Melike Koçak, "Ve Böyle Zamanlarda Medet Ya Şiir!", IAN Edebiyat, Nisan 2016
Şiir biraz hafıza biraz hatıra, biraz zaman biraz ân; dar alan, geniş alan ama illâ ki mekân. Şiir biraz nasihat biraz sırta inen şaplak tene atılan çimdik bazen de kâinata nanik!.. Elem keder dert. Şenlik cümbüş karnaval'a yazılmışsa da kaderine düşen elem keder derde razı. Hem büyü hem hakikat. Hem yaraya tuz hem merhem. Ama illâ ki sığınak. Zor zamanlarda camı kırınız!
Bunun için, şimdiden âlâ zaman mı olur diyelim, Fakir Kene ile İrtifa Kaybı'ndan bizi sabahlara çıkarmasını isteyelim.
Dilimizin, tenimizin, aklımızın can suyunun çekileyazdığı zamanlardayız. Yaşadığımız, "irtifa kaybı". Farkındayız. Kaybolacak gökyüzü peşi sıra sürüklenecek deniz köpükleri şenlenecek martı çığlıkları kalmadı. Ne aylak'ız büsbütün ne tutunamayan; ne âşık ne deli! Salınıyoruz,
"Salınanı sevmiyorlar, yol
illa bir yere varmalı"*
diyenlere inat! Ki elimizde kırık dökük inadımızdan başka ne kaldı? Gözkapaklarımız düşmüyor, uykular uğramıyor evimize.
"Benim bu memleketten 30 yıllık uyku alacağım var doktor."**
Sadece uyku olsa iyi. Özgürlük, nefes, hayat. Hele ağaç, su, toprak!.. Kim bilir kaç yıllık?.. Ama,
"Allahım bunlar tokileri seviyor, betonları, hızlı trenleri"**
Biz ise birbirine kanlarından değil; avluların kovuklarından, ceviz ağaçlarının dallarından akraba olup "bir kuleye", bir kesik aya, ağaca, suya, toprağa, dizeye, tene... "sevdalı", "siyah-beyaz" "bir kadraja sığ"ıp orada soluk alanlarız. Şimdilerde ne kuleler ne kadrajlar ne avlular ne ağaçlar bıraktılar bize. Öğütülüyoruz tane tane.
"Zordu tabii ne sandınız bu şehirde
öğütülmeden tek parça kalabilmek
her şey yıkılırken"*
Yıkım büyük. Ne hukuk ne özgürlük ne sonsuzluk kaldı! Yasalar, yasaklar, kurallar, medeniyet, köprüler... getirdim dedikleri her ne varsa "dümdüz ediyor ciğerimizi"** Evleri, bedenleri, dilleri, hayatları, hayalleri topla tankla tüfekle; riyayla tacizle tecavüzle yakıp yıkıp sürükleyip parçalayıp yok eden, derin katran karası bir kötülüğün ortasında kalakaldık. Darmadağınık.
"Çanta gibi toparlanamıyor kalp dediğin
Oda gibi düzenlenemiyor zihin
O yüzden diyeceğim o ki
yardım et sadece
sorma nedenini
Medet bildim seni" *
Barbarların göbek deliklerinden taşan kahkahalar kulaklarımızı kanatıyor. Bulup kaybettiğimiz medet'lerimizin ağrısını çekmek ne mümkün! Hakikat ve hayal bildiğimiz her ne varsa hepsi tuz buz ediliyor. Umudu, inancı diri tutmak ne mümkün! Ekran ekran oda oda koğuş koğuş hücre hücre hapsedilmişiz. Sokaklarda kaybolmak dillerce ve tenlerce coşmak ne mümkün! Ne allahla ne tabiple konuşmak çare, ama medet bu ya,
"Valla bak biz mi düşeceğiz hep iskelelerden
Başlarına yık şunların bu metropelleri."**
"İlk darbe"mizi "gri okul etekleri"nden aldığımız gün öğrendiğimiz hakikattir: Devlet kanatır! O halde nabzımız bütün rollerden soyunduğumuz tekinsiz bir dilde ve tende atmalıdır. Yoldan çıkaran, ürküten. Ve birbimize hep söylememiz gerekendir:
"Korkma nolur
Korkan zalim olur"*
Yağmurdan, çimenden, birbirimizden aldığımız güçle soruyoruz şimdi:
"Şehrin perçemleri sizin gözlerinize niye batıyor?"**
Sevmeklerin ve direnmeklerin sasılaştığı, tepetaklak edildiği, "ne tuhaf ne acıklı bir kelime" olduğu zamanlarda debelenirken dahi yineliyoruz birbirimize "korkma nolur"!
Yanlış bilmesinler bizi, küfre ve isyana meyyalimiz dünyadandır.
"Bu medeniyet denen şeyin naylon poşetine
Koyayım."**
"Ben" ile "sen" arasındaki uçurum depderinken başkası mümkün mü? Hele hele,
"Sana dünya yetmez sana gökyüzü sana merdiven
Bana ter içinde bu ten, bana bu can haybedenken"**
Ölüp ölüp diriliyoruz, ah ki o ölmeklerin sonu gelmiyor, en sahicisi! Öğrendiğimiz o ilk hakikatin kuşatmasına karşı inatla "korkma"maktan başka elimizden gelen nedir? Zira sayamadığımız kayıplarımız tutamadığımız yaslarımız var.
"Aynı günde ölür aynı günde yıkar aynı gün gömeriz."**
Ölüsünü bulamadıklarımız, bulup da günlerce gömemediklerimiz var. Acımız nasıl dinsin? Biz bu kan irin dolu coğrafyada,
"Ölülerimizi 'sık kullanılanlara' ekliyoruz
Ölülerimize ölüler ekliyoruz."**
Hele kadın hele çocuk ölülerimiz! Sebep ne çok öldürülmelerine! Erkin iktidarı bir çük olmuş sallanır durur tepemizde. Canımızın, kalbimizin, aklımızın doğusunda devlet geleneği yorgun düşmez hüküm sürmekten. Kulağı duymaz gözü görmez nabzı atmaz olmuş batıya toprak küser, nehir küser, ağaç, güvercin küser, insan küser. Nasıl küsmesin?
"Acıyor, soğuyor, acıyor, soğuyor, acıyor, soğuyor.
Bitişmiyor. Birinin acısı öbürüne geçmiyor."**
Bölük pörçük paramparça uzak uzak'ız. Banknotlar, variller, petroller, tabancalar, toto loto milli piyango, siyaset hamaset, savaş, füze, mermi, kalkan, otoriter totaliter, demokrasi teokrasi bürokrasi... taciz taviz tecavüz, ihmal inkâr intihal, yıkım kıyım kırım... erkek erkek, anlı şanlı, allah bismillah la ilâhe illallah yaşıyoruz.
"Kahroluyoruz, ne güzel. Doğmayaydın."**
Gözlerimizi, dillerimizi birbirimizden kaçırıyoruz, artık birbirimizden de kaçıyoruz. Cevabını bilmediğimiz sorumuz: Peki bunca hırpalanır parçalanır darmadağın edilirken n'apacağız?
Yine böyle sıkışayazdığımız vakitlerdi. Of'lar ile uf'lar arasında gidip geldiğimiz, boncuk terler döküp kovuklarımızı kaybedeyazdığımız.
"Tuhaf bir yazdı
Bir park nabız gibi atıyordu
Oradan uzayan yollar boyu
bedenler dalgalı, insanlar akışkandı
İkinci Yeni'nin bayramıydı
Umut en diri hüzün en koyu
Aşk bedene cuk oturuyordu
Şiir masalarda ve duvarlardaydı
Sabah simitleri merhametli, çekirdek
aileler hükümsüzdü"*
Şenlikti. Cümbüştü. Direnişti. Ama'lar, fakat'lar, eğer'ler de neredeyse hükümsüzdü. Sanki ilk kez yaklaştıydık. Devlet geleneğinden sapmazdı, kanattı! Sonra bir gece ay dünyaya 9.8'lik yaklaştı, içimiz az kıpırdadı. Buruk da olsa dudaklarımızda bir gülümseme vardı. Haziranla mayısın kapıştığı günler geldi. Ay da güneş de bize beraber göz kırptı. Epeydir ne böyle sevindik ne kucaklaştık dedik. Aşklarda yeniden kaybolmak istedik. Toprakla, suyla, ağaçla... Dilimize ve tenimize bir can suyu yürüdü. Sanırsın, beraber kurduğumuz bir karnavaldı. Çok sürmedi. Bam bum bom! 10'ar, 20'şer, 30'ar derken 100'er 100'er öldük bahçelerde, sokaklarda, meydanlarda, evlerde, bodrumlarda. Kanadık.
Sonrası tekerrür. Sonrası tufan. Şimdi:
"Bir küfür gibi evde oturuyorum."**
Ne aşklar aşk ne sevişmekler sevişmek. Yaşamaksız kalmışız. Taşıdığımız candan, aldığımız soluktan utanır olmuşuz.
Medet ya medet!
Muktedirlere karşı direnlelerin ama en çok da tenlerden, sevmeklerden geçe geçe öğrenenlerin ulaştığı en sahici bilgidir:
"Biriciklere de kıyılır ne sandın
Parçalarından kendinin müsveddesi
olarak doğarsın
Öğren artık, herkes herkese
her şeyi yapar
Kimsenin istisnası değilsin
Hadi aynaya bak ve tekrarla
kendi kendine
Sen de artık herkes gibisin"*
Binbir utançla kuşatıldığımız şu günlerde deseler ki zulümlerden zulüm beğen, cevabımız net: Sevmeklerin zulmü kabulümüzdür, siz canlarımızı ve yaşamakları çalmayın yeter! Demezler. Bir cinnetin eşiğine getirip bırakırlar bizi. Bıraktılar.
Oysa ta başlangıçta ne çok şeyi bıraktırmışlardı.
"Bırak o kordonu dedin, bıraktım ve çıktım dünyaya"**
Memeler, köyler, saçlar, sol el, ilk arkadaş, oyunlar, okullar, ilk aşklar... Bıraktırdıklarından açılmış oyukları kapamanın bilgisiyle bekliyoruz cinnetin eşiğinde. Bekleyiş de bir direniştir belki, gücünü
"Onca yıldan
Onca bıraktıklarımdan sonra
Ben şimdi sana
Bırak beni, bırak beni dersem
Ve sen
Beni bırakırsan var ya
Beni bırakırsan var ya!"**
diyenden alan. Kim bilir?
Yoksa bunca tanıklıkla, kopkoyu utanç ve kahırla o eşikte beklemeye nasıl katlanırız ki? Nihayetinde insanız ve,
"İnsan dediğin bin gözlü canavar
Nazar, kem gözün etinden ısırması
didik didik parçalaması"*
Ve insan, insanın bazen nasıl da kemirgeni! Riya ve kötücül bakışlar ortasında, her gün birilerince "hain" ilan edilirken bu ışık, bu gürültü işgalinden nasıl kurtulacağımızı; eşiğin öte tarafına teslim olmama yollarını nasıl bulacağımızı bilmiyoruz. Arıyoruz. Evet, siz de haklısınız, daha çok bekliyoruz.
"Bağlaçlarım pek afili gecelerde
Ve fakat, den doğru, bağlamında
Ölümüm kelimelerden olacak
Sanki bütün sözleri ipotek altında, bir yerlerde rehin
daralmış, bollaşmış, iğreti
Konuşmaya söz bulamıyorum bazen
Gülümsüyor içimdeki lâl kâhin"*
Medet ya medet!
Tarihten, şehirden, topraktan, ağaçtan, denizden, evlerden, odalardan, barlardan, meyhanelerden, sokaklardan, meydanlardan, bedenlerden, akıllardan, kalplerden... adaletten özgürlüklerimizden... yan yanalığımızdan... yurt, ilaç bildiğimiz her ne varsa hepsinden kovuyorlar bizi. Köprüleri yıkıyor, ırmaklara beton döküyorlar. Güvensiz, tedirgin, endişeli sokaklar, meydanlar, şehirler... hayatlar kuruyor al yaşa diyorlar; burada, bunlarla.
Çok hoyrat çok çiğ çok riyakâr bir çağa esir düşmüşüz gibi. Boyun eğ diyorlar boyun eğ, eğmezsen yıkarım evin, yurdun bildiğin ne varsa tepene. Yakarım seni oda oda bodrum bodrum sokak sokak! Yakıyorlar.
"Kafamın içinde otoban trafiği
Kalbim nasıl sessiz
Nasıl haklıyım bilemezsiniz
Nasıl haklı bir ölü
Hayat sekizde sekiz kusurlu"*
Tabutlarda derlenip toplanıyor bütünlüğü bozulmuş bedenler, ancak tabutlarda! Gözler oyuk, parmaklar kesik! Çığlık.
"Hayat mı?
Brüt ömürde sıkıntı çıktıktan sonra elinde kalan net
Şairin üstü kalsın dediği"*
Parça parça dökülen. Utancımızla karılan. Dilde, dille yeniden vücut bulan. Acıyla ve ağrıyla dibe dibe deşildikçe, sızlayan çığlıklı rakamlar arasında dilde doğanla direnmeye meyleden. Ya sonra?
"Sonrası mı sonrası yok
sonrası mezarsız ölüm
(...)
Sonrası istatistik sonrası flaş haber
Andız tespihe sığmaz devlet elli ölümler"*
Sabah. Işık.
Bu gece de sabaha çıktık allahım şairlere bin şükran. Evet, ne yüklerimiz azaldı ne yaralarımız iyileşti.
Biliyoruz,
"Hayatımız uzun tutukluluk. Burası açık hapishane"*
Ve biliyoruz,
"Bir gün her şey karbon sevgilim"**
Yine de bu güne, puslu da olsa sabaha ve ışığa bir dilek bırakalım biz.
Toprak yarılsın denizler kabarsın ırmaklar coşsun kör gözlü kargalar topal kedileri sırtlansın çatıların antenlerin gökdelenlerin toplu konutların ışıkların köprülerin kulelerin üzerinden uçsun sesleri karışa karışa birbirine çığlık çığlığa çiçeğe durmuş bademler narlar erikler meyve versin ceviz ağaçlarının dalları göğü sarsın cümle kötülükler kanalizasyonlardan aksın gitsin kör kara deliklere... ekranlar kararsın hücreler hapishaneler yıkılsın tomalar tanklar işlemez olsun tenler gürül gürül aksın diller en tekinsiz cümleleri haykırsın.
Ama önce kadınlar!
"Bütün kadınlara bundan böyle başka türlü 'ateşli'
'şiddetle' öneriyorum Aslı
Çıkıp iki oda bir salondan
Ateşli silahlar elimizde, Uma'nın kılıcı belimizde,
Savunma ve dövüş sanatlarında ustalıklı."
O halde hadi! Hadi!
"Yeter artık, yeter çıkalım zıvandan."**
* Karin Karakaşlı, İrtifa Kaybı, Aras Yayıncılık, 2015.
** Birhan Keskin, Fakir Kene