| ISBN13 978-605-316-302-2 | 13x19,5 cm, 136 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | çam ağacı(m). Toros sediri., s. 11 küresel pandeminin sürgit günlerinin başlangıcından yaklaşık bir altı ay sonra yıllardır yüzünü göremediğim, yüzüne hasret kaldığım Namrun* yaylasına gittim, daha doğrusu çocukluğumun yaylasına, ilk göz ağrıma geri döndüm. Tarsus’un yaylası Namrun, deniz seviyesinden 1100 m yükseklikteki, Çukurova’nın alev topuna benzer havasından kaçacağınız Toroslar’ın en yüksek bölümü olan Bolkar Dağları’nın eteklerinde yeşil, yemyeşil bir dünyadır. yeni, “modern” ismi Çamlıyayla, ama ben bu isme hiç alışamadım. yabancılaştırma efekti taşıyor bu sözcük, resmi tarihin hoyratlığının simge ismi oluveriyor zihnimde. Türkçeleştirmenin hafızayı silme gayretinin bu emareleriyse on altıncı yüzyıldan itibaren kullanılan ismiyle Namrun’un yeşil doğasına uyuyor da uymuyor, neyse ki oraya hiç yerleşemiyor. Namrun’a son gidişim bir geri dönüş hikâyesi olacaktı, daha yola çıkmamışken bunu biliyordum. tıpkı eski çocukluk günlerindeki gibi üç ay kaldım Namrun’da, ilkbaharda gidip sonbaharda geri döndüm. kısmet o güneymiş, demek isterdim ama değil. kültürel bir karabasanın dünyayı ev bellediği geniş bir zamanda aklıma Namrun’un düşmesi, yüzümü belli bir tarihsel zamanın ve o zamanın vadettiği doğaya çevirişim tesadüfi olamazdı. * Bu bölge Asur döneminde İllubru, Hitit döneminde Ellibra, Bizans döneminde “Lampron” olarak geçmektedir. On altıncı yüzyıldan itibaren ise Namrun adını almıştır. 1960 yılında ise ismi Çamlıyayla’ya dönüştürülmüştür. Bkz. Osmanlı Yer Adları, 2017, s. 168. Ayrıca bkz. Sevan Nişanyan, Adını Unutan Ülke, İstanbul: Everest, 2010, s. 237. |