Menekşe Tokyay, "Dikkat! Dikkatiniz çalınabilir!", Gazete Duvar, 5 Şubat 2023
Bir süredir herkes birbirine bir kitabı tavsiye ediyor. Hiç ummadığınız dostlarınızdan gün içinde benzer mesajlar alıyorsunuz: “Mutlaka bu kitabı oku”.
Kitabın felsefesine ters düşecek şekilde, yanında kahve, az ötede kar manzarasıyla kitabın kapağı paylaşılıyor; 280 karakterlik tweet’lere bol etkileşim çekme niyetiyle kitaptan pasajlar sığdırılıyor.
Kitabın kapağında elinde cep telefonuyla bir çocuk; ayağının hemen dibinde onunla oynamak için bekleyen bir köpek ve bir tenis topu. Ama çocuğun gözü telefon ekranından başka bir şey görmüyor.
Çünkü hepimiz, farklı derecelerde de olsa, birer “elektronik tasma” ile yaşıyor ve dijital dünyanın istilacı güçlerine karşı sömürge haline geliyoruz. Ama kitap bize –zaman zaman başımıza vura vura- şunu anımsatıyor: Ölüm döşeğindeyken sosyal medyada kaç beğeni aldım diye düşünmüyor insan...
Evet, son günlerde siyasi ve sosyolojik yelpazenin çok farklı noktalarındaki insanların önemli bir kısmının yolları tek bir kitapta kesişmiş durumda: Çalınan Dikkat: Neden Odaklanamıyoruz? (Johann Hari, Metis Yayınları, 2022).
Kitap aslında birçoğumuzun zaman zaman yeni bir yıla veya yaşa başlarken aldığımız bir kararla da örtüşüyor: Telefonla, tabletle, sosyal medyayla geçirdiğimiz verimsiz ve gereksiz süreyi azaltmak; dijital detoksa girmek; işimize, hedeflerimize, hayallerimize bu şekilde daha fazla odaklanmak; kendimizi yeniden bulmak.
Zaman o kadar değerli ki aslında... Har vurup harman savurmaya, el üstünde tutmamız gereken dikkatimizi paramparça etmeye, derinlik yerine yüzeysellikle yetinmeye, belleğimizi teknolojinin verili çerçevesine sığdırıp potansiyelimizi daraltmaya, acılara kayıtsız kalıp anlık haberlerle tatmin olmaya gelmiyor bu hayat...
Bir süredir “dikkat eksikliği” konusuna dair endişelerimiz de yükselişte. Çocuklara da yetişkinlere de sanki küresel bir salgındaymışçasına Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu teşhisi konuyor. Herkes birbirine kendi ilacını tavsiye ediyor; bu durumun ardında yatan kişiye özgü psikolojik nedenleri yok sayarak.
Birkaç saat öncenin “flaş haberi”, yerini başka bir “son dakika”ya bırakırken, bizi biz yapan “derin düşünme” becerimizi giderek yitiriyoruz, sığ sulara gömülüyoruz. Teknoloji ve özellikle de sosyal medya, biricik dikkatimizi istila ediyor. Sisteme çok fazla enformasyon pompalandığı için de belli parçalarına odaklanmak zorlaşıyor. Dikkat krizini hepimiz yoğun şekilde hissediyoruz, bazen sözcüklere dökemesek de...
İngiliz yazar Robert Colville’in “Büyük Hızlanma Çağı” dediği dönem bu... Hızlı okuma kurslarına gidiyoruz, o kadar hızlı konuşuyoruz ki ne dediğimizi kimse anlamıyor, öyle hızlı yürüyoruz ki kimse hızımıza yetişemiyor, öyle hızlı yaşıyoruz ki yanımızdan geçip giden hayatları ıskalıyoruz. Öyle hızlı yaşıyoruz ki, rüya görmeye bile zaman ayıramıyoruz.
Dünya hızlanırken yavaşlamayı kendimize yediremiyoruz. Bir gün sosyal medya hesaplarımızdan ezkaza az bildirim aldığımızda, “acaba dünya beni önemsiz mi görüyor?” endişesine kapılıyoruz. “Twitter size, tüm dünya kafayı sizinle ve küçük egonuzla bozmuş, sizi seviyor, sizden nefret ediyor, şu anda sizden bahsediyor gibi hissettiriyor”, diyor Hari.
Google çalışanlarının yazılı olmayan parolasını işitmişçesine hepimiz Google’da çalışıyormuş gibi yaşıyoruz: “Hızlı olmayan hapı yutar.” Ama yuttuğumuz hap, dikkatimizi ve derinlikli düşünme yetimizi zehirliyor.
Eskiden bir öğün önce yediğimizi anımsamamaktan yakınırken, şimdi bir gün önce hepimizi etkisine almış bir gelişme aklımızdan çıkıveriyor. Haber tüketim hızı, paniği ve dikkat eksikliğini tetikliyor.
Odaklanamıyoruz, bu yüzden de kaygılanıyoruz. Kolektif dikkat aralığımız daralıyor. Derin düşünmenin en nitelikli alanlarından biri olan kitap okumaya bile artık sabır göstermeyip sesli kitaplara yöneliyoruz ki aynı anda başka bir iş daha kotarabilelim.
Hari’ye göre, ortalama bir insanın 1986 yılında maruz kaldığı bilgi toplamı, günde kırk gazeteye karşılık gelirken, günümüzde bu rakam 200’lere yaklaşıyor. Ve yangın hortumundan fışkıran bilgi selinin de bir bedeli var; yüzeye doğru çekilmek, derinliği yitirmek, dikkat kaynaklarını tüketmek.
Sosyal medyanın kutuplaştırıcı ve sığ ortamında kaldıkça bizim de düşüncelerimiz gürültülü, kopuk, günü veya tweet karakter limitini kurtarmaya dönük ve kaba saba bir hal alıyor.
Time, 2015 yılı Mayıs ayında Kanadalı araştırmacıların bulgularına dayanarak bir haber paylaşmıştı. Buna göre, insanlığın dikkat aralığının Japon balıklarının altına düştüğü, son 15 yılda 12 saniye olan dikkat süremizin 8 saniyeye gerilediği iddia ediliyordu. Bu süreçte aynı anda birden fazla işi yerine getirme becerimiz (multi-tasking) artmıştı. Ama, derinlikli düşünme becerimizi yitirme pahasına...
Zira beynimiz aynı anda sadece tek bir işi yapmaya programlı. Aynı anda çoklu görevlere odaklanamıyor. Bunun ise birtakım bedelleri var. Öncelikle, 1960’larda bilgisayar bilimcilerin birden fazla işlemcisi olan makinelerin gücü için kullandığı “çoklu görev” tanımlamasını kendimize uyarlamamız bile, makineleşmeyi hedeflediğimizin bir itirafı aslında... Oysa biz makine değiliz, beynimizin de farklı bir çalışma yöntemi var.
Hari’nin bulgularına göre; ABD’de üniversite öğrencileri yaklaşık her altmış beş saniyede bir, meşgul oldukları bir konudan başkasına “atlıyorlar”. Tek bir şeye odaklanarak geçirdikleri ortalama süre ise sadece 19 saniye. Beyaz yakalı bir yetişkin ise, tek bir işle ancak üç dakika meşgul olabiliyor. Telefonlarımıza her yirmi dört saatte 2617 kez dokunuyormuşuz.
Diyelim ki dikkat dağıldı. Siz tam önemli bir raporu hazırlarken, patronunuzdan e-mail geldi, ona yanıt verdiniz veya telefonunuzdan Instagram güncellemelerine bakmak istediniz, yeniden raporunuzun başına geçip işinize geri odaklanmanız için gereken süre 23 dakika! Buna “geçiş maliyeti etkisi” deniyor. Yani bir yazı yazarken telefonunuza gelen mesajınıza cevap verip yazıya geri dönmek size sandığınız gibi birkaç saniye kaybettirmiyor. İşinize geri dönmek için beyin yeniden şekillenmek zorunda kalıyor. Mesajdan önce ne yaptığınızı, nasıl düşündüğünüzü anımsamanız da haliyle zaman alıyor ve görevden göreve geçişler sizin performansınızı ve hızınızı da azaltıyor.
Ayrıca görevler arasında geçiş yaparken normal şartlarda yapmayacağınız hatalar da yapıyorsunuz, Hari bunu “batırma etkisi” diye tanımlıyor; çünkü dikkatiniz ve odaklanma beceriniz zayıflamış oluyor. Teknoloji kaynaklı dikkat dağılmasında kişinin IQ’sunun 10 puan düştüğü ölçülüyor.
Bununla kalsa yine iyi. Çoklu görevlere programlananlarda yaratıcılık da azalabiliyor. Beyin sürekli yeni görevler arası geçiş yaptıkça, öğrendikleri arasında bağlantılar kuramıyor, bilgileri özümseyemiyor. Ayrıca hafıza da zayıflıyor; deneyimlerin belleğe aktarımı ve öğrenme için gereken alan açılamıyor, çünkü beyin çoklu görevler arası geçişler için harcıyor enerjisini.
Hari’nin son kitabı Çalınan Dikkat, hepimizin uzun zamandır içten içe hissettiğimiz odaklanamama sorununu yeniden tartışma yüzeyine çıkardı. Hem de ne çıkarma... Herkes “acaba kitabı gerçek hayata uygulayabilir miyim?”, “inzivaya mı çekilsem acaba?”, “telefonumu kaparsam beni öldü sanmasınlar?” diye iç sorgulamalara kapılmış durumda.
Ama bir yandan da asansör aynasıyla baş başa kaldığımızda hemen yansımamızın fotoğrafını çekip sosyal medya hesaplarımızda paylaşıyoruz. Müzeye gittiğimizde sanat eserlerini, bir dağ başına çıktığımızda çevremizi kuşatan doğayı, lapa lapa kar yağarken bize sunulan o müthiş manzarayı doya doya içimize sindirmek yerine hemen selfi tuşuna basıyoruz. Hari bunu “zihinsel uyarım kasırgası” şeklinde tanımlıyor.
Yazarın ifadesiyle, çağımızın parolası “yaşamayı denedim, ama dikkatim dağıldı” olabilir.
Hari, aynı konuda Guardian’da bir makale kaleme aldı. “Dikkatiniz dağılmadı, çalındı” isimli makalede; “Öğrendiklerim beni, yaşadığımız şeyin, tüm nesillerin zamanla içinden geçtiği, dikkat konusunda basit bir endişe olmadığına ikna etti. Bizler ciddi bir dikkat krizi yaşıyoruz ve bu da yaşam tarzımızı inanılmaz derecede etkiliyor” ifadelerini kullandı.
Google gibi şirketler de bizim dikkatimizi tahrip etmek, sürekli ekrana bakmamızı sağlamak için dört nala çabalıyorlar. Arama geçmişlerimizden, navigasyona yazdığımız adreslere, alışveriş tercihlerimize dek tüm “kimlik bilgilerimiz” depolanıyor ve en yüksek telifi veren müşterilere satılıyor. Bu tasarlanmış ortamda, bizi bizden daha iyi tanıyan algoritmalar yüzünden dikkatimizi “teknolojik kapkaççılara” kaptırmış haldeyiz.
Telefonu elimize aldığımız anda davranışlarımızı ve düşüncelerimizi manipüle etmek için gözetim kapitalizminin kırbacının ucunda Vudu bebeği misali bekleyen titreşimler, uyarılar, e-postalar, hedeflenmiş reklamlar üşüşüyor. Biz de tüm masumiyetimizle odaklanma yetimizin neden bu kadar zayıfladığını düşünüp duruyoruz.
Peki iyileşmek mümkün mü?
Divan şairi Nedim’in “Tahammül mülkünü yıktın” dizesi misali, tahammül mülkü yıkılınca o harabeler arasından kişi kendisini, dikkatini, öz-farkındalığını, derin düşünme yetisini yeniden nasıl bulur?
“Ne zaman telefonunuzu elinizden bırakmaya kalksanız perde arkasında yeniden elinize almanız için uğraşıp didinen bin tane mühendis varsa, ne zaman işlenmiş gıdaları bırakmaya çalışsanız bir grup uzman pazarlamacı varken” hem de...
“Bizler, Kral Zuckerberg’in sarayında masasından kırıntılar için yalvaran ortaçağ köylüleri değiliz. Biz demokrasilerin özgür vatandaşlarıyız. Kendi zihinlerimizin sahibi biziz ve birlikte onları çalan güçlerden geri alabiliriz,” diyor Hari bir söyleşisinde.
Kitaba göre, kendine hakim olmak, tek seferde olamaz; davranışlar yoluyla nöral bağlantıları güçlendirmek gerekir.
Odaklanmakta zorluk yaşayan birine on dakika bir işle uğraşmayı denemesi, sonra dikkat dağılınca geri dönüp on dakika daha uğraşması öneriliyor. Ve açık seçik tanımlanmış ve bizim için anlam taşıyan bir hedefin peşinden gidilmesi yoluyla beynin gücünün tek ve anlamlı bir göreve odaklanması gerekiyor.
Kitapta geçen kurbağa metaforu misali: Kurbağa, yiyemeyeceği taşa değil, yiyebileceği sineğe daha uzun süre bakar. Hari, zihnin gezinmesine imkan tanımamızı öneriyor. Örneğin cep telefonu almadan sabahları birkaç saat doğa yürüyüşleri yaparak kendimizi, düşüncelerimizi, hayallerimizi dinlemek, yeni fikirlere yol almak için ideal bir alan açıyor.
Ayrıca zamanında kurşunlu boyaların beyne zarar verdiği, saç spreylerinin içindeki maddenin ozon tabakasını yok ettiği kanıtlandıktan sonra bunların yasaklanması gibi sosyal medya şirketlerinin de örneğin abonelik modeli ile reklamcılar için değil kullanıcılar için çalışmaya başlamasıyla birlikte alternatif bir kapitalizm biçimi yaratılabileceği öneriliyor.
Bir diğer seçenek, internetinizi belli süreliğine kesmek, sosyal medya uygulamalarını belirli süreler boyunca engelleyen bir mobil uygulama olan Freedom’ı kullanmak, cep telefonunuzu bu işler için geliştirilmiş kSafe denen plastik bir kasaya belirli süreliğine kilitlemek ve kendiniz için anlamlı bir uğraşa yoğun bir şekilde odaklanmak, çocukları da serbest oyunlara yönlendirerek dikkat becerilerini geliştirmek.
Avrupa’da ise “dijital sınırlar” konusunda bir süredir farkındalık artışta. Fransa’da çalışan kesim hükümet üzerinde baskı kurarak yedi yıl önce yasal düzeyde “ulaşılamama hakkı” (right to disconnect) elde etti. Yani hiçbir işveren, çalışanından mesai saatleri dışında herhangi bir iş talep edemez. Bu kuralı ihlal eden, yani çalışanların iş yerinden çıktıktan sonra “işten çıkmasını” sağlayamayan şirketler devasa cezalarla karşılaşıyorlar.
Raşel Meseri, “Dikkat Hayalleriniz Çalınabilir” (Habitus Kitap, 2015) isimli çocuk kitabında hayalleri çalınan, dikkatleri emilen ve hazır üretimlere yöneldikleri için ruhları boşalan çocukların macerasını konu almıştı.
Aslında hepimizin hayalleri, hayatlarımızın farklı evrelerinde teknolojinin kötücül kullanımı yoluyla çalınıyor. Bizi takip eden bir uğultu, düşüncelerimizle dikkatimiz arasına pervasızca giriyor. Ancak kendi yaşantımızı kendi istediğimiz davranışlarla çevrelemek de bizim elimizde.
Ortada kişisel değil toplumsal bir sorun var. Failler de kolektif, kurbanlar da... Dolayısıyla bilinçlenme ve hak arama süreci de kolektif olmalı çünkü konu sadece bizim irademizle ilgili değil. Sosyal medya şirketlerine, yıllardır üzerimizde uyguladıkları bu dikkat istismarını fark ettiğimizi daha yüksek perdeden ve örgütlenmiş şekilde bildirmek gerekli. Bu konu dünya çapında gündem yaratıldıkça bir değişim başlayacak.
Hari çok güzel bir benzetme kullanıyor: Dikkat becerimize yıllardır en çorak iklimde bile büyüyecek bir kaktüs muamelesi yapılmışken, şimdi de ona büyük özen gösterilmediği taktirde kuruyup gidecek bir orkide gibi davranmak gerekiyor.
Dikkatimizi, onu çalan kapkaççılarla mücadele edersek geri kazanırız.
** Bu yazı, odaklanma sınırlarınızı test etmeniz için uzun yazılmıştır. Sonuna kadar geldiyseniz omzunuza ufak bir öpücük kondurup kendinizi tebrik edebilirsiniz.