Eray Ak, "Kim, ne zaman, ne için hain olur?", Cumhuriyet Kitap, 3 Kasım 2016
Türker Armaner'in yeni romanı Hüküm, galiplerin tarihi arasına sıkışmamak için uğraşan bir kahramanın hikâyesini anlatıyor. Bu kahramanın hikâyesi aslında Türkiye'deki vatanseverlik kavramının da tersten bakılarak yazılmış ama düzü görme amacındaki özeti.
Zaman, doğru bildiğimiz pek çok yanlışı ortaya çıkardığı gibi; masum bilinen suçluları, iyi bilinen kötüleri ve kahraman bilinen hainleri de ortaya çıkarıyor. Yakın tarihin sayfalarını karıştırmak bile fazlasıyla nüve veriyor bu konuda elimize ancak kurulu dünya düzeni, insanın yönünü ve gerçeğini bulmasında engellerini eksik etmiyor. Bir zamanın hainleri karşımıza kahraman olarak çıkarken ya da bunun tam tersi gerçekleşirken; resmî ve gayrıresmî tarih arasındaki fark da beliriyor. Haliyle tarihin yazdıklarına mı yoksa tarihte yaşananlara mı bakılacağı sorusu da bu konuyla birlikte gündeme geliyor. Sorunun yanıtını arayan sayısı çok ama bu iki tarihin yazdıkları, yazacakları arasında ezilen insan sayısı, sorunun yanıtını arayanlardan daha çok.
Tarihin bitip yerini hikâyeye bıraktığı nokta da tam olarak burası işte...
Türker Armaner de yeni romanı Hüküm'de, galiplerin tarihi arasına sıkışmamak için uğraşan bir kahramanın hikâyesini anlatıyor. Bu kahramanın hikâyesi aslında Türkiye'deki "vatanseverlik" kavramının da tersten bakılarak yazılmış ama düzü görme amacındaki özeti. Fakat romanın, Türkiye tarihi özelinden çıkarak dünya resmine odaklanan bir yanı var ki o da yazarının düşündürmek istediği gerçek soruya götürüyor okuru: "Kim, ne zaman, ne için hain olur?"
Hain ve Kahraman
Buradan yola çıkarak da çok hain ve aynı derecede kahraman yaratacak bir zaman dilimini romanın merkezine almış Türker Armaner.
1920'nin İstanbulu'na açılıyor romanın perdeleri. İşgal kuvvetleri kentin her yerine yayılmış, sokağa çıkma yasakları dahil pek çok kısıtlama uygulanıyor ama hiçbir şey tam anlamıyla kontrol altına alınabilmiş değil. İngilizlerin başını çektiği işgalcilerin yanına Ankara destekçisi milliyetçiler ve çok ortalarda görünmemelerine rağmen Bolşevikler de eklendiğinde, Osmanlı'nın bakiyesi üzerinden nasıl bir iktidar mücadelesinin çıktığını resmî ve gayrıresmî tarih sayfalarından biliyoruz. Bu yönüyle yazar her anlamda çetrefil bir zaman dilimine oturtmuş kurguyu. Zaman dilimi; "Şu anda ihanetin bile askıya alındığı bir dönüm noktasındayız," diye anılıyor. "Toz duman dağılınca galip gelen diğerlerini hain ilan edecek; başarılı olmazsa da bir başkası onu aynı biçimde işaretleyecek."
Soru ise şu: "Siz iktidarı kurup da hain ilan edilen birini tanıyor musunuz?"
İktidar mücadelesi, hain olmama kavgası, kahramanlık çabaları tüm karmaşasıyla devam ederken; Bolşevikler, işgalciler ve milliyetçilerin yanına bir halka daha ekleniyor: Teşkilat... Romanın düğümleri de Teşkilat üzerinden çözülmeye başlıyor. Zaman zaman düğümleri çözmek yerine düğüm üzerine bir düğüm daha atsa da Hüküm'ün gerçek kahramanlarından biri olarak öne çıkıyor. Üstelik isimsiz, cisimsiz varlığı ve tüm kapalılığına rağmen...
Teşkilat üzerinde durmakta yarar var çünkü amaçları diğerleri gibi bir iktidar elde etmekten çok farklı da olsa bir denge kurmak. "Biz asayiş ve nizam değil, sisin içindeki hakikati arıyoruz, dolayısıyla hiçbir tarafa yakınlığımız yok," derken Teşkilat görevlilerinden biri, tam olarak bu özelliğini vurguluyor yapılanmanın. "Eşyanın ve eşhasın doğru yerleri olduğuna, gaye olarak da bu yere dönmeye gayret sarf ettiğine kanaat getirmiş bir topluluğuz. (...) Bizim için mutlak hain de yok, mutlak kahraman da... Tabiat kanunlarına aykırı faaliyette bulunanlara 'hain' diyoruz, tabii hukuku kuranlara da 'kahraman'..."
Pek çok şey ise belirsiz Teşkilat hakkında. Kimin kurduğu, merkezinin nerede olduğu, tam anlamıyla neye hizmet ettiği, kadrosunun kimlerden oluştuğu...
Sadece farklı sınıf, meslek ve dinden insanlara, düşüncelerini hiçbir yerde yazmamış, hatta söylememiş olmalarına rağmen bir anda, hiç ummadıkları bir yerde ve hiç ummadıkları, hatta tanımadıkları bir kişi tarafından Teşkilat için çalışmaları teklifi geliyor. Bu teklif gelen kişi önce şaşırıyor ama istisnasız herkes Teşkilat için çalışmayı kabul ediyor. "İstihbaratı nasıl yürüttüklerini, silahları nasıl bulduklarını, maddi desteği nereden aldıklarını bilen hiç kimse [de] yok..."
"Teşkilat'ın çevresi her yerde, merkezi hiçbir yerde."
Vatan, Vatansizlik, Vatanseverlik...
Hüküm de Teşkilat'ın, az önce bahsedildiği gibi gizemli yollarla bünyesine katıp "Ömer" ve "Halil" diye adlandırdığı iki kahramanın hikâyesiyle birlikte anlatıyor 1920 İstanbulu üzerinden verilmek istenen manzarayı ancak Ömer, Halil'e ulaşmak için bir aracı rolü görüyor ilkin metinde. Romanın çözümüne gidecek yolda bir şüphe zerresi olarak da önemli bir rol üstlenecek ama Hüküm, genel anlamıyla Halil üzerine kurulu bir roman. Halil ve girdiği badireler, romanın atmosferinden ruhuna kadar pek çok unsurunun belirleyicisi olarak karşımıza çıkıyor. Düzen çarklarında ise Halil de kahramanlık ve hainlik sıfatları arasındaki mücadelesini veren kalabalıktan biri sadece.
Büyük resimdeki dünya düzeninin, Türkiye tarihinin hayali düzlemde de olsa önemli bir kırılma noktasını da işin içine katarak, gayri resmi bir portresini çizebilme çalışması aslında Türker Armaner'in Hüküm'de ve kahramanı Halil'le yaptığı. Herkes ve her şey bir tarafa savrulur, yaşamlar birer birer yitip giderken kuklaları ve kuklacıyı görebilme, hükmü kimin verdiğini anlayabilme gayreti... Bunun yanında vatan, vatansızlık, vatanseverlik ve bu kavramların içi doluncaya değin geçirilmesi gereken evreler de Armaner'in yarattığı evrenin önemli parçaları olarak dikkat çekiyr.
Çok başarılı bir polisiye kurgu aynı zamanda Hüküm.
Cinayetlerin, sabotajların, suikastların ortasında kendi gerçeğinin peşinde koşan bir adamın; Halil'in aklına takılan soruların yanıtlarını bulma uğruna girdiği mücadele yaratıyor romanın bu polisiye zeminini. Bu zeminde ise Türker Armaner tarafından felsefi olarak da nitelikli ve incelikli örülmüş bir çemberin içinde olduğumuzu görüyoruz.