ISBN13 978-605-316-224-7
13x19,5 cm, 152 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Günümüzde Psikoterapi, 2000
Şeyh ve Arzu, 2002
Histerik Bilinç, 2007
Madde ve Mana, 2011
Beynin Gölgeleri, 2016
Zor Problem: Bilinç, 2018
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Dün ve Bugün Psikanaliz, s. 11-13

Psikanaliz, psikiyatride hiçbir zaman temel teori, “paradigma” düzeyine ulaşamadı. Aslında psikiyatrinin hiçbir zaman Kuhn anlamında bir “paradigma”sı da olmadı. Ama doğrusu bir aralar psikanalizin saygınlığı artmış, psikiyatrların gözünde etkinliği, egemenliği dünyanın hemen her yerinde hissedilir bir düzeye ulaşmıştı. Bugün artık psikanalizin o altın dönemi de hemen tamamıyla tükendi.

Psikiyatrların önemli bir bölümünün –en güçlü olduğu günlerde bile– daima psikanalize biraz şüphe ile bakmış olması, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir konu. Psikiyatride bir dönemin “tutuculuğunu” simgeleyen “organik” bakış açısını savunanların şu sıralardaki biraz abartılı gururunu da anlayışla karşılamak gerek. Kabul etmek gerekir ki, zaman “tutuculuğu” haklı çıkardı ve ne de olsa fikir tarihinde zamanın “tutuculuğu” haklı çıkarması pek az görülen bir durumdur.

Burada psikanalizin uğradığı yenilginin nedenleri üzerinde duralım. Açıktır ki, bu yenilginin önemli bir tek nedeni vardır: Biyoloji, fizyoloji ve farmakoloji gibi temel tıp disiplinlerine dayanan organik psikiyatri çalışmalarının son yıllarda gösterdiği olağanüstü atılım.

Yani psikanaliz, rakip görüş açısını destekler gibi yorumlanan önemli deneysel veriler karşısında yetersiz kalmıştır. Çünkü psikanaliz teorisi Freud’un zannettiğinin tersine, bu tipte organik verilerle uzlaşmaya elverişli kavramsal aygıttan yoksun gibi durmaktadır. Bugün elbette hâlâ psikanalizi psikiyatrik yaklaşımın temeli olarak kabul eden odaklar vardır. Ama kanımca artık psikiyatride, en azından “ortodoks” anlamıyla psikanalizi savunmak “yeni tutuculuk”tan başka bir şey değildir.

Organik görüş açısını temel alan çalışmaların da dikensiz gül bahçesi olduğunu söylemiyorum. Bu alanda da pek çok metodolojik, teorik ve bence en önemlisi, epistemolojik güçlükler mevcuttur. Ancak bu sorunları başka bir çalışmada ele almayı düşünüyorum. Şimdi burada başka bir noktayı tartışmayı gerekli görüyorum. Psikanaliz, neden güçlü olduğu dönemde, yani organik verilerin böylesine güçlü bir karşıt kanıt oluşturmadığı, her şeyin psikanaliz için yolunda gittiği dönemde dahi psikiyatrinin temel teorisi olamadı? Psikanaliz neden bütün psikiyatrların üzerinde anlaştığı temel bir hareket noktası, bir “paradigma” haline gelemedi?

Bu soruya yanıt olarak tutucuların “dar kafalılığı” sebep gösterilebilir. Denebilir ki, psikiyatrlar klasik tıp eğitiminden geçmiş kişilerdir, dolayısıyla psikanaliz gibi eğilimlerinin temeline ters gelen bir teori ve tedavi tekniğini geniş bir kitle halinde benimsemeleri zaten beklenemezdi. Belli bir haklılık payı taşıdığını kabul etsek bile, psikanalizin bir psikiyatrik paradigma olamayışını sadece bu yanıtla açıklamaya çalışmak hem fazlaca kolaya kaçmak hem de tamamen yanlış bir çizgiyi savunmak anlamına geliyor bence. Klasik eğitimlerini Newton fiziği çerçevesinde görmüş fizikçilerin, “mutlak uzay ve zaman” kavramının karşısında Einstein’ın “bağıl uzay-zaman süreklisi” kavramını anlamaları ve başlangıçta gösterdikleri bütün dirence rağmen benimsemeleri, eminim, klasik tıp eğitimi almış psikiyatrların psikanalizi benimsemelerinden çok daha zorlu bir düşünsel yenilenme sürecini gerektirmiştir. Kaldı ki, psikanalize en büyük katkıda bulunan teorisyenler hemen daima psikiyatrlar olmuştur.

Psikanalizin karşılaştığı direncin herhangi bir teorinin karşılaşabileceği dirençten daha büyük olduğunu düşünmek için hiçbir sebep olmadığına göre, bence söz konusu noktayı daha çok bizzat psikanalizin yapısında, teorisinde ve pratiğinde aramak gerek. Hem psikanaliz, analistlerin, neredeyse ilk Hıristiyanların çektiği çilelere maruz kaldıklarını iddia eden kendi yazdıkları kendi tarihleri hilafına klasik psikiyatriden oldukça anlayışlı yaklaşımlara da “maruz” kalmıştır. Ama Freud’dan beri analistler neredeyse Yahudiliği andıran “kapalı” ve persécute bir topluluk kurmayı yeğlediler. Sözgelimi Eugen Bleuler ve Théodore Flournoy gibi klasik psikiyatri devleri psikanalizi tartışmaya, hatta benimsemeye eğilimliydiler. Öte yandan hocamız Dr. Metin Özek’in, asistanı olduğu büyük psikiyatr Ernst Kretschmer hakkında naklettiği “psikanaliz” düşmanlığına rağmen, hemen bütün asistanlarının “hoca”dan “gizli” (?) psikanaliz eğitimine yönelmeleri de ilginç bir konu. Yani kısaca, psikanaliz en azından bir dönemin tüm genç kuşak psikiyatrları tarafından ilgiyle karşılanıyordu. Buna rağmen psikanaliz bazı ulusal ve uluslararası derneklerde, yine “dava”ya inanmış, bu dernekler tarafından yetiştirilmiş üyelerden oluşan küçük ve kapalı gruplarla sınırlı kalmayı yeğledi ve psikanaliz deneyimleri üzerine “bilimsel” tartışmaların esas itibariyle dışına taşmamasına özen gösterildi.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X