ISBN13 978-605-316-138-7
13x19,5 cm, 224 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Neden Psikanaliz?, 2011
Komedi: Sonsuzun Fiziği, 2011
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Giriş, s. 9-14

“Şu an sevişmiyorum, sizinle konuşuyorum. Gelin görün ki sevişirken yaşadığım tatminin aynısını yaşıyor olabilirim.” Yüceltimin bastırmasız dürtü tatmini olduğu iddiasını açıklarken bu örneği verir Lacan. Yüceltimi genellikle ikame bir tatmin diye düşünürüz: “Sevişmek” yerine konuşmak (yazmak, resim yapmak, dua etmek vb.) ile meşgul olurum – bu sayede, “eksik” olan tatminin yerine başka tür bir tatmin elde ederim. Yüceltimler, eksik olan cinsel tatminin yerini alan ikame tatminlerdir. Oysa Lacancı psikanaliz daha paradoksal bir tespitte bulunur: Faaliyet farklıdır ama tatmin bire bir aynıdır. Başka bir deyişle, burada esas nokta konuşmaktan elde edilen tatminin “cinsel kökeni”ne istinaden açıklanması değildir. Esas nokta, konuşmaktan elde edilen tatminin bizatihi “cinsel” olmasıdır. Bizi cinselliğin doğası ve statüsünün ne olduğu sorusunu kökünden ele almaya zorlayan da budur. Marx’ın meşhur cümlesini hatırlayalım: “Maymun anatomisinin anahtarı insan anatomisindedir” (ve bunun tersi geçerli değildir belki de). Benzer şekilde, konuşmaktan elde edilen tatminin cinsel tatminin yahut cinselliğin ve bünyevi çelişkilerinin bir anahtarını içerdiği (ve bunun tersinin geçerli olmadığı) hususunda diretmemiz gerekiyor. Bu kitabın doğrultusunu belirleyen basit –ama aynı zamanda en zor– soru buradan doğmaktadır: Cinsellik nedir? Cinsellik meselesine yaklaşım tarzımızda, bu meselenin psikanalizin tam manasıyla felsefi problemlerinden biri olarak ele alınmasını öneriyorum – ontoloji, mantık ve özne kuramından başlamak üzere, felsefe teriminin uyandırdığı tüm çağrışımlarla birlikte.

Psikanaliz (Freudcu-Lacancı çizgisinde), diğer şeylerin yanı sıra, felsefe içinde önemli, doğrudan yankılar uyandıran çok kuvvetli bir kavramsal icat da olmuştur. Felsefe ile psikanaliz arasındaki karşılaşma çağdaş felsefe içinde en bereketli inşaat sahalarından biri olup çıkmıştır. Klasikleşmiş filozoflar ve klasikleşmiş felsefe kavramları (mesela özne, nesne, hakikat, temsil, gerçek) üstüne etkileyici, yeni ve özgün okumalar doğurmuş, çağdaş felsefe içinde sahiden yeni bir damar açmıştır. Felsefenin kendisinin klasikleşmiş mefhumlarından bazılarını, kaçıp kurtulmak için yanıp tutuştuğu metafizik geçmişine havale edip terk etmeye hazırlandığı bir uğrakta, Lacan çıkıp bize paha biçilmez bir ders vermiştir: Sorun bu mefhumların kendilerinde değildir; (bazı felsefe yapma tarzlarında) sorun tüm bu mefhumların ima ettiği ve parçası olduğu bünyevi çelişkinin (ya da antagonizmanın) yadsınması veya silinmesidir. Bundan dolayı, bu mefhumlardan öylece vazgeçilmesi önemli bir savaşın kazanılmasından ziyade savaş alanının terk edilmesidir. Buna benzer ama simetrik olmayan bir şekilde, felsefi kavramlardan vazgeçmeyip onlarla iş gören ve felsefi tartışmalarda rol oynayan psikanaliz de (klinik bağlamı içinde dahi) çok şey kazanmıştır. Çünkü bu sayede kendisini güven içinde sınırlanmış, özelleşmiş bir uzmanlık ve pratik sahasına kapatmak yerine, genel düşünce manzarasına, oradaki mücadele ve antagonizmalara müdahil olmaya devam etmiştir. Lacan’ın sürekli dikkat çektiği, Uluslararası Psikanaliz Derneği ile yaşadığı münakaşanın (ihraç edilmesinin) merkezinde yatan ayrım da bu olmuştur: bir yanda kendisine uygun görülüp tahsis edilen ya da içine kapatıldığı sahası/ tımarı içinde tanınan bir tedavi pratiği olarak psikanaliz, diğer yanda Lacan’ın düpedüz dört bir yana saçılan (felsefe, bilim, edebiyat vb.) düşünsel (ve pratik) taşkınlıkları. Asıl ayrım çizgisini basitçe farklı psikanalitik yönelimler arasındaki savaşta değil burada görmüştür Lacan. Meşhur kısa seanslar dışında, Lacan’ın (kendisi de psikanaliz pratiğinin dışında gerçekleşen ve evrensel bir istikamet taşıyan) “öğretisi”nde yaptıklarını hedef alan anahtar sözcük, anahtar hakaret “zihinselleştirme” olmuştur – Lacan da bu hakareti yönelten analistlere hakaretle yanıt vermekten çekinmemiş, onlar için “bilinçdışının ortopedistleri” ve “burjuva rüyasının teminatçıları” demiştir. “Zihinselleştirme” iddiasının sebebi yalnızca Lacan’ın kişiliği (zekâsı, bilgisi, hırsı) değil, Freud’un yaptığı keşfin kalbinde yattığını, bu keşfin doğurduğu esas skandaldan sorumlu olduğunu fark ettiği unsurdur. “Bilinçdışı düşünür”: Söz konusu keşfin anafikrini böyle ifade etmeyi sever Lacan. İncelikli rüyalar, dil sürçmeleri ve esprilerin yanı sıra son derece ruhani (diğer) biçim ve yaratımların hepsi bilinçdışının gerçekleştirdiği çalışmanın tezahürleridir. Bilinçdışının öylece akıldışı bir tarafı yoktur. Lacan’ın dikkat çekmeyi sevdiği başka bir nokta da, Freudcu cinsellik anlayışının (bilinçdışıyla bağlantılı olarak) doğurduğu en büyük skandalın sözümona galizliğinde değil, “fena halde ‘zihinsel’ olması”nda yattığıydı. “Bu bakımdan, entrikalarıyla toplumu mahvedeceği düşünülen yığınla teröristin yanına yakışan bir yardakçı gibi görünüyordu” (Lacan 2006b, 435). Tam bu manada, konuşmaktan (ya da başka tür bir zihinsel faaliyetten) elde edilen tatminin “cinsel” olduğu söylendiğinde, sırf zihinsel faaliyetlerin alçaltılması değil, cinselliğin hayret uyandıracak ölçüde zihinsel bir faaliyet mertebesine çıkarılması da söz konusudur.

Yani Lacan’ın psikanaliz içindeki en önemli ayrım çizgisi ve mücadeleyi nerede konumlandırdığı konusunda şüpheye pek yer yoktur: “Beni dinleyenlere kötü psikanalistleri nasıl ayırt edebileceklerini söylemek istiyorum: teknik ve kuram üstüne yapılan araştırmalar içinden, sahiciliği bakımından Freudcu deneyimi ileriye taşıyanların hepsini ucuzlatmak için kullandıkları sözcükle. ‘Zihinselleştirme’ sözcüğüyle...” (Lacan 2006b, 435).

Gelgelelim psikanaliz ile felsefe arasındaki karşılaşmanın her ikisi için de gayet ilham verici ve bereketli bir inşaat sahası olduğu ortaya çıkmış olmasına karşın, bu sahadan uzak durmak son zamanlarda her iki alan için de gitgide parola (veya moda) halini almıştır. Felsefeciler saf felsefeyi ve bilhassa ontolojiyi yeniden keşfetmiştir; yeni ontolojiler üretmekle meşgulken, olsa olsa belli bir tedavi pratiğine karşılık gelen lokal bir kuram pek ilgilerini çekmemektedir. Öte yandan psikanalistler de kendi kavramlarının “deneysel” (klinik) nüvesini yeniden keşfetmekle meşguldür, ki bunu kimi zaman kutsal kâseleri gibi sunmayı severler – kendilerinden başka hiç kimsenin temas etmediği nihai Gerçek gibi.

Kitap bu bakımdan, daha cilalı “kavramsal ürünler”, “hizmetler” veya “tekil deneyimler” lehine söz konusu inşaat sahasını terk etmeyi reddetmesiyle –gerek metodolojik gerekse ideolojik açıdan– “içinde yaşadığımız zamana” ters düşüyor. Okuyacağınız sayfalar iki önemli boyutu olan bir kanının ürünü: Bunlardan ilki, psikanalizde cinselliğin her şeyden önce gerçekliğe ait süreğen bir çelişkinin ifadesini oluşturan bir kavram olduğu. Diğeri ise bu çelişkinin ikincil bir düzey (çoktan tesis olmuş kendilikler/ varlıklar arasındaki bir çelişki) biçiminde sınırlanması veya indirgenmesinin mümkün olmadığı, aksine –bir çelişki olarak– bu kendiliklerin yapılandırılışına, varlıklarına müdahil olduğu. İşte tam bu manada cinsellik ontolojik açıdan önemlidir: nihai bir gerçeklik olarak değil, gerçekliğe ait bünyevi bir sapma ya da engel vasfıyla.

Yani “Lacan ve felsefe” meselesi burada bahislerin en yüksek göründüğü noktada ele alınıp kurcalanmaktadır. Cinsellik, Lacan ve kavramlarının felsefe tarafından en sıcak karşılandığı durumlarda dahi genellikle dışarıda bırakılan mevzudur; ontoloji ise maître (efendi) ile m’être (être, olmak sözcüğünden) arasındaki eşseslilikten istifade eden Lacan’ın efendi söylemiyle ilişkili gördüğü bir şeydir. Ontoloji “birinin peşinden gitmek”, “birinin emrine amade olmak” iması taşır (Lacan 1999, 31).

Gelgelim –daha doğrusu tam da bu yüzden– “cinsellik ve ontoloji” sorusunu ortaya atmak şart gibi geliyor. Felsefe ile psikanaliz arasındaki karşılaşmanın kaderinin bu noktada belirlendiğini ve sahnelendiğini iddia ediyorum.

Louis Althusser’in “Marx ve Freud Üstüne” adlı güçlü denemesinde savunduğu gibi, Marksizm ile psikanalizin ortak noktalarından biri, kuramlaştırdıkları çatışmanın içinde konumlanmış olmalarıdır; kendileri de çatışmalı ve antagonistik diye gördükleri gerçekliğin parçasıdırlar. Böyle bir durumda bilimsel nesnelliğin ölçütü farazi bir yansızlık değildir, çünkü söz konusu antagonizmanın ya da gerçek sömürü noktasının gizlenmesinden (ve böylece sürdürülmesinden) başka bir şey değildir bu yansızlık. Herhangi bir toplumsal çatışma söz konusu olduğunda “yansız” bir konum her zaman ve muhakkak hâkim sınıfın konumudur: “Yansız” görünmesinin sebebi, hâkim ideoloji mertebesine ulaşmış olmasıdır, ki hâkim ideoloji bize her zaman malumun ilamı gibi gelir. Bundan dolayı böyle bir durumda nesnelliğin ölçütü yansızlık değil, kuramın o durumun içinde belli bir bakış açısını, müstesna bir bakış açısını benimseme kabiliyetidir. Bu manada, nesnellik burada “kısmi” veya “taraflı” olma kabiliyetinin ta kendisiyle bağlantılıdır. Althusser’in dediği gibi: Çatışmalı bir gerçeklikle meşgul olduğumuzda (Marksizm ve psikanalizde olduğu gibi), her şeyi her yerden göremeyiz (on ne peut pas tout voir de partout); bazı konumlar bu çatışmayı gizler, bazıları açığa vurur. Bundan dolayı bu çatışmalı gerçekliğin özü, ancak bu çatışmanın ta kendisinin içinde belli konumların işgal edilmesi, diğerlerinin işgal edilmemesi ile keşfedilebilir (Althusser 1993, 229).

Bu kitap cinselliğin yahut cinsel olan’ın psikanaliz içinde tam da böyle bir “konum” ya da bakış açısı olduğunu gösterme ve savunma amacı taşıyor. Muhtevasından (“galiz” veya tartışmalı olmasından) ötürü değil, bizi görmeye, düşünmeye ve ilgilenmeye mecbur bıraktığı müstesna çelişki biçiminden (antagonizma) ötürü.

Hacminden anlaşılmayabilir, ama bu kitap yıllar süren bir kavramsal çalışmanın ürünü. Çizgisel olmayan, ilerlemelerin yanı sıra en güç sorunlara farklı açı ve perspektiflerden geri dönüşlerden ve nihayetinde birçok şeyin, birçok söz[cüğ]ün kesilip atılmasından oluşan bir çalışma oldu bu. Yıllar içinde kitabın birkaç bölümü devam eden bir araştırmanın sunumu biçiminde görücüye çıktı ister istemez. Ancak bu bakımdan herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermemek için, hem bu kitabın bir derleme olmadığını (ki bu az çok ortada zaten) hem de önceden yayımlanmış parçaların bu kitaptaki hallerine eş malzemeler oluşturmadıklarını vurgulamak istiyorum. Sadece bazı hayati kavramsal nokta ve kavşaklarda önemli ölçüde yeniden şekillendirildikleri ve tashih edildikleri için değil, aynı zamanda ancak bu yapıtın içinde ne iseler o haline geldikleri, yani kitap boyutunda, merkezi bir argümanın parçası oldukları için.

Yakın dönemde, Lorenzo Chiesa’nın The Not-Two (İki-Olmayan) ve Aaron Schuster’in The Trouble with Pleasure (Haz Belası) kitapları yayımlandı – konuları birden fazla açıdan benimkiyle kesişen kitaplar. Sunduğum tartışmada bu çarpıcı yapıtların önemli bir rol oynamıyor olmasının çok basit bir nedeni var: Uzun yıllardır kendi “paralel evrenler”imizde bu konular üstünde çalışıyoruz, dostça bir suç ortaklığı içindeyiz, ama herkes kendi “saplantı”sını ve yolunu takip ediyor. Burada “paralel evrenler”imizin bağımsızlığını korumanın en iyisi olacağını düşündüm – bu karar yüzünden böyle önemli yapıtların farkında olmadığım zannedilmesin.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X