| ISBN13 978-605-316-118-9 | 13x19,5 cm, 112 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Önsöz, s. 11-13 Yirmi yıl kadar önce Avustralyalı filozof David Chalmers “zor problem”i sormuştu: “Niçin ve nasıl bilincim var?” Günlük yaşamda pek farkında değiliz ama her sabah uyandığımızda kafatasımızın içinde inanılmaz bir doğa olayı meydana gelir ve beynimizin nöral faaliyetleriyle birlikte dünya ve ben yaşantımız yeniden kurulur. Peki ama beynin nöral faaliyetleriyle birlikte ortaya çıkan bu fenomen dünyası nedir? Gizemli ya da edebi bir soru olarak değil, sahiden nedir bilinç? Bilim açısından bilinç tam bir sürprizdir. Çünkü bilinçli olmamızı gerektiren hiçbir doğa yasası bilmiyoruz. Bir bakıma bilinçsiz biyolojik robotlar, “zombi”ler olmamız daha makul, daha açıklanabilir bir durumdur. Nörobiyolojinin görece “kolay” problemleri, mesela beynin dikkat, hafıza, karar alma, problem çözme, konuşma, empati gibi fonksiyonlarını nasıl gerçekleştirdiği biyolojinin klasik epistemik sınır ve imkânları çerçevesinde ele alınıp en ince ayrıntısına kadar çözülebilir gibi görünüyor. Nitekim son on yılda beyin ve davranışsal fonksiyonlarıyla ilgili bilgimiz yirmi, otuz yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz şekilde ilerledi. Bilinç problemini bütün diğer nörobiyolojik problemlerden ayırt eden, onu bu denli zor ve ilginç kılansa sadece biyolojik çalışmanın alışıldık yöntemlerini zorlaması değil tabii. Diğer doğal oluşumlar gibi canlı organizmalar da atom ve moleküllerden oluşan maddi organizasyonlardır. Bu nedenle biyoloji en temelde fizik ve kimyaya dayanır. Beyin de yukarıda söz ettiğimiz tarzdaki bütün fonksiyonlarını fiziksel-kimyasal mekanizmalarla gerçekleştirir. Oysa bilinç problemi, içinden neşet ettiğimiz doğanın en temel özellikleri hakkında ciddi bir sorunu da bilimin gündemine taşıyor: Bilinç fiziksel mi? O halde evren mutlak olarak fiziksel mi? Bu kitapta can acımız, rüyalarımız, hayallerimiz, çikolatanın tadı, mide bulantımız ya da domatesin kırmızısı gibi algılarımızın, bilinçli fenomenal yaşantılarımızın, kendi başlarına fiziksel olmadığını, yani fizik bilimi tarafından ele alınabilir özellikler olmadığını açıkça göreceğiz. Biyolojik evrimin geçici bir uğrağı olan biz insanlarda organize bir tarzda tezahür eden bilinç fiziksel değilse, bilincin bazı özellikleri –bedenimizi oluşturan atom ve moleküller gibi bir hammadde tarzında da olsa– içinden neşet ettiğimiz evrenin en temel dokusuna içkin olabilir mi? Evrende bilincin hammaddesi var mı? Eğer varsa, fiziksel olan ve olmayan bu özelliklerin birbiriyle ilişkisi ne? Biyolojiden hatta fizikten bile daha derin ve temel bir düzeyden söz ettiğimize göre, bilinç problemini sadece biyolojik bir problem olarak niteleyemeyiz artık. Bu problemi derin ve temel bir doğal duruma ilişkin olması anlamında ontolojik olarak da nitelememiz uygun olur. Elbette bilhassa felsefe ve bilim yönelimli insanları, özellikle bir ölçüde de olsa çağdaş fizikle tanışıklığı olanları şaşkınlığa düşüren bir problem bilinç. Ama sadece filozofları ve biliminsanlarını büyüleyen bir soru olarak kalamayacağı da açık. Bilinç belki her insanın yaşamının son ânında, tam da bilincini muhtemelen sonsuza kadar kaybetmeden önce sorması beklenebilecek şu soru itibarıyla herkes için ilginç: “Peki ama neydi bu? Garip bir rüya mı sadece?” “Zor problem” insan aklının çözemeyeceği kadar zor bir problem mi? “Nesnel” inceleme yöntemlerine dayanan bilim “öznel” bilinç sorununu asla çözemeyecek mi? Belki. Ama konunun çok çekici olduğu da açık. Dünyanın değişik yerlerinde pek çok filozof ve biliminsanı bilinç sorunuyla yatıp bilinç sorunuyla kalkıyor yıllardır. Şimdiden bazı ilerlemeler kaydedildiğini bile söyleyebiliriz belki. Ben de Beynin Gölgeleri: Bir Psikiyatri Felsefesi adlı kitabımda (2016) sorunu çözmek bakımından önemsediğim bir tez yakalamıştım aslında. Ancak bu tez kitabın pek çok problemi birlikte ele alan karmaşık yapısı itibarıyla biraz geri planda kalmıştı. Bu kitapta Beynin Gölgeleri’nde gömülü olan bu tezi açığa çıkardım, geliştirip netleştirdim. |