Canan Aktaş, "Yücel Kayıran’ın Şiiri Üstüne Anlamsal Bir Deneme", Parça, 8 Aralık 2017
Efsus’a Yolculuk aslında kendi içinde geçmişe dönüşün hikayesi, kopuş ‘son akşam yemeği’yle başlıyor ve geri dönüşte “o son akşam yemeği”yle oluyor. Şair içsel dönüşümünü felsefi yöntemlerle açığa çıkarıyor ki dökülsün her şey ortalığa tabi Yücel Kayıran’ın şiirinin alt yapısını da felsefi bir geçmiş ve hayata bakış oluşturuyor. Yücel Kayıran’ın da Oğuz Atay’ın bir öyküsünde olduğu gibi kafasında cam kırıkları var düşünceleri kafasına batıp saplanıyor ,kanıyor durmadan .Ben de şiirin açığa çıkmasını böyle gördüğüm için dizelerinin her birinin benim kafamdaki tarihi süreç içinde de bana batan cam kırıkları olduğunu söyleyebilirim.
Yücel Kayıran’ın dizelerinin her biri bir felsefi tartışmanın başlangıcı olabilir. Okudukça bir şairi kıskanmak ne anlıyorsunuz kendi içinizde. Mesela
‘Gövdemi kendisine bırakmadım hiç’
diyor. Bu insanın kendini kendi içine hapsetmesi nedir gösteriyor, bunu yaparken de özgür iradesini kullanan insanı alıp baş köşeye oturtuyor.
‘Varlığımı tehlikeye attım aşmak için şimdi tersine gittiğim bu yolu
Kendi hayatıyla oynamayı göze aldığında kesinleşiyor insanın yolu “
Varlığını sorgulayan bir keskinlikle yola çıkıyor. Sonra
“Derin soluk alıyordu hatıradan sızan yara
Varolanın varlıktaki eksilmesinden
Bir nesneyi kaldırınca yerindeki boşluk
Vücudu terk eder gibi bir organ
Beni henüz kendime terk etmemiştin
Biliyordum ne demek
İçimde var olan bir varlık tarafından terk edilmek
Henüz öğrenmiştim içime çizilen haritayı izlemeyi içerden
Test edilmek nedir bilmiyordum
Terk eden terk edilemiyor dünyada
Daimidir geride kalan boşluk”
diyor. Bütün bir varoluş felsefesini anlatıyor şiirle, bu nasıl bir derinliktir bir şair için diye düşünmeden yapamıyorsunuz. Aslında Efsus’a dönerken kendi içinde tözüne ya da onun kullandığı Spinoza’nın kavramıyla ‘conatus’la açığa çıkarmalarda bu yolda geri dönüşle oluyor. Sonra kelime kelime bozulmuş bir sosyalizm algısının bozulmuş dağılmış yol aldığını ve yanlışların Marksizm’den kaynaklanmadığını aslında söylemlerin farklılığının bile kafamızda yarattığı kargaşadan kaçamayan bir sosyalist düşünceyle yürümeye çalışıldığında, yolda bütün söylemlerin boşa çıktığını söyleyen sosyalizm eleştirisi var kitapta.
“Devrim şarttı, bize ait olan, ona ait olmayandan sökülerek geri alınmalı”
Ya da
“Devrim şarttı, biz sanıyorduk ki devrim adaletin ihlal edilmesinden patlak verecekti”
Dizelerinde sosyalizm yanlış uygulamalarının nasıl yanlışa düşürüldüğünü belleğin bu yanılgıyı nasıl yıllarca taşıdığına anlatan dizelerle vuruyor kafanıza.
““Felç geldi dilime”
Ne söylesem naylon
ne söylesem dökülmüş briket”
İnsanın doğayla ilişkisini sorguluyor sonra yalın diliyle doğaya uygun insanın tekliğini, yaratılan dünyanın içinde insanın aslında absürt, eğreti uyumsuz durduğunu, varlığını sorgularken, hayatın insanı sınarken insanın özüne ters bir biçimde doğasından çıkararak sınadığını söyleyen bir doğa- insan ilişkisi var ki şiirlerinde inanılmaz .Bize gelecek diye sunulanın bizim doğamıza aykırı olduğuna ilişkin ibareler var, her insan anlıyor ,algılıyor bunu ama hayatına devam ediyor ,camdan duvarları aşamayacağını düşünerek yaşıyor. Olağanın dışına çıkmayı da bir hayat sınavıyla özleştiriyor şair.
“Geçmişin ilerlemesidir her tekilde birey
Uymaz doğanın doğası bir gelecek kurgusuna
Sokağa çıkma yasağını uygulamıyorlar artık ama
Olanağı yok sokağa çıkınca dışarıya çıkmanın
Öyle ki karakol duvarı sanki camdan.. ama
Alındı sınanmış hayat hayatın olanağından”
Bazen şiirinin bir yerinde uçuşan anılar çocukluğunda uyumuşta büyüklüğe uyanmış gibi acıtıyor.
“Dünyaya el eder gibi
Olanak durumunda kalan bir hikaye...uyumuşum
Uyku.. dünyanın geriye doğru çekilmesidir çocuklukta”
Bazen de doğanın suyun hafızasına taş çıkartır gibi anlatımlar ,ne hissettiysen o kalır insanın doğasında yaşadıklarına kimse dokunamaz tıpkı doğa gibi diyor..
“Sanki deri yüzülmüş yüzümden ...yaprak yaprak”
Yada
“Rüzgarın salınımı
sizin etinizden geçer iner toprağın köküne
Sizden gelip geçen her ne ise.. o kalır size”
Kendi içine yolculuk ederken şiirinde yaşama sessiz ,tepkisiz kalmanın da bir bağırış olduğunu şöyle anlatır ama kimseyi de suçlamak istemez bu tavrından dolayı .O belleğin aktarımını da ister.
“Sanki dilim dilim doğramışım kendimi içerden bir bıçakla”
“Benden dolayı yenilmiş sayılsın istemiyorum dile getirdiğim hakikat
yitirmesin dilini ve sürsün
Bir başkasının dilinde
Bir başkasında devam ettirsin kendini”
“Bir kaç dakikadan ibarettir aslında insanın hayatındaki devrim”
Yücel Kayıran’ın şiirinde kadın anlatımları da ilginçtir. Kadınları nesneye ses veren tanrılar gibi anlatırken kendi algılarında kokusundan tanır kadınları ,aldatıcı bulur kadınların vaadini ,haz almanın onu doğasından ve onu oluşturandan çıkarma korkusu ve onu alıp götüren ama sonunda hep kendisiyle yalnız bırakan bir kadın algısı var şiirinde.
“Bir cenazenin etrafında toplanmış ağlayan kadınlar silueti
Kendi sesini verir her nesneye “
“Yoktu kokusu annemin
Kız kardeşimin kokusu yoktu
Bu nedenle belki bozulmuyordu
Onların yanında bütünlüğü bedenimin”
“Yerin yarıldığı yerde beni bana terk etmesi”
Sistem içinde boğulmuş insanlık ve ailenin ve çevrenin dağılmasının etkileri yansırken şiirine, hayatından yansıyan geri dönüş ve direnç açıkça seçile biliyor. Şiire yansıyan derin eleştirel yaklaşım var, İlahi Komedya anlatımlarıyla karşınıza çıkan.
“Böyle alınıyordu bize ait olan
Böyle alınıyordu kendi içimizden
Böyle yüzülerek içderi etimizden
dağıldı annemin evi”
“Hayat, içeriden kendimi kazarak ilerlediğim bir mağara”
“Zaman, sanki onu tür değiştirerek büyütmüş”
“bir sokağın bilinmezine
çekip direnmek içimdeki hedefi belirsiz nefreti
dile getirebilir bir dile gelmek”
“ölü bedeni öyle merdivenlerde..
ve arkadaşları sahipsizmiş de, köpeklere terk edilmiş gibi..”
“daima reddi miras ediyormuşum gibi baktı Cumhuriyet..”
Aslında kendi hikayesi olmayan şiire de çok dokunamaz. Yücel Kayıran gibi bizde hemen hemen aynı süreçten geliyoruz bizim zamanımız değişimlerin, acıların ,ağrıların süreciydi hiç bir insan yoktur ki o kuşakta ucundan kıyısından etkilenmesin. Kayıpların yaşandığı, dağılmanın yaşandığı insanların göçertilip dağıtıldığı bir süreçten geçtik şehirde ve köyde yoksulluğu hemen hemen aynı tarzda yaşadık. O dönemden gelen insanlar gittikleri yerlerde öldüler, öldürüldüler, direndiler. Yücel’in kitabı bu sürecin son yemeğiyle bitiyor. .Yücel’in kitabı bu sürecin son yemeğiyle bitiyor döndüğü yerde de kayıplarının çevresinde dolanıyor ya da dolanacak. Bu yara bizde oldukça hep cebimizde mendil ararız...
“İstasyon yoktu Efsus’ta
kışa yaklaşıyordu ilkindi
cebimde mendil yok”
“Ama şiirini kendi hikâyen üstüne kur daima...”
“Bazı hallerim vardı, iğreniyorum kendimden
sanki dünyaya ait olmayan gıdalar girdi etime”
“Kendimizi kazarak
bulmuştuk kendimize giden yolu”
“Eskiden kendimi ipe çekmek gelirdi içimden
gurur duyulacak bir tinsellik yok geçmişimde”
“Kayıplara karışmak da
kör bıçak kazırken eti içerden, sonsuz kılınmasıdır yasın”
“Devrim düşüncesinin havarileri”