Halil Ünal, "Yücel Kayıran’ın Efsus’a Yolculuk’u", Hece Dergisi, Şubat 2018
Efsus’a Yolculuk, gitmek ve varmak için çıkılan bir yolculuk değil. Aramak ve bulmak için değil. Bırakmak ve terk etmek; ulaşmak ve kavuşmak için değil. Gitme eylemini ve gidilen yeri bulanıklaştıran bir yolculuk sadece.
Çocukluğun geçtiği Efsus’a (Afşin) araçla fiziki yolculuk, anne evine varış.
İçinde kalan oğlan çocuğuna, çocukluğa dönüş yolculuğu.
Kendi benliğine, olası-ben’e, varmak isteği, “yönüm kendi yoluma çevrildi”; “eksiksizliğe” doğru bir yolculuk.
Mekân: Efsus (Afşin’den ayrılış ve Afşin’e geri dönüş) ve Roma (Dakyanus dönemi).
Zaman: 2017 yılından geriye doğru sar; 3. y.y. Roma Hükümdarı Dakyanus dönemine doğru yolculuk. O devri bugünlere taşıyan bir yolculukla beraber.
Yeraltına: Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı döneme dönüş; zamandan ve mekândan (dünyadan) kaçarak Yedi Uyurlar mağarasına doğru bir yolculuk.
Aileye; (anne, baba, anane, kardeş, amca, teyze, dayı) eve dönüş, yolculuğu.
Şiir-metnin oluşum yolculuğu.
Efsus’a Yolculuk için yukarıda görüldüğü gibi bir sınıflandırma yapabiliriz. Bu yolculuklar iç içe/peşpeşe bir durumda yaşanmaktadır. Çizgisel bir yol-mekân söz konusu olmadığı gibi kronolojik bir zamanda söz konusu değil. Fiziki yolculuklarımıza, zihinde gerçekleşen bir nice yolculuk eşlik edebilir. Yolculuk; akşam veya gece karanlığında, Ankara’dan Efsus’a (Maraş, Afşin) doğru hareket eden bir araç içinde başlar. Sabaha kadar sürecek bir yolculuktan sonra çocukluğun geçtiği Efsus’a ulaşılacak, burada “anne evi”ne varılacaktır. Bir yandan çocukluğu(“bir oğlan vardı içimde”)eşlik ederken ona; diğer yandan maziye, çocukluğuna doğru bir yolculuktadır. “ve yönüm kendi yoluma çevrildi”; gençlik yıllarında kendi yolunu tutmuştur. Şimdi ise, bu kendini bulmak için koyulduğu yolun başlangıç noktasına doğru giden yolun peşindedir.
sabah gibi varabilirim kendime vardığım yolun başlangıcına
sanki yeraltında ilerleyerek el yordamıyla bulmuştum kendimi
bulmam gerekir belki de beni yeraltına sürükleyen nedeni
varlığımı tehlikeye attım aşmak için şimdi tersine gittiğim bu yolu
…
mahvını göze almayan varamaz varlığındaki olası-ben’e(s.9)
Kendi olmak için çıktığı yolculuğunu yeraltında başlatır. Yedi Uyurlar, yaşanılmaz olan dünya baskısından kaçarak mağaraya saklanmışlardı. Artık öznesi olmadığını fark ettiği dünyadan kaçar, kendini yerin altına alır: “Ashâb-ı Kehf fikri o zaman doğdu bende, ve/ kendimi yerin altına giden yola aldım” (s.11) İçinde yolculuk ettiği araç ile yakınlık kurar; sanki “araç” kendini bu amaca hasretmiş, yeryüzünde onun benzeri bir yolculuğa çıkmıştır. “sanki yer kabuğunun altına doğru tünel kazarak/ ilerliyor kısa farları arabanın” (s. 41)
Dil ve dile getirmek ontolojik bir sorundur. “Varlığın evi” bellenen dil üzerinden kendi ben’ini yapılandırmanın peşindedir. Kendi dilini kurabilmenin, kendini kurmakla mümkün olduğunun ayırtındadır.“de te fabula narratur”: Anlatılan benim hikâyem değil, der; her-ben’in hikâyesi kendine özeldir ve bu özel bulunuşluk yine kendine ait bir dil ile ancak dile getirilebilir. Kendini “eksiksiz” dile getirmek ister. Konuşma, dile getirme arzusu Yücel Kayıran’ın, Son Akşam Yemeği’nde ifade ettiği, travmadan kaynaklanmaktadır. O sıralar dili tutulmuştur.
istemediğim bir kişi olursam ya
istediğin kişi olamazsam
sorusuyla yurt edindi kendime zarar verme fikri zihnimi
ne kadar genişti baş etmek zorunda olduğum dünya
ve istemediğim bir kişi olursam korkusu
…
sanki yer kabuğunun altına doğru tünel kazarak
ilerliyor kısa farları arabanın(s.41)
Efsus adı, sanki fiziki olmayan bir konumun adıdır. Seyre, metafizik bir boyut ekler. Dikey ve yatay derinliği dengelemek ister gibidir, bir ayağını realiteden çekmemeye çalışır. Araçla alınan yol, aracın farları, yolda karşılaşılan kavşaklar, virajlar, yerleşim yerleri, doğa şekilleri eşlik eder bu zihinsel yolculuğa.
Yeni ve kendine mahsus bir mistisizmin içindedir, dahası bunu yaşamaktadır. Şu kadarını olsun söylemeden geçemeyeceğim: “Müslüman duyarlıkla” şiir söyleme gayreti içinde olanlar bence bu şiirle ilgilenmelidir.
sanılır ki insanın varlıksal kimliği
inandığı, ya da itikat ettiği değerlerle şekillenir
ama değildir öyle (s. 42)
ceza gününe ait değil mi sırların faş edilmesi
ve ceza gününün maliki olmak sana ait değil mi (s. 45)
gizlendiği sürece her günah mubah
gizlenmediği sürece samimiyet bile melali (s. 53)
Yakın tarihimizdeki pek çok olaya açık gizli politik göndermelere rastlıyoruz. Politik eleştiriyi Roma Hükümdarı Dakyanus üzerinden yürütür. Sözü yakın tarihin Dakyanuslarına getirir. Böylelikle kendini karşıt olarak Yedi Uyurlar’ın yanına konumlandırmış olur. Bu kurgu tekniği sayesinde Yücel Kayıran, kendi kişisel serüvenini ve Türkiye panoramasını rahatlıkla çizer. Hayatını ve hayattayken yaşananları bir günlükte, bir anı defterinde dile getiriyormuşçasına rahat bir söyleyişe sahiptir.
Yenilmiş olmak demekti kuşkusuz yerin altında olmak
Fakat böyle hayatta kalmış olmak bir armağan
Yenilmiş olmak da yenilip hayatta kalmış olmak da
Tanıklığın taşınması için gelecekteki bir yargıca
Adaletin kalesi olan bir yargıca
Talep etmek için bize ait olanın bize iade edilmesini (s. 71)
Yedi Uyurlar için mağaranın gördüğü işlevin yerini burada yolculuk alır. Daha doğrusu mağara metaforu burada yolculuk metaforuna dönüşür.
Böyle yolculukta arındım ama hesaplaşarak kendimle
Kendimle hesaplaşmaya bir olanak verdiği için belki de (s. 111)
Daha önceki şiirlerinde kullandığı şiirini bunlarla yapıp çattığı felsefi isimlendirmeleri, kavramları, kavramlaştırmaları fazlaca bu kitapta da görürüz. Bunlar: Her-ben (Dekart), içimdeki oğlan, conatus! (Sipinoza), Minerva’nın baykuşu (Hegel), ona ait olanı ona vermek (in praeteritum non vivitur - Platon ), eşit işe eşit ücret, Büyücü Goşha (Babanın peşinden gittiği kadınlar), kuru ot olma-k, mücavir alan… Kendini tekrardan kaçınmıyor ve özellikle de kendi, şiirden dilini bunlardan oluşturuyor. Çünkü Kayıran’a göre; “her insan anlaşılana kadar tekrar eder kendini” (s.114)
Yücel Kayıran, ne yapmak istediğinin ve ne yaptığının farkında. Toparlayıcı bir kitap olmuş, bütün geçmiş şiirini ve kendine ait olanı topladığı, toparladığı bir kitap; son sözler gibi bu dünyadan gitmeden önce edilmiş.