Can Öktemer, "Hayatla yeniden bağ kurmanın yolları", edebiyathaber.net, 8 Haziran 2019
Depresyon, kaygı ve buna benzer sorunlar günümüzde sıklıkla karşımıza çıkan şikayetler arasında yer alıyor. Özellikle metropolde yaşayanlar, zorlu çalışma koşullarına ve rekabetçi gündelik hayatla boğuşmak durumunda olan bireylerde, bu tip sorunlarla sıklıkla karşılaşmaktadırlar. Bu durumun bir neticesi olarak, toplumumuzda antidepresan kullanımının da giderek arttığı görülmektedir. Bununla beraber, bazı insanlarda ki depresyon sebebinin beyinlerindeki serotonin kimyasalların doğuştan düşük düzeyde olmasından kaynakladığına dair hakim bir görüş mevcut. Depresyonu bu şekilde tarif edince, bazı insanlar için antidepresan kullanımı bir noktada zorunlu hale gelmekte.
Hari’nin geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları’ndan yayımlanan Kaybolan Bağlar: Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler isimli kitabı, depresyonun nedenlerinin peşine düşüyor. Johann Hari’nin depresyonun doğuştan gelen bir takım kimyasal eksikliklerden kaynaklı olduğuna dair itirazı var. Yazar, bu durumun depresyon tedavisinde sorunun kaynağına bakılmadan tercih edildiğini söylemekte ve asıl meselenin kendimize inşa ettiğimiz medeniyetle alakalı olup olmadığını soruyor. Hari, kitap boyunca bir taraftan depresyonun nedenlerini sıralarken diğer taraftan da, kişisel gelişim kitaplarının düştüğü tuzaklara düşmeden, depresyon ve kaygıyı aşabilmek için mantıklı çözüm yolları arıyor.
Hayata yeniden bağlanmanın yolları
Kaybolan Bağlar, özetle Hari’nin dünya üzerinde gözlemlediği depresyon vakaları üzerinden ilerliyor. Hari kitap boyunca depresyon ve kaygı üzerine çalışan bir çok bilim insanıyla görüşmeler yapıyor, bu ruhsal sorunları yaşayan insanlarla görüşmeler yapıyor. Kaybolan Bağlar’da bir taraftan Hari’nin kişisel hikayesine odaklanıyoruz diğer taraftan da dünyanın farklı yerlerindeki ilginç örneklerle karşılaşıyoruz.
Johann Hari, ilk antidepresan hapını 18 yaşında kullanmaya başlamış. Hari, o güne dek kendisini sıklıkla ağlama krizinin ortasında buluyormuş ve sosyal kaygılar çekiyormuş. Bu sıkıntılarını aşmak için doktora gittiğinde doktoru ona, kendisinin serotinin oranın doğuştan düşük olduğunu ve çözüm olarak antidepresan kullanmasını tavsiye etmiş. O günden itibaren yaşadığı bu ruhsal sıkıntıları yapay kimyasallarla aşabileceğini düşünmüş. Lakin bir süre sonra işler beklediği gibi gitmemeye başlamış, ilacın etkileri bir süre sonra geçmeye ve yaşadığı bunalım ona daha sert bir şekilde dönmeye başlamış. İngiliz gazetecinin doktoru, çözüm olarak antidepresan dozajını arttırmayı önermiş ama bu da bir süre sonra soruna yanıt olmamış. Hari, tam bu noktada bu işte bir yanlışlık olduğunun farkına varmış. Antidepresanlar ve depresyon üzerine detaylı bir araştırma yapmak için yola çıkmış. Özellikle depresyon nedeni olarak, serotinin salgısının doğuştan düşük olduğu fikri ona bir süre sonra inandırıcı gelmemeye başlamış. Bu ciddi rahatsızlığın ya da sorunun sadece bireyin zihninden kaynaklanmadığını bunun tam aksine yaşama kültürümüzün ve toplumdan izolasyonumuzun depresyonun ana nedeni olduğunu düşünmeye başlamış. Dolayısıyla kaygı, depresyon ve izolasyonun çözümünün tek yolunun antidepresan olamayacağını fikrini geliştirmiş. Bu fikrini de dokuz başlık altında toplamış, bunlar: Anlamlı Çalışmadan Kopuk Olmak, Diğer İnsanlardan Kopuk Olmak, Anlamlı Değerlerden Kopuk Olmak, Çocukluk Travmalarından Kopuk Olmak, Statü ve Saygıdan Kopuk Olmak, Doğal Dünyadan Kopuk Olmak, Umutlu ya da Güvenli Bir Gelecekten Kopuk Olmak, Genlerin ve Beyindeki Değişimlerin Gerçek Payı.
Hari’nin sıraladığı bu dokuz madde de esasen tek bir ana yere bağlanıyor; o da hayat tarzımıza…
Hari, depresyon ve kaygının ana nedenlerinin arasında büyükşehirlerde kendimize inşa ettiğimiz tüm azami insani iletişimden uzak, rekabetçi çalışma hayatına, hırslarımıza, bireyci yaşamlarımızdan kaynakladığına inanıyor. Böyle bir ortamda insanın yalnızlığa gömüldüğünü üstüne stres ve baskıyla mücadele etmek durumunda kaldığına inanıyor. Son zamanlarda giderek yaygınlık kazanan sosyal medya bağımlılığının kaynaklarından birinin, içerisine düştüğümüz yalnızlık hallerinden kaynakladığını belirtiyor mesela. Facebook ve Instagram’la her gün yoğun miktarda ilgilenmemizin ana sebebinin başkaları tarafından fark edilme dürtümüzle alakalı olabileceği görüşünde yazar.
İşte, tüm bu garip hayat tarzımız da bize depresyon ve kaygı olarak dönüyor. İnsan sağlığını hiç sayıp sadece ceplerini doldurmak isteyen ilaç şirketleri de bu durumdan istifa edip, bu sorunları yaşayan insanlara antidepresan yüklemesi yapıyor. Sonuç ise işleri daha karmaşık hale getiriyor.
Peki buradan bir çıkış yolu var mı? Hari’ye göre var: İngiliz gazeteci, depresyon ve kaygıyla mücadele klasik yöntemin sorunun bireyden kaynaklı olduğuna ve bunun çözümünün de sadece bireyde olduğu görüşünü kesinlikle reddediyor. Hari, modern hayatın bir parçası olan depresyondan çıkış yolu için yeniden kuvvetli bir insani bağ oluşturmamız inancında. Her birimizin toplumun bir parçası olduğumuzu ve birbirimize ihtiyacımızın olduğunu yeniden hatırlamamız gerektiğini düşünüyor. Bu sürede sadece kendi mutluluğumuza değil, başkalarının da mutluluğu için çabalamamız, hayatımızı anlamlı kılacak ve kendimize saygımızı yeniden kazandıracak işlerle uğraşmamızın önemine dikkat çekiyor. Bireysel hırslarımızın, bencilliklerimizin ve toplumdan izole hayatlarımızın bize çok ciddi zararlarının olduğunu belirtiyor. Geldiğimiz noktada da birbirimize çok ihtiyacımızın olduğunu ve tüm bu zorlu süreçlerden çıkış yolumuzun da birbirimizle kuracağımız güçlü bağlar olduğunu söylüyor: “Genç halime bunu söylemek isterdim. Şimdi etrafındaki diğer yaralı insanlara dönüp onlarla bağ kurmanın, bu insanlarla birlikte bir ev- birbirinize bağlı olduğunuz, hayatlarınızda beraberce anlamı bulduğunuz bir yer- inşa etmenin bir yolunu bulmalisin. Çok uzun süredir kabilesiz ve bağlantısız yaşıyoruz. Hepimizin eve dönme zamanı geldi.”
Bu noktada kitapta ilginç bir örnek karşımıza çıkıyor. Berlin’de kaldığı sosyal konutun kirasını ödeyemediği için intihar eşiğine gelen Nuriye Cengiz‘in bu kararından vazgeçişi, çevresinde benzer zorluklar yaşayan insanlarla karşılaşması ve onlarla bir dayanışma içerisine girmesiyle mümkün oluyor. Zaten Hari de, intiharın eşine gelmiş ya da depresyonla mücadele eden insanların en büyük yanılgıların başında bu sorunu sadece kendilerinin yaşıyor sanmalarından geldiğini belirtiyor. Bu inancın kendimizi toplumdan soyutlamamıza ve daha da yalnız kalmamıza neden oluyor. Çıkış yolu ise oldukça basit, başkalarıyla yeniden kuvvetli bağlar kurmak. Hari, yaşadığımız sıkıntıların bize kılavuzluk edeceğini, doğru ve huzurlu bir hayata bizi sürükleyeceğini inanıyor. Bunun için de daha çok yüz yüze iletişim içinde olmak, başkalarının mutluluğunu paylaşmak, bize iyi gelecek işlerle meşgul olmak, uzun doğa yürüyüşlerine çıkmak gibi küçük detayları işaret ediyor. Hari, özetle aşırı bireyselleşmiş, rasyonelleşmiş, acılardan arınmış ve birlik olma duygusunu yitirmiş toplumların kaygı ve depresyonla uğraşmasının normal olduğunu bunun ilacının da yeniden insanı bir bağ kurmak olduğunu öne sürüyor.
Kaybolan Bağlar, çağımızın en büyük sorunlarından depresyon ve kaygıyla mücadelenin yolları arayan, bunu yaparken de kişisel gelişim kitapları saçmalığına yüz vermeden, sahici insan hikayeleri ve sahici çözüm metotları ortaya süren bir kitap. Hari, tüm içtenliği ve şeffaflığıyla kendi hikayesini anlatıyor ama kitap oyunca bir nevi kendimizle yüzleşiyoruz neticede ” anlatılan yine bizim hikayemiz.”