Halim Şafak, "Dünyanın acılarını başkalarıda duysun", bireylikler, Mayıs 2016
Bu dünyada yaşıyor olduğumuz gerçeği bizi en çok uğraştıran olguların başında gelir. Bu dediğimizin dünyaya dönük bütün düzey ve bağlamları değiştirmesi ve dönüştürmesi her zaman beklenmelidir. Söz konusu dönüşüm şair için aynı zamanda şiirini de etkileyen bir durumdur. Çünkü bundan payını en çok bireyliğimiz ve onun asıl alanlarından biri kabul ettiğimiz şiir alır.
Birhan Keskin’in bireyliği baştan beri kendi ruhsallığının şiirini belirlemesine izin verdi ve dünyayı bu temelde ele almasını sağladı. Şair böylelikle şiiri üstünden okuru da kendine dâhil eden bir geçmiş ve bugün duygusu da oluşturdu. Bunu yaparken şiirin ifade yeteneğini güçlendirmeyi de ihmal etmedi. Bu sayede fazlalıklardan arınmış istediğini anlatmak ve ifade etmekte zorluk çekmeyen bir şiiri yazdı. Söz konusu şiir çizgisi baştan beri biçimsel olana Soğuk Kazı’daki kimi belirtilere rağmen mesafeli durdu, ihtiyatla yaklaştı.
Birhan Keskin ve arkadaşları (Hasan Öztoprak, Osman Çakmakçı, İdris Özyol, İrfan yıldız) aynı dönemde Göçebe dergisi süreciyle bunu biraz daha genişleterek ortak bir tavır haline getirmeyi arzu ettiler ve bu temelde yazdılarsa da ayrı ayrı şiirlerindeki etki dışında pek bir şey olmadı ama tartışma konusu ettiklerinin özellikle Birhan keskin’in şiirinde epeyi karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. (Osman Çakmakçı’nın şiiri baştan beri tam bir gidip gelmeyle dert ettiklerinin alanı olmadı. İrfan Yıldız da zaman içinde başta tartıştıklarının uzağında duran bir şiiri yazdı. Belki Hasan Öztoprak’la İdris Özyol’un şiirini ayrı ayrı yazı konusu ederek tartışmak gerekir) Delilirikler (1991), Bakarsın Üzgün Dönerim (1994), Cinayet Kışı (1996), Yirmi Lak Tablet (1999), Yeryüzü Halleri (2002), Ba (2005) Y’ol , Soğuk Kazı (2010) insani temeldeki tavrın somutlaştırdığı kitaplar olarak yazılan şiir içinde öne çıktı.
Birhan Keskin ilk kitaplarında daha çok bireysel olanın içinde kalmayı ya da dünyayı oraya çekmeyi ve orda anlatmayı tercih etti. Buysa kendini kadın olarak Birhan Keskin’i dışta tutmayan bir insanilik ve vicdan duygusuyla gerçekleştirdi ama dişilliğin öne çıkmasına ve şiirlerini belirlemesine de fazla izin vermedi. Kimi şiirlerde biçimsel ve teknik olanın anlamı geriletmeye dönük etkilerine rağmen böyle oldu. Hatta bu dediğimiz şimdiye kadar yayımlanan kitaplar üstünden bugüne karşılığın ve anlamaya çalışmanın temellendirdiği bir biçimin başka bir şeyin ya da şiirselin zamanla oluşmasının mümkün olduğunun ipuçlarını da verdi
Bu noktada başta belirttiğimiz ve bizi uğraştıran yaşıyor olduğumuz gerçeği ne türden bir bireyliğin ve şahsiliğin içinde ele alınırsa alsın yaşadığımızın ve dünyanın bizde oluşturduğu daha çok tepki olarak ortaya çıkan duyguların ve onların oluşturduğu düşüncelerin bir sonucu olarak ihlal edicidir, en azından buna eğilimlidir. İhlal etme dediğimiz şey de anlamaya çalışma ama daha çok karşı çıkma ve isyan temelinde kendini gerçekleştirir.
Dünyanın ya da yaşadığımız evin dünyadan azade bizi bohemliğin içinde tutan bir ev olmadığını artık biliyoruz. Sokağın bizim çocukluğumuza ve ilkgençliğimize çıkan bir şey olmadığının da artık farkındayız. Her ikisi şimdideki halleriyle dünyanın içinde olmaklıklarından dolayı başta oluşturulan, oluşturduğumuz ne varsa onları geriletip ya da hayatımıza ilişkin bir bağlam ya da düzey olmaktan çıkarıp bizi bugüne yöneltiyor. Buysa bizi ve yazdığımız şiiri toplumsal olana götürürken onu politikliğini oluşturmamızın nedeni de oluyor.
Birhan Keskin’in inceliğini baştan ilan etmiş şiiri Fakir Kene ile dünyayı biraz da ironi konusu ederek anlamaya çalışıyor ve anladığı ölçüde de saldırıyor. Söz konusu saldırı ise bireyliğin ve etrafın temellendirdiği bir toplumsal tavır alışa dönüşmekte ise hiç gecikmiyor. Ba, Y’ol ve Soğuk Kazı da kimi belirtileri varsa da Fakir Kene'yi yeni bir şiirin ilk örneklerinin oluşturduğu ihtiyatla söylenebilir.
Birhan keskin bu kitapla birlikte ironinin de yardımıyla şiirinin buraya kadar oluşturduğu ruhsal havanın da dışına çıkıyor. Bir bakıma bugünde yaşadığımız gerçeği ve bugünle kurduğumuz olumlu ve olumsuz ilişkiler hem söylemsel olarak hem de başta dilin ifade yeteneğinin gelişmesi temelinde oluşan biçimin tersine kendine ironiyi de dâhil ederek ya da ironinin kendini belirlemesine razılık göstererek çok parçalı bir yapı oluşturuyor.
Bugün yazılan şiirin önemli özelliklerinden biri olan ve Enis Akın’ın dilin parçalanması dediği şeyin Birhan Keskin’in şiirinde baştaki kadın duyarlığı temelli inceliği dönüştürerek hissedilir bir sertliğe ve saldırıya dönüştürdüğü söylenebilir. Kuşkusuz Fakir Kene'yi belirleyen ve oluşturan şey kadın duyarlığıdır ama o kadının artık geçmişte bir yerde değil de bugünde yaşadığını artık biliyoruz. Bir bakıma önce Birhan Keskin’in sonra yazdığı şiirin başta oluşturduğu ve daha çok geçmişe dayanan ordan bugünü anlamaya ve ordan konuşmaya çalışan ruhsal düzlem büyük ölçüde gerilemiş ama tam olarak ortadan kalkmamışsa da yerini yavaş yavaş bugüne ve bugüne dönük kendini genişletmeye açık bir tepkiye bırakmaya başlamıştır. Buysa şiirde mekânsal olanı ortadan kaldırmaz ama onu sokağa bağlar ve bunun dilini de bugünden alır.
Burada sokağın otorite tarafından sokulduğu hal yaşanan, paylaşılan ve paylaşmaya çağrılan acının da asıl nedenidir. Dünya epeyi zamandır evde ya da sokakta daha çok acı verdiği ve acı anlamına geldiği için böyledir. Sokak bize tekrardan acıyı öğretmiyordur ama onu yaşatıyor ve dünyayla paylaşmaya çağırıyordur. Ne var ki yaşanan ve paylaşılanın acı olması herkese bulaşmış olan umutsuzluğun da asıl nedenlerinden biridir. Belki de en çok o yaygınlaşan ve herkesi etkisine alan umutsuzluktan dolayı Birhan Keskin buraya şimdilik uzakta gibi görünen ama birazdan uzanıp dokunmamız mümkün “umutlu günler koydum” diye yazmadan edemeyecektir.
Ama sokaktan önce yaşıyor olmanın ya da yaşamanın önüne çıkıp duran bir engel vardır o da şehir ve onun geçmişini hatırımızdan çıkarmaya uğraşan, bizi nereyi bulduysa oraya kapatmış ve artık tamamıyla otoritenin eline geçmiş modernizmidir. Buysa zalim dünyanın bütün unuttuklarını ve unutturduklarını yazmak için iyi bir gerekçe olabilir. Uzun zamandır gittikçe zalimleşen şehir modernizminin ve onun belirleyen otoritenin yüz yılını geçip hadi biraz bugüne gelip Gezi Parkı’ndan sonrasının bile fazlasıyla zalim olduğunu ve bu zalimliğin artarak süreceğini söyleyebiliriz. Bütün bunlarsa başkalarını bilemeyiz de hiç olmazsa Birhan keskin’in kalbinde yazılıdır ve şiir o kalbi sözcük sözcük dize dize söküp dünyanın zalimliğinin önüne dikmektedir.
Bunun insana daha fazla yönelen bütün sözcükleri onun için yan yana getirmesi ve bunun Aşkıdil Akarca’nın dediğinden daha başka bir bağlamda bir “şehir savunması”na belki Henri Lefebvre’nin “şehir hakkı” dediğine çıkması muhtemeldir. Şehrin ahalilerinden ve mekânsal geçmişinden ve doğadan koparılıp yeniden inşa edilip soylulaştırılarak kapitalizme pazarlandığı bir dünyada başka bir deyişle dünyanın TOKİ’lere, betonlara, hızlı trenlere kaldığı bir zamanda yeryüzünü sevdiğini en çok sevdiğini ifade etmesi ve buna çalışması gereken şairler olmalıdır.
Birhan Keskin’in tam bir ironiyle tanrıya “Bunca katlı yol bunca kavşak/Kavuşturmuyor bu şehirde insanı birbirine/Sabahın ince tüylüsüyüz geçip gideceğiz birazdan/ hem haliçe kızak, pardon kazık çakıyorlarmış/birazdan, metro da geçsin biraz da buradan.” diye seslenmesi bu noktada en azından şairlerin değilse de şiirin sesidir. Birhan Keskin nerdeyse Fakir Kene'de yer alan şiirlerinin hepsinde sürekli genişleyip yayılan bir ironiyle dünyayı şehir temelli bir tartışma üstünden değerlendiriyor. Bunu da önce kendiyle sonra etrafta kim varsa onunla uzun uzun konuşarak, dertleşerek yapıyor. Birhan keskin’in bugün temelli şehir değerlendirmesi ister istemez bir kapitalizm eleştirine ve karşılığına da dönüşmekte gecikmiyor. Şair bugünü dert ederken bugünü bu hale getirenlerin peşine düşüyor ve suçlusunu cümle âleme ilan ediyor ve bunu bireyliği dışlamayan devleti ve onun çoğalttığı erilliği baştan reddeden toplumsal bir tavır haline getiriyor.
Yaşadığımız dünya epeyi zamandır yerelde, ulusal ya da evrensel ölçekte büyük acılar yaşıyor. Yüz yıl yeni bir ortaçağın ve onun devlet ideolojisi haline gelerek otoriterleşmesinin zulmünü yaşıyor. Bu zulüm dünyaya yapılıp edilenler bir yana ölme ve öldürme temelli bir şiddetle ortaya çıkıyor. Birhan keskin “Ali öldürüldü dövülerek,/Kadın erkek hepimiz onun anasıyız.” Derken bir ucuyla bizi yasına ortak olmaya ondan çok direnmeye çağırıyor. Şiddet karşısında yası da karşılığın alanı haline getiriyor.
“Türkiye’nin güneyinden üzücü haberler geliyor/Türkiye’nin kuzeyinden üzücü haberler geliyor/ Türkiye’nin doğusundan üzücü haberler geliyor/ Türkiye’nin batısından üzücü haberler geliyor/Türkiye giderek üzücü bir habere dönüyor...”
Hasan Bülent Kahraman bugünde başat olan şiire bakarak şiirin bilinç dışına çıkacağı ve şiirin geleceğinin burada olduğu bahsinde haklı çıkabilir. Aynı şekilde muhalefetin şiirde değil de görsellikte olduğunu söylerken de haklı olabilir.(Hasan Bülent Kahraman’la görüşme, Gülce Başer, Varlık, Sayı 1303, Nisan 2016) Bu noktada Birhan Keskin’in Fakir Kene'yle söz konusu şiirle yakınlık kurmaya çalıştığı da söylenebilir. Görsel dünyanın büyük ölçüde dünyanın yerine geçtiği insanın dünyayla orda karşılaştığı ya da dünyaya ordan baktığı ve orda gördüğü düşünülürse görselliğin bir biçim olarak biraz daha ifade etme imkânı haline gelmesi ve şiirin de görsellikle benzer bir ilişki kurması anlanabilir. Hasan Bülent Kahraman’ın tartışmada eksik bıraktığı şiirin kurduğu bu ilişkinin muhalif olma noktasında ne tür sonuçlarının olacağıdır. Birhan keskin Fakir Kene de bu ilişkinin hem bireysel hem de toplumsal karşılık ve sonuçlarını okura gösteriyor.
Bu yaşamakta olduğumuz dünyadır, bizim dünyamızdır. Fakir Kene Birhan Keskin’in önce kendisine sonra insana dünyanın hali -yani evin içinde sokakta yani şehirde yaşananlar- karşısında çaresizce zıvanadan çıkma çağrısıdır.