| | Tuncay Birkan: "Bir mirası yaşatmak" Uğur Ugan, aposto.com, 1 Kasım 2024 Tuncay Birkan'ın, Sabiha Sertel'in 1929-1945 arasında kadın sorunlarından işçi haklarına uzanan geniş bir yelpazede yazdığı haber ve makalelerini derlediği Görüyoruz Duyuyoruz çalışması, Sertel'in Tan baskınından yargılamalara, yasaklardan sürgüne uzanan hayatına ve fikirlerine ışık tutuyor.Usta araştırmacı Tuncay Birkan, basın tarihimizin en etkili figürlerinden Sabiha Sertel'in yazılarından bir seçkiyi derlediği Görüyoruz Duyuyoruz çalışmasına "Sabiha Sertel’i tanıyor muyuz?" sorusuyla başlıyor. Aslında cesareti ve güçlü kalemiyle bilinen Sabiha Sertel hakkında sıklıkla tekrarlanan pek çok sıfat var: "Türkiye'nin ilk profesyonel gazetecisi", "yargılanan ilk kadın gazeteci", "en çok yargılanan gazeteci", "Türkiye'nin öncü feministi"...Ancak bunların ötesine geçerek onu kendi kaleminden okuma fırsatı çok daha nadir karşımıza çıktı şimdiye kadar. Sabiha Sertel’in ilkgençliğinde Selanik’te çıkan dergilere yazdığı metinlerden 4 Aralık 1945'teki Tan Baskını'na dek çoğunlukla kendi çıkardıkları dergi ve gazetelerde imza attığı 1.300 civarı yazıdan çok azı sonraki nesillere ulaştı. Tuncay Birkan'ın, Sertel'in 1929-1945 arasında kadın sorunlarından işçi haklarına uzanan geniş bir yelpazede yazdığı, hem yurt içinde hem yurt dışında yayımlanan haber ve makalelerini derlediği Görüyoruz Duyuyoruz çalışması bu durumu değiştirmeyi amaçlıyor.
Birkan, sahici bir mirası gerçekten yaşatmanın ancak eleştiriyle mümkün olabileceğini de unutmadan Sertellerin ancak metinleri okunarak hakkaniyetle değerlendirilebileceğini vurguluyor.Tuncay Birkan ile son çalışmasını ve Sabiha Sertel'in günümüze uzanan mirasını konuştuk.Sabiha Sertel'i basın tarihimizde önemli kılan sizce nedir? Sertel'in yaşam öyküsünü değerli kılan saikler neler?Sabiha Sertel, Türk basınına iki, hatta üç önemli yenilik getirmiş bir gazeteci olarak görülmeli bence. Birincisi ve en önemlisi, köşe yazılarında birbirinden ağır toplumsal sorunları ele alırken kendinden önceki kuşakların ve çağdaşlarının tersine, devletten ve devlet görevlilerinden meseleye ilgi göstermelerini rica etmek yerine şimdiye kadar ilgi göstermemiş oldukları için, şu veya bu demokratik sosyal hakları pervasızca çiğnenen veya zaten hiç tanınmamış olan emekçi kitleler ve kamu adına hesap sorma tavrını getirmesidir. Aradan geçen yıllarda bu tür hesapları soran başka yazarlar da çıktığı için şimdilerde biraz kanıksanan bir şey olabilir ama bunun o tek-partili dönemde büyük bir cesaret ve sebat gerektiren öncü bir tavır olduğunu ne kadar vurgulasak az. İkinci yenilik olarak ise Sertel’in yazılarında tekil gündelik olaylardan genel meselelere giderken amansız bir mantık sergilemesi sayılabilir. Kendi döneminde kadın yazarlardan beklenmesi âdet olmuş hassasiyetlere de bütün muharrirlerden beklenen üslupçu süslemelere de hemen hiç yüz yermeyen gayet serinkanlı, analitik bir yaklaşım sergilemesi diyebiliriz. Bu analitik tavrı zaman zaman, rejimin ideologluğuna soyunmuş Falih Rıfkı, Peyami Safa, Şevket Süreyya gibi isimlerde ve Ahmet Ağaoğlu, Hüseyin Cahit gibi liberallerde de görürüz. Haklarını teslim etmek lazım ama iş rejimin emek ve emekçiler üzerindeki korkunç baskısı, sermayeye tanınmaya devam edilen imtiyazlar gibi temel meselelere gelindiğinde hepsi de tok sözlülüklerini üslupçuluğun sisi ardına saklar, analitikliklerinden eser kalmaz.
Sabiha Sertel’in getirdiği üçüncü yenilik olarak da okurlarıyla kurduğu yoğun etkileşimi öne çıkarmak isterim. Elbette Hüseyin Rahmi ve Ahmed Rasim’den Sertel’in çağdaşları Fikret Adil ve Va-Nu’ya uzanan Türk gazete muharrirleri geleneği içinde okurlarından sık sık mektup alan, ara ara onlara cevaplar yazan yazarlar hiç de nadirattan sayılmaz. Ama Sertel, önce Resimli Ay, sonra Cumhuriyet’te uzun süre Cici Anne müstearıyla özellikle genç kızların sorularına gayet açık sözlü cevaplar verdiği çok sayıda yazı yazmış olmasının da etkisiyle (ben seçkiye bu yazılarından hiçbirini almadım, ayrıca bir kitap olmaları gerektiğini düşündüğüm için) bu etkileşimi köşe yazarlığının kurucu bileşeni hâline getirmiştir.
Önemli sayıda yazısı kendisine evlilik ve aşk hayatıyla değil esasen yoksullukla ilgili ağır dertleri yüzünden bir çare bulunur umuduyla yazmış kişilere cevaben yazılmıştır. Daima o derdin sadece onları ilgilendiren özel bir mesele değil kamusal nitelikli, ancak geniş kapsamlı toplumsal dönüşümlerle çare bulunabilecek genel bir mesele olduğunu gözler önüne serer. Bu etkileşim de onun çok okunan, sözlerine dikkatle kulak verilen bir yazar hâline gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Politik görüşleri nedeniyle pek çok baskıya maruz kalmış bir gazeteci profili görüyoruz. Sertel dönemi itibarıyla hem kadın hem gazeteci olarak uluslararası düzeyde bu dikkati çekmeyi nasıl başarmış olabilir sizce?
Farklı yazma tavrı onu ayrıksı kılıyor. Dönem basınında gayet denetimli bir biçimde, hitap ettikleri şehirli orta/üst sınıf okur kitlesine hâllerine şükretsinler diye ibretlik örnek olarak sunulan yoksulluk manzaraları vardır. Sertel ise bunun hiç de doğal olmadığını, devletin belli sermaye kesimlerine imtiyaz tanıyan politikalarının sonucu olduğunu sürekli vurgular. Bir diğer etken ise okurlardan bu kadar ilgi görmesi. Sertel’in tavrı, gazetelerden hep kendi verdikleri sufleyi, yani “imtiyazsız, sınıfsız bir ülke” olma propagandasını işitmeye alışmış devlet yetkililerini tabii ki rahatsız ediyordu. Sık sık mahkemelere düşmesi ve yazma yasakları getirilmesi boşuna değildi.
Uluslararası düzeyde dikkat çekmesi de dönemin anaakım medyası denebilecek gazetelerde 30’ların ortalarından itibaren ivmesi artan sinsi Alman faşizmi propagandalarını ve Nazilerin Babıali’de girdikleri akçeli ilişkileri sık sık faş edip Goebbels’i bile uzaktan uzağa öfkelendirmeyi başarmasıyla ilgili.
Türkiye’de daha çok yeraltından sürdürülmek zorunda kalan antifaşizm mücadelesini kamusal düzeyde sürdüren tek mecra Tan gazetesiydi. Onun da sözlerine en çok kulak verilen, neredeyse bütün dış politika yazılarında anti-faşist ve anti-emperyalist tavrını sağlam argümanlarla ve kolay anlaşılır, jargona boğulmamış bir dille açıklayan ismi Sabiha Sertel’di. Uzun yıllar Türkiye’deki antifaşizm mücadelesinin temel figürleri oldu Sabiha Sertel ve kısa bir süre sonra ona katılan Suat Derviş. Devletin bu iki kadına 1940’lı yıllarda yaşattığı kabusun, onları basına yazamaz hâle getirmesinin ardında tok sözlü kamuculuklarıyla zaten hep canlarını sıktıkları, ama 30’lu yılların sonlarından beri Nazi Almanyası’yla girdikleri üstü kapalı sıkı fıkı ilişkilerin faş edilmesinden çok rahatsız olan devletlu kesimlerle basın patronlarının gazabı vardı. Sırf bu yüzden bile sonsuza kadar saygıyla anılmayı hak ediyorlar bence Sertel’le Derviş.
Tan baskınının ardından Sabiha Sertel'in gazetecilik kariyeri nasıl devam etti? Bu olaydan ve yurt dışına sürüldükten sonra gazetecilik yapmayı sürdürdü mü?
Tan baskını sıradan bir olay değil, devletin Türkiye’de çokpartili rejime ancak kendi çizdiği sınırlar dahilinde, rejimin “demokrasi” anlayışının solunda kalan herkesi, istediği anda hedef tahtası hâline getirerek geçeceğinin beyanıydı. Çokpartililiğin özellikle solcular ve tabii ki asıl hak arayışlarına destek verdikleri emekçiler için demokrasi anlamına gelmediğinin altı çizilmiş oluyordu.
Soğuk Savaş Türkiye’de bu olayla, bütün dünyadan daha erken başlamıştır. O yüzdendir ki devlet Tan’ın ve Türkiye solunun (hapisteki Nâzım Hikmet’ten sonra) en tanınmış siması olan Sabiha Sertel’in gazetesini yakıp yıktırmakla kalmamış, sonradan başka herhangi bir yerde gazetecilik yapmasını da gerekli gözdağlarını vererek engellemiş. Türkiye’de kaldıkları beş sene boyunca Sertel çiftini sürekli yakın takip altında tutmuş ve takipte olduklarını kendilerine sürekli hissettirerek Türkiye’de yaşayamaz hâle getirmiş.
Sabiha Sertel, 1950’de Türkiye’yi terk ettikten sonra da gazetecilik yapmadı ancak kızı Yıldız Sertel’in kitabından sürgün hayatı boyunca Türkiye’deki bütün gelişmeleri çok yakından izleyip sanki yayımlanacakmış gibi günlük yazılar yazdığını öğreniyoruz. Bunların çok az bir kısmı, Nâzım Hikmet gibi dostlarının gayretiyle yurt dışında çeşitli mecralarda yayımlanmış anladığım kadarıyla ama geri kalanlar kaybolup gitmiş maalesef.
Kitaptaki yazıları seçerken neleri göz önünde bulundurdunuz? Binlerce yazı arasından yaptığınız bu seçkiyi ve kitabın hazırlanış sürecini anlatır mısınız?
Hakkında çalışan araştırmacıların çoğunlukla Sabiha Sertel’in mirasını esasen feminizm ve kadın sorunu hakkında yazdıkları, TKP’deki faaliyetleri ve Selanik dönmesi bir aileden gelmesine rağmen bu geçmiş konusunda genellikle sessiz kalması başta olmak üzere birkaç konuya daraltılmış bir biçimde değerlendirdiğini gördüğüm için odağı genişletip güncellemek istiyordum en baştan beri.
Bence Sabiha Sertel’i sonraki kuşaklar tarafından anmaya değer kılan asıl önemli yanları gölgede kalıyordu bu odak seçimleri yüzünden. Hatta buralardan bakılınca Sertel’i rejimin temelleriyle sorunu olmayan modernleşmeci bir aydın figürüne indirgeyip sosyalist, hatta muhalif kimliğini bile sorgulamak mümkün hâle geliyordu. Bu eleştiriler bir yere kadar dikkate alınması, önemsenmesi gereken eleştiriler gerçekten de. Benim de seçkiye aldığım epey yazıda cumhuriyet rejiminin birçok ilke ve uygulamasına coşkuyla destek verdiğini; Atatürk’ü her zaman eleştiriden münezzeh tuttuğunu vs. görürüz.
Ama Kemalizmle belli açılardan kurduğu bu muvafakat, Sertel’in sadece bir yanı; üstelik en ilginç, araştırmacı değilseniz dönüp onu tekrar okumaya sevk edebilecek bir gücü ve önemi olan yanı da değil. Zaten bu kısmî muvafakatın ardında tam da Türkiye Komünist Partisi üyesi olarak Komintern’in bağlılarından talep ettiği şeyi yapması, yani bir süreliğine devletlerine yönelik eleştirilerin dozunu düşürerek odağı faşizmle mücadeleye kaydırma talimatını yerine getirmesinin yatıyor olabileceği de gözden kaçırılıyor genellikle.
Sertel, o dönem komünistlerinin önemli bir çoğunluğu gibi, inanmış bir Stalinistti de ayrıca. Ama ben ne Kemalist ne de Stalinist olduğum hâlde yine de onun bu iki ideolojik-siyasi pozisyona indirgenemeyecek bir karmaşıklık ve incelikle yoğrulu, bugüne de seslenen, hatta günümüzün yakıcı sorunlarına dair anlamlı şeyler söyleyebilen birçok yazısı olduğunu görebiliyordum. Yaptığım seçkide de bu tür yazılarına ağırlık vermek istiyordum.
Neredeyse 40 yıldır bütün sosyal haklarımızı aşama aşama kaybettiğimiz bir dönemde onun bu tür hakları hiç tanınmamış emekçi halkın verdiği ağır yaşam mücadelesini çok kuvvetli bir biçimde yansıttığı ve onlar adına kendine "halkçı" diyen rejimden tok bir sesle hesap sorduğu yazıları olmalıydı mutlaka bu seçkide.
Faşizmin başka biçimlere bürünerek de olsa dünyanın dört bir yanında tırmanışa geçtiği, emperyalizmin yeni formunun özellikle bizim de dahil olduğumuz Ortadoğu’yu savaş ve soykırımlarla yeniden şekillendirmeye çalıştığı bu günlerde Sertel’in anti-faşist, anti-emperyalist yazılarının da bulunması gerekirdi elbette.
Yine birçok hak ve özgürlüğümüz pervasızca gasp edilirken örgütsüzlük illeti yüzünden güçlü bir itiraz ve direniş sergilemekte aciz kaldığımız açıkça ortadayken Sertel’in teşkilatlanmanın bütün insan toplumları ve özellikle bizim memleket için neden hayat-memat meselesi olduğunu anlattığı yazılarına da yer vermeliydim.
Hayatımıza, özgürlüklerimize kasıtlarını envai çeşit yerlici-millici mugalatayla gizleyen bir iktidarla dile kolay 22 yıl geçirmişken, kültürün ve bilginin evrenselliğinde ısrar eden; yine bilgide uzmanlaşmanın ve kompartmanlaşmanın had safhaya çıktığı bir dönemde hukukun, sağlığın, eğitimin vs. uzmanların eline bırakılamayacak kadar kamusal meseleler olduğunda ısrar eden o güzel yazıları da genç kuşakların okuması önemli diye düşünüyordum.
Bir yandan şahsen çok beğenmesem de entelektüel kimliğinin gerçekçi bir portresini sunabilmek için elzem olan muvafık ve Stalinist yazılarından da örnekler olmalıydı. Bu tür dertlerle ve tahmin edileceği gibi çok ama çok zorlanarak 1.200 küsur yazı arasından makul boyutlarda bir kitap oluşturabilecek yazılar seçmeye çalıştım. İlk seçtiklerim şimdiki seçkinin iki katı kadardı; eleme süreci epey zor oldu tabii.
Kitabınızın iddiası nedir diye sorsam? Özellikle yeni gazeteci adayları için nasıl bir kaynak oluşturuyor bu kitap?
“Kitabım” demek yanlış, hatta haddini bilmemek olur. Ben sadece bir Sunuş yazdım ve evet, Sertel’in kendi önemsediğim konular çerçevesindeki yazılarını biraraya getirdim ama bu tabii ki Sabiha hanımın kitabı. Uzun yıllara yayılan ağır bir baskı ortamında birçok bedel ödemeyi göze alarak verdiği özgürlük ve hukuk mücadelesinin kayıtları, burada bir kısmını derlediğim bu yazılar. Özellikle gazeteci adaylarını düşünerek hazırladığım bir seçki değil bu ama bugün de yaşadığımız bir dolu yakıcı meseleyle tutkulu bir biçimde ilgilendiği için bütün genç okurlar gibi onların da ilgisini çekeceğini ve onun kendi dönemindeki ağır baskı ve hukuksuzluklarla çekinmeden mücadele edişinden bu dönemki daha da ağır baskı ve hukuksuzluklarla mücadele ederken ilham alacaklarını umuyorum. Yani bir iddiadan çok bir umut bendeki.
Bugünün basın düzeni düşünüldüğünde Sertel'in ve jenerasyonunun kazanımlarından söz etmek mümkün mü?
“Kazanım” diye düşündüğümüz her şey, tarihsel güç dengeleriyle ilgili. Dünyanın çeşitli yerlerinde işçi ve emekçilerin ağır bedeller ödeyerek ama sonunda mutlaka dikkate alınması gereken bir güç hâline gelerek kazandıkları birçok sosyal hak bu tür “kazanım”lardandı mesela ama kapitalizmin neo-liberal denen son kırk küsur yıllık aşamasında bu güç kaybedildiği için bütün dünyada sistemli bir biçimde tedricen geri alındıklarını görüyoruz. (Bu arada bizde bu sosyal haklar dünyaya nispetle epey geç de olsa kabul edildiyse bunda 1945’e kadar Sabiha Sertel ve Suat Derviş’in, 1960’lara kadar da Va-Nu’nun konuyu sürekli gündemde tutmalarının, hükümetlere sürekli meselenin hesabını sormalarının da önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Bu da bir bakıma onlar gibi kamuoyu oluşturabilen yazarların da sayesinde elde edilmiş bir kazanım sayılabilir.)
Yani hiçbir kazanımın tekrar kaybedilmeyeceğinin garantisi yok; hatta artık milyarlarca yıllık bir sürecin sonucunda yaşama elverişli hâle gelen gezegen ikliminin kendisini, yani bütün canlıların en büyük “kazanımı”nı bile “fosil kapitalizmi” yüzünden kısa bir süre içinde kaybedebileceğimiz bir dönemdeyiz. Yine de bugün memlekette devletten ve hep koruyup kolladığı sermaye çevrelerinden hesap sorabilme imkanı, her ne kadar gittikçe zayıflıyor olmasına rağmen, hâlâ aslında olması gereken bir şey, “işin doğası”nda olan bir şey olarak görülüyorsa bu “doğallaşma”da Sertel gibi öncü gazetecilerin verdiği mücadelelerin payı olduğu söylenmeli. Okuyabileceğiniz diğer Tuncay Birkan söyleşileri |