Geçen hafta Slavoj Zizek New York Times için IŞİD üzerine Violence kitabından tanıdık bir yazı kaleme aldı. ‘IŞİD Gerçek Köktendinciliğin Yüzkarasıdır’ başlıklı yazı özellikle nihilizm uğrağıyla ilgi görünce, kitaplarında nihilizmin önemli bir aks olduğu Lancaster Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Bülent Diken’le meseleyi açalım istedik.
Kitaplarınızca sıkça referans verdiğiniz bir düşünür Zizek. Nasıl değerlendirdiniz IŞİD üzerine yazdıklarını?IŞİD’in modern bir fenomen olduğunu, bir umutsuzluğa işaret ettiğini söylüyor ki, bunlar önemli ayrıntılar, çok katıldığım şeyler. Terör üzerine düşünülecekse en önemlisi: ‘IŞİD gerçekten fundamentalist bir hareket mi?’ sorusu uyanıyor. Bu ilginç bir soru. Gerçekten dindar mı bu insanlar? Dinle ilişkileri sanıldığı kadar direkt bir ilişki olmayabilir ya da daha kompleks olabilir. Nereden bakarsak bakalım bütün bu olaylar Amerikan dış politikasındaki değişikliklerin sonucu. Dünya düzenini uygarlıklar çatışması savaşı halinde resmetmesi. O temelde dinden değil, politikadan kaynaklanan bir sonuç.
İsyan, Devrim, Eleştiri kitabınızda “El Kaide’nin İslamı Disneyland İslamı’dır” diye yazıyordunuz. IŞİD’in islamı için de aynı şeyi söyleyebiliriz sanırım.Tabii ki. El Kaide’nin bir gömlek şekil değiştirmiş hali. El Kaide başarısızlıkla sonuçlandı ve şimdi kendisini yeniledi. Tırnak içi daha radikal, daha keskin, daha dindar bir görünüm altında çıktı. Bunun böyle olması da normal herhalde. IŞİD daha Disney, daha sözüm ona radikal. Politik olarak hiçbir önermesi olmadığından politik örgüt olarak görmek çok zor. Bugünkü dünya düzeninin doğurduğu bir karikatür IŞİD. Amerikan dış politikasının bir şekilde unuttuğu, görmek istemediği, sözüm ona düşman ilan ettiği kendi gölgesi. Alıntı yaptığınız kitapta bir Andersen masalından bahsetmiştim. Efendisinden intikam almak için geri dönen adam efendisini kendi gölgesini izlemeye zorlar ve onu bir gölgenin gölgesine dönüştürür. IŞİD’i de o gölge gibi görüyorum. Bin Laden nasıl CIA’in yarattığı bir figürdü, Ortadoğu’daki aktörlerin Amerikan dış politikasıyla geliştirdiği özel ilişkiler olmaksızın düşünülemeyecek bir şeydi, IŞİD de öyle. IŞİD 2010’da çıkabilirdi, 1980’de çıkabilecek bir şey değil. Bir reaksiyon sonuçta. Reaktif bir politika tarzı olduğu için de bir önermesi yok. Sadece bir reaksiyon olarak var ediyor kendini. Yer yer İslam’ın altın çağına dönmekten bahsediyor ki, bu bile anlaşılır gibi değil. Köle ticareti zamanları mı, ırza geçmek mi o altın çağ? Bu kadar paradoksal bir politika.
Amerika Gölgesiyle SavaşıyorNihilizm kitabında yazdığınız gibi Amerika kendi nihilizmiyle kendi hıncıyla savaşıyor diyebiliriz.Tabii, kendi gölgesiyle.
Dövüş Kulübü filminde bir sahne vardı hatırlarsınız, Tyler Durden’ın kendi kendini yumruklaması. IŞİD’le Amerikan politikası arasındaki ilişkiyi çok güzel açıklıyor o sahne.
Rambo’nun üçüncü serisini de düşünmeden edemiyorum. Rambo Afganistan’a gidiyor, mücahitlerle birlikte Ruslara karşı savaşıyordu. Bin Laden’le birlikte yani. Bunu hatırlamamız lazım. Bahsettiğim Andersen masalındaki gibi Amerika’nın doğuda unuttuğu bir gölgeydi Bin Laden. Şimdi IŞİD o rolü oynuyor.
Batıdan çok sayıda insanın IŞİD’e katılmasının sebeplerine dair ne söylersiniz ve tabii Türkiye’den ?İki şey söyleyebilirim. Amerikan dış politikası başta olmak üzere Ortadoğu’daki aktörler bütün dünyada dini geriye döndürüyor. 1600’lü yıllardan itibaren Spinoza’dan, Hobbes’tan ne öğrendiysek tersine çevriliyor. Onlar ne demişti; devlet dinden önemlidir, dine devlet karar verir. Bugünkü dünyada, din tekrar devletten önemli hale geliyor. Bu sadece laiklik tartışması değil. Teoloji ile felsefe arasında, duygulanım ile mantık arasında geçmişi çok daha uzun, büyük bir çelişki. İkincisi, ne yazık ki siyasi gerçeklerden biri, insanlar aklıyla siyasete girmiyor, duygularıyla, yani umutları ve korkularıyla giriyorlar. Dinsel bazlı politikalar umutlara ve korkulara, cehennem ve cennet fantezilerine gönderme yapan politikalar ve bunlar her zaman daha başarılı olma potansiyeli taşıyor çünkü çoğu insan umutlarıyla korkularıyla davranıyor. Ne yazık ki cahillik sosyal gerçeklik hâlâ 21. yy’da. Spinoza’nın dönemine göre insanlar çok daha fazla aydınlanmış olmayabilir. Bence çok önemli bir ayrıntı da, ki hep atlanıyor; terör birkaç kişinin ya da küçük grupların devlet aleyhtarı aktivitesi olarak anlaşılıyor halbuki neredeyse tarihsel, çok önemli bir gerçek var: Terör, devlet tarafından icat edilmiş bir şey. Devlet terörü kişisel terörden çok daha eskilere dayanan bir şey. Egemenlik fikri insanları terörize etmeye, korkutmaya dayalı. Terör derken devlet terörünü paranteze almak, bu konuyu tartışıyor olmanın belki en önemli nedenlerinden biri. Bu üç nedeni beraber düşünmek gerekiyor bugün terörü anlamak için.
İki Taraftan Birini Seçme DayatmasıPeki insanların IŞİD’e katılmalarında ‘Nihilizm’ kitabınızda da bahsettiğiniz ılımlılığın açık bir emir haline getirildiği çağımızın rolü nedir?
Zizek’in de makalesinde bahsettiği bir ilişki var. Batıda bir yandan kahveyi kafeinsiz içmek, birayı alkolsüz içmek, her şeyi korunaklı bir kondomla birleştirmek güdüsü var; bu Nietzsche’nin pasif nihilizm dediği birey. Ama aynı anda insanlar heyecanlı şeylere de yöneliyor. Modern hayat bir güven arayışıyla aynı anda heyecan arayışı demek. Bu iki kutup modern hayatın iki ayrı yüzü. Biri pasif nihilizm, biri de heyecan arayışı. Bu özellikle Simmel’in sosyolojisinin temel direği. Bu çelişkiden hareketle nihilizm çerçevesinde düşünürsek, benim anladığım kadarıyla pasif ve radikal nihilizm modern hayatın iki yüzüne tekabül ediyor. Biri isteği ortadan kaldıran, pasifleştiren, bu dünyayla yetinen, diğeri istediği dünya uğruna, kendi fantezisi uğruna bu dünyayı feda etmeye hazır bir nihilizm. Bir yanda tüketim kültürünün faşist nihilizmi, öte yanda terörist, radikal nihilizm. Gelmek istediğim nokta şu: Bu ikisi birbirine alternatif gibi gösteriliyor ama birbirlerinden besleniyor. Birbirinin kanını emen iki tane solucan. Sahte bir antagonizm. Çok daha önemli ilişkiler var. İkisiyle birden derdi olan nihilizm mesela. Ya da Marksist klasik komünizm fikri. Bu radikal politik düşünceler bahsettiğim iki tür nihilizmin ikisine birden tavır almak için geliştirilmiştir. Bugün yok edildiğini duyduğumuz düşünce tarzı da bu. İki taraftan birini seçmeye davet ediliyorsunuz sürekli. Ya Bush ya Bin Laden’di eskiden, şimdi ya Obama ya IŞİD halini aldı. Ama bu Zizek’in de dediği gibi bir şantaj.
Melville’in Moby Dick’i üzerinden bir örnek veriyordunuz. Radikal nihilist kaptan Ahab, imparatorluğa karşılık gelen Moby Dick’le savaşında kendi kendini ihlal eder sonuçta. Radikal nihilist IŞİD’in sonu Ahab’a benzer mi dersiniz?O çok güçlü bir argüman bence. Derrida’nın otoimminüte diye bir kavramı var. Oto bağışıklık. Orada mesela günümüzdeki din tartışmasına eğiliyor. Şöyle bir tezi var: Bir yandan bütün dünya küresel bir Latinleşme yaşıyor. Bu küresel Latinleşme Hıristiyanlık, bütün dünyaya yayılıyor. Bütün diğer dinler de kendilerini Hıristiyanlığın terminolojisi içinde tekrar artiküle etmek yoluna giriyor. Mesela ılımlı İslam ortaya çıkıyor. Globalleşmeyle birlikte her yerde karşımıza çıkan banalleşmiş bir dinle karşı karşıyayız. Tekno bilimsel kapitalizmde karşılaşmasında din, hem onu dışlamaya çalışıyor hem de aynı anda o kapitalizmin dayattığı koşullara ayak uyduruyor. Banalleşiyor bu arada.
Din Yaygınlaşıp BanalleşiyorEvet bu durumu ülkemizde AKP iktidarıyla birlikte hayli acı bir şekilde tecrübe ediyoruz.Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada dinin geriye dönüşündeki temel motif bu. Din bir yandan yaygınlaşıyor bir yandan da banalleşiyor. Dini kapitalizmden ayırt edemiyorsunuz bir noktadan sonra. Houellebecq’in son romanından bir örnek vereyim:
The Map and the Territory, Türkçe’ye
Harita ve Topraklar diye çevrildi. Romanın kahramanı bir ressam. Değişik mesleklerden insanların portrelerini yaparak para kazanıyor. Damien Hirst’ü çiziyor mesela. Bir yerde bir papaz çizmeye çalışıyor ama beceremeyip bir kenara atıyor. Birkaç bölüm sonra Steve Jobs’la Bill Gates’i satranç oynarken çiziyor. Fark ediyorsunuz ki, onlar bugünkü rahipler. Ve anlıyoruz ki rahibi çizememe sebebi onu yanlış yerde aramasıymış. Bugün en önemli konu dinin geri dönüşü bağlamında din ile kapitalizm arasındaki ilişki. Bu ikisi birbirine alternatifmiş gibi görünüyor halbuki birbirine yakın şeyler. Bu konu özellikle Benjamin gibi düşünürlerin ele aldığı bir konu geçmişte. Bence bunlara dönmekte yarar var.
İsyan, Devrim, Eleştiri kitabınızın ‘Sonsöz’ünde Mısır’da Mübarek’in devrilmesi sırasında atılan içinden Allah geçen sloganlardan hareketle Şeyh Bedrettin’e geliyor, Müslüman Spartaküs olarak tanımlıyordunuz Bedrettin’i. Böyle bir Bedrettin görebiliyor musunuz Türkiye’de?
Nâzım Hikmet Şeyh Bedrettin şiirinde Bedrettin’den bir komünist oldurtmaya çalışıyor. Bu bana anlamlı da bir çaba gibi geliyor. Bugün bir moda var, komünizmin arkasında bir islamcı ya da Hıristiyanlık düşüncesi aranıyor. Eskiden Bedrettin komünizmin bir parçası yapılmaya çalışılırken bugün neredeyse Nâzım Hikmet’e İslamcı denecek bir ortam ortaya çıkıyor yavaş yavaş. Kendisine sol Müslümanlar, anti kapitalist Müslümanlar vs diyorlar ya, iyi güzel ama sorun, kapitalizm tüketim kültüründen ibaret değil. O kadar kolay değil antikapitalist olmak. Kapitalizm tanımları yok ama antikapitalistler aynı zamanda.
Gezi Yaratıcı Nihilizm ÖrneğiSon soru olarak Gezi’yi sormak isterim. Nietzsche’nin radikal ve aktif nihilizmden kurtulmak için gösterdiği mertebe ‘yaratıcı nihilizm’e bir örnek olabilir mi ? Gezi, bir sıçrama mı bu anlamda?Tabii ben öyle düşünüyorum. Ortaya çıkardığı figürlerle antinihilist, yani yeni değerler üretmek isteyen bir hareket. Kırıp dökmeler vs nihilizm gibi resmediliyor ama ben onları tepkisel yanı olarak görüyorum. Kırmızılı kadın, kısaca K.K. mesela. Sembolik yanı çok ilginç. Kafka’nın K’sini hatırlarsınız, Kafka’nın K’si da kadastro memuru. Şatoya girmeye çalışıyor bir türlü giremiyor, şehrin sınırlarında dolaşıyor. Şehrin, yani politikanın sınırlarını ölçmeye çalışan kişi. Politikayla politika dışı arasındaki sınır da bütün değerlerin sınırı; neyin değerli, neyin değersiz olduğunu gösteren sınır. Gezi’de de benzer. Kafkanın K’si değil de K.K. tekrar şehrin, yanı politikanın sınırlarını zorluyor ki demokrasi bu demek. Demokrasi sadece oy vermek değil. Verilmiş çerçeveye hapsolmak değil demokrasi. Bizde bu haliyle demokrasiyi tekrar gündeme getirdi bence Gezi.