gibi duran sıra dışılığı fark etmeyi kolaylaştırıyor bu edim. Kısacası doğanın zamanlamasını ve zamanını anlamayı sağıyor.

Doğada olmak bir terapi değil

Hanson’a göre tabiat gözlemleri, insan dışı canlıların ve doğanın koşullarını önce korumayı, ardından iyileştirmeyi sağlayacak hamleler yapmamızın önünü açıyor ya da bazı eylemlere hiç yeltenmememiz için uyarılar gönderiyor. Korumanın ve iyileştirmenin ilk adımını da açıklıyor yazar:

Bitkiler ve hayvanlar günden güne ısınan kalabalık gezegenimizde, özellikle de doğal dünyayla bağları giderek zayıflayan bir toplumda ciddi tehditlerle karşı karşıya. Ama küresel ölçekteki zorlukların çoğunun aksine, bu soruna hemen evimizin önünde -kısmen de olsa- çözümler üretmeye çalışmak mümkün. Mesele biyoçeşitliliği korumak olunca iş evde başlıyor.

Hanson, Yanı Başımızdaki Doğa’da tabiatı görme-anlama, koruma ve iyileştirme çizgisini izlememiz gerektiğine dikkat çekerken biyoçeşitliliğin ne kadar hayatî olduğunu hatırlatıyor: Doğayı gözlemlemenin ve doğada bulunmanın bir terapi olmadığını söyleyen yazar, önemli bir uyarıyı ve görevi dile getiriyor:

Bir emaneti muhafaza etme meselesiyle karşı karşıyayız, insanlığın doğal sistemler üzerindeki büyük etkisi bizlere bu sistemleri ve onları yuva belleyen türleri bir emanetçinin vazife bilinciyle koruma sorumluluğu veriyor. Bu sorumluluk, her ölçekte geçerli ama özellikle arka bahçeler, mahalleler ölçeğinde, insanların toprağın kullanılma şekli üzerinde doğrudan söz sahibi olduğu alanlarda hayata geçirilmeye daha da uygun. Bu yaklaşımın arkasında su götürmez bir temellendirme yatıyor: İnsanların kararları ve faaliyetleri, bu gezegendeki biyolojik çeşitliliği kesin bir biçimde belirleyecek. Ama aslında özü itibariyle ahlaki bir argüman bu. Bütün canlı türlerinin içsel bir değere sahip ve onları korumanın ‘doğru’ bir şey olduğu fikrini esas alıyor. Bu önerme ne kadar doğru olsa da ahlaki argümanların eyleme dökülmesi önünde sonunda iyi niyete dayanır, bitkileri ve hayvanları seven insanlar bile bizzat büyük çabalara, fedakârlıklara girişmekten imtina edebilir.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X