Mustafa Günay, "Acının sesi ve küfür olarak şiir", Üvercinka Dergisi, Nisan 2016
İnsanın ve dünyanın acısını duyuran şiirlerden oluştuğu için olsa gerek oldukça ağır bir kitap Fakir Kene. Ancak Birhan Keskin kitabının başında yer verdiği “Kargo” şiiri ile kitabın ve hayatın ağırlığını taşıyabilmesi için okurlara destek oluyor. Bir bakıma kitaptaki karanlık havanın/atmosferin içinde bu şiir bir deniz feneri, parlaklığı hep üstümüzde devam eden bir yıldız… Tarihte ve toplumda yıldızların parlamadığı, tam tersine havanın karartıldığı bir zamanı dile getiren şiirler acının sesi olarak anlaşılabilir.
“Kargo” paketinde bulduklarımızdan bir parça: “Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem/zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!”(s. 9) Birhan Keskin’in şiirlerde, söz konusu acıya yol açan şeylerin başında ya da temelinde bazı karşıtlıkların/gerilimlerin yer aldığı söylenebilir. Bunlar arasında ilk başta şunlar sıralanabilir: tabiat ve metropol, insan ve insani olmayan, ölüm ve hayat(yitirdiklerimiz), zenginlik(sömürü) ve yoksulluk…
Doğanın Diliyle Konuşan Şiir
Betonlarla gökdelenlerle kuşatılmış bir şehrin insanlarına doğayı hatırlatan şiirlerde, belki özellikle İstanbul dile getirilir. Ama günümüzde kapitalizmin hemen her yerde, her şehirde doğayı da kendi sömürü ve talan sistemine dahil etme politikasını uyguladığı görülüyor. Keskin’in şiirinde metropollerde kaybolan doğa, aynı zamanda insanın da kaybolması anlamına gelmekte. “Çimenlerin efendisi” şiiri, insana ve doğaya aykırı politikalara karşı bir başkaldırı ve manifesto olarak okunabilir. Ağaçlarla insanların arasındaki kardeşliği vurgulayan şiir, toplumsal alanda özlenen bir dayanışma düşüncesini de ortaya koyar. “Yağmurdan sonra yayılan huzurun adıyla konuşuyorum:/Şehrin perçemleri sizin gözlerinize niye batıyor?/Biz, üç beş adam, ömrünü çimenlere adayan/Razıyız gölgesinde uyuduğumuz ağaçtan./Ve zerre ipimizde değilsin başkan.”(s. 27) “Bir balığın yaralı ağzıyla konuşuyor olmamız bundan” diyen şair, can çekişen doğanın ve insanın yanında yer aldığını çarpıcı imgelerle dile getirir: “Kuşların hatırını cebimde tutarak konuşuyorum.”(s.27)
Dünyanın Küfre Dönmesi
Şiirlerde ölüm teması ön planda yer alıyor. Birhan Keskin hem kendi yakınlarının ölümünü hem de toplumsal politik bağlamda kaybettiğimiz insanları dile getirir. Özellikle Gezi Süreciyle başlayan dönemde devlet şiddetinin kurbanı olan gençler şiirlerin öznesidir.(Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert gibi…) “Ali öldürüldü dövülerek/Kadın erkek hepimiz onun anasıyız.”(s. 35) Erkek şiddetinin kurbanı olan kadınlar da kitabın belirgin özneleridir. Bu noktada acının şiirini yazan Keskin’in aynı zamanda bir isyanın ve küfrün şiirini yazdığı da söylenebilir. Dünyanın küfre dönmesi söz konusudur. “Dünya küfrün kendisi olmuşken”(s. 27) Bu aynı zamanda sözün bittiği ve belki de insanın insanlığını kaybettiği bir durumun da ifadesidir. Şiirlerde kendini gösteren yaşam ve ölüm gerilimi ve yaşanan acılar, toplumsal cinsiyetle ilgili olduğu kadar sosyal ve ekonomik sorunlarla da ilgilidir. “İskelede Bir Çırak” şiiri, muhafazakarlığa bir tepki olduğu kadar kapitalist ekonomi ve kültürün çarpıklıklarına ve içinde yaşanılan toplumun adaletsizliklerine yönelik bir eleştiridir. “Ama bunlar çok iştahlı allahım ve görüyorsun nasıl da dünyevi./Bunlarmış senin kulların öyle diyorlar biz de kürenin üveyi./Öyle mi?”( s. 25) Bu şiirde ve başka şiirlerde karşımıza çıkan şiir öznesi “agnostik” yaklaşımını sık sık vurgular. “Allahım bunlar tokileri seviyor, betonları, hızlı trenleri./Oysa ne acelemiz var, ben ki bunca agnostiğim yine de biliyorum/ordaysan nasılsa geleceğiz yanına geri.”(s. 25) Dinsel anlayış ve değerlerin toplum, kültür ve siyasetin içinde egemen kılınmaya çalışılan bir dönemde, şiirlerdeki agnostik tavır hem eleştirel hem de şüpheci yönüyle önemlidir. Birhan Keskin’in şiirlerinde İslamcı ve muhafazakarlığın inanç ve değer anlayışlarındaki çarpıklık ve çelişkilerin şiirsel yorumu, insanın ve yaşamın değerini savunması açısından dikkate değerdir. Bu bağlamda adaletsizlikler karşısında tepkiyi ironik bir şekilde dile getiren “Kardeş Payı” şiiri de unutulmamalıdır.
Giderek Üzücü Bir Habere Dönen Ülke
Toplumsal sorunlardan, dünyanın gidişatından ve güncellikten beslenen şiirlerde eleştirel ve ironik söylem, yaşanan acının yükünü hafifletebilmeyi amaçlar. Bu noktada Birhan Keskin, insandan, yaşamdan ve doğadan yanı bir tavırla, acılı, kanlı ve karanlık bir dönemin tarihsel izlerini şiire taşır. Bir başka deyişle şiirler içinden geçilen karanlık zamanlardan belleğimize ve yüreğimize kazınan izler haline gelir. Bu noktada şiir ve gerçeklik arasında bir etkileşim olduğu söylenebilir. Yaşamdan, yaşananlardan beslenerek ortaya çıkan şiir, dile geldikten sonra yaşama bakışımıza yansımaya ve onu yönelik tutumumuzu etkilemeye başlar. Bu bağlamda “kargo” ve “mektup” metaforları, bir bakıma şiirin taşıdığı vicdanın ve kalbin toplumun ve kültürün damarlarında dolaşmasıdır.
Birhan Keskin şiirlerinde son zamanlarda gördüğümüz bir Türkiye haritası ya da fotoğrafı asar önümüze. Giderek üzücü bir habere dönüşen bir ülke, şiirin ontolojik mekanı olarak, yaşanan herşeyin zemini ve ortamıdır. “Türkiye giderek üzücü bir habere dönüyor…”(s. 36) Bu dizenin yer aldığı ve kadın cinayetlerine odaklanan “http://www.anitsayac.com” şiirinde, insan olmanın, toplumsal cinsiyetin ve şiddetin anlamına yönelik sorgulama ve değerlendirmeler önemlidir. “Kadınların kaburgadan yapıldığına/kadınları bile inandıran neydi Birhan?”(s. 38) Yine aynı şiirdeki şu dizeler Birhan Keskin’in tarihsel ve antropolojik bir bakışla güncelliğe yöneldiğinin işaretidir: “Koyuyor insana tabii. Bazılarını ‘insan’ hanesinde sayarken/Belki de şöyle bir şey: Bir düştü insan bir zaman/hurafesiyle yaşıyoruz ondan arta kalan.”(s. 38) Bu noktada Keskin’in şiiri duygulandıran bir şiir olduğu kadar düşündürür de. Şiirler insanın kendisinden başlayarak başkasını, başkalarını, ülkesini ve dünyayı düşünmesini gerektirir. Şiirlerin eleştirel ve ironik söylemi, belki insanın acıyla, ölümle arasına belli bir mesafe koyabilmesine ve onu yorumlayıp değerlendirmesine bir ölçüde katkıda bulunabilir. Ama sık sık küfrün şiirde yer alması ve şiir öznesinin evde bir küfür gibi oturmaktan söz etmesi, aynı zamanda bir öfkenin de göstergesidir. Bir başkaldırıya ve giderek devrimci bir praksise dönüşemeyen öfke, kendini küfürle dile getirir. Bu noktada küfür, yaşanan dönemin niteliğini ve insanın halini de ortaya koyar.
Acının sesi olarak kendini duyuran şiir, toplumsal trajedilerin arasında bir hesaplaşma, sorgulama ve anlama çabasıyla birlikte insana ve hayata yönelik kaygılı ve derin bir bakışın yansımalarını ortaya koyar. Giderek üzücü bir habere dönüşen ülkede, yaşanan karanlık ve kanlı zamanların tarihine not düşen şiirler, kalbimize ve belleğimize seslenerek oradaki umutları, hatıraları ve rüyaları da uyandırır...