Başlangıç bölümleri, s. 11-13
1
Okumak fiilinin emir kipine tahammülü yoktur. Başka fiillerle de paylaşır bu nefretini: "Sevmek" fiili..."Hayal etmek" fiili...
Yine de deneyebiliriz tabii. Haydi: "Beni sev!" "Hayal et!" "Oku!" "Oku! Okusana diyorum, sana okumanı emrediyorum!"
– Odana çık ve oku!
Netice?
Hiçlik.
Kitabının üzerine başını dayayıp uyudu. Pencere birden, imrenilecek bir şeye doğru açılıyormuş gibi göründü ona. İşte oradan uçup gitti. Kitaplardan kaçmak için. Ama, dikkatli bir uykudur bu: Önündeki kitap açık duruyor. Odasının kapısını aralasaydık, onu masasında oturmuş, uslu uslu kitabını okurken bulacaktık. Parmaklarımızın ucuna basa basa çıksak bile, hafif uykusunun içinde bizim geldiğimizi duyacaktı.
– Hoşuna gitti mi bakalım?
Bize hayır demeyecekti, işlenebilecek suçların en büyüğü olurdu bu. Kitap kutsaldır, nasıl olur da okumayı sevmeyiz? Hayır, bize tasvirlerin fazla uzun olduğunu söyleyecektir.
İçimiz rahat, televizyonumuzun başına döneceğiz. Belki de, tasvirlerin gereğinden fazla uzun oldukları düşüncesi, biz ve bizim gibi olan ötekiler arasında heyecanlı bir münakaşaya sebep olacak...
– Tasvirleri fazla uzun buluyor. Onu anlamak lazım, görsel-işitsel çağdayız, tabii ki 19. yüzyıl romancıları her şeyi tasvir etmek durumundaydılar...
– Sayfaların yarısını atlamayı gerektirecek bir bahane olamaz bu!
...
Kendimizi boşuna yormayalım, tekrar uyudu.
Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Erkan Kıraç, "Ey Pedagoglar: Dikkat Pennac", Cumhuriyet Kitap Eki, 25 Haziran 1998
Kitapçılara çok sık giden biriyim. Özellikle İmge Kitabevi'ne. Yine oradayım. Raflara bakıp dostlarla selamlaşıyorum ki gözüme eski bir dost ilişti. Bir elinde romanı diğerinde kılıcı, koltukta oturuyor ve yanında asırların sevgilisi Dulcinea del Tobossa ellerini birleştirip yine yardım istiyor. O ne hoş kapak resmidir öyle. Evet, geçmiş zamanların en büyük savaşçısından bahsediyorum. Don Kişot'umuzdan. O ne hoş insandır, okumayanlara... (1)
Kapağın en üstüne yazarın adı (Daniel Pennac: Bu yazara ve yazdıklarına dikkat!) oturtulmuş, altında ise kitabımızın adı: Roman Gibi (2). Kitabın arka kapağında şöyle bir başlık: ''Kitap Okurunun Hakları'' ve size her okurun bilinçli ya da bilinçsiz tabu haline getirdiği ''kitap''ın kutsallığın yok edip ''okur''un özgürlüğünü ilan eden 10 Emir.
1) Okumama hakkı
2) Sayfa atlama hakkı
3) Bir kitabı bitirmeme hakkı
4) Tekrar okuma hakkı
5) Canının istediğini okuma hakkı
6) ''Bovarizm'' hakkı
7) Canının istediği yerde okuma hakkı
8) Çöplenme hakkı
9) Yüksek sesle okuma hakkı
10) Susma hakkı
Artık, kitabın içine dalabiliriz. İlk sayfada bizim Pennac kimdir, ne işler yapmış bu bildirilir. Kitabın 7. sayfasına dikkat, nazikane bir rica ile duruyoruz. ''Bu sayfaların pedagojik işkence malzemesi olarak kullanılmaması rica olunur.'' Sütten ağzı yanana Pennac yoğurdu üfleyerek yiyiyor. Uy...
Devamını görmek için bkz. |  |
Ali Bulunmaz, ''Kelimelerin mezar taşını kaldırmak'', Cumhuriyet Kitap Eki, 18 Nisan 2013
Daniel Pennac, öğretmen ve çocuk kitapları yazan biri olarak duruma hep öğrencilerin gözünden baktı. Pek çok pedagogun ve mürebbiyenin aksine çocukların şifrelerini çözmeyi başarmış bir isim Pennac. Roman Gibi, Pennac’ın okuma olayına yoğunlaştığı bir kitap; yazar burada yine çocuklar ve gençlerin yakasından bakıyor olup bitene.
Okumak gerek!
Genç biri için en çok sıkıntı yaratan şey, emir kipiyle herhangi bir işin yaptırılmaya çalışılması herhalde. İnsanın böyle bir anda burnunun dikine gidesi geliyor. Pennac bunu, okumaya uyarlamış ve daha en başta “bu sayfaların pedagojik işkence malzemesi olarak kullanılmaması rica olunur” demiş. Kitap okumazsanız başınıza hiçbir iş gelmez. Zorlamayla olunca, o okuma olmaktan çıkıp bir azaba dönüşür. Pennac’ın baktığı yer işte burası: Kutsallaştırılan her eylem gibi kitap okuma da kutsanınca yamulup gider. “Okumayı bırak” uyarısı da ters etki yaratabilir elbette. Pennac’ın deyişiyle “okumanın düzene karşı koymak” anlamına geldiği zamanlarda “romanın keşfine aileye itaatsizliğin keyfi de katılır.”
Sözcüklerin ve bunlardan yola çıkıp kendi âlemini yaratmanın keyifli bir iş olduğunu söyleyen Pennac’a göre okuma, yalnızlığın ve hatta özgürlüğün keşfini sağlayan bir eylem. Kitaba dalmak aynı zamanda hayal etmek demek, hayal etmek de bir tür yaratma.
“Okumak gerek”, Pennac’a göre edebi bi...
Devamını görmek için bkz. |  |
Onur Koçyiğit, ''Okurluğun dikenli yolları'', Birgün Kitap Eki, 27 Nisan- 10 Mayıs 2013
Modern toplumlarda, okur-yazar olmak önemli bir ölçüttür. En azından sistem ve bileşenlerinin bize “ol” dediği durumlardan birisidir. Mesele, okuma ve yazma pratiğinin “nasıl” şekilleneceği yönünde fikir yürütülen bir tartışma konusu haline geldiğinde, başka birçok problemi de beraberinde getirir. Okuma-yazma pratiği nasıl yapılacaktır? Yöntemleri nelerdir? Yöntem aramak/yaratmak gerekli midir? Okunması gerekenler skalası nasıl yaratılmıştır? Klasikler neden klasiktir?
Türdeş soruları çoğaltmak mümkün. Daniel Pennac, Roman Gibi’de bu sorulara cevap arıyor ve şöyle diyor;
“Okuma zevki kaybolmuşsa bile (devamlı söylendiği gibi, ‘oğlum, kızım, gençler’ okumayı sevmiyorsa), bizden çok uzaklarda kaybolmuş değildir. Olsa olsa yolunu şaşırmıştır. Yine de, hangi yolda aranacağını bilmek gerek, bunun için de modernliğin gençlik üzerindeki etkileriyle alakası olmayan birkaç gerçeği sıralamak gerek. Sadece bizleri ilgilendiren birkaç gerçek. ‘Okumayı sevdiğimizi’ iddia eden ve bu sevgiyi çevremizle paylaştığımızı savunan bizleri.”
Artık Okuyamama Durumu
Günümüz okur yazarının sık sık dile getirdiği ve hayıflandığı “artık oku(ya)mama” durumunun halinden dem vurarak girişiyor bu işe, Pennac. Okumanın bir iletişim yöntemi olmasa da en nihayetinde bir paylaşma konusu olabileceğini söylüyor. Peki, neyin paylaşımını yapıyoruz? Açıkças...
Devamını görmek için bkz. |  |
Metin Celâl, ''Roman Gibi ya da ‘Kitaplara ve Okumaya Dair’'', Cumhuriyet Kitap Eki, 16 Mayıs 2013
''Kitaplara ve Okumaya Dair'' alt başlığını taşıyan Roman Gibi’de Daniel Pennac okuma alışkanlığının edinilmesinden başlayıp kitap okurunun haklarına varan okuma eylemi hakkında görüş ve deneyimlerini paylaşıyor.
Pennac’ın biyografisinde dünyaca tanınmış bir yazar olmasının yanında eğitimci ve pedagog olduğu da yazılı. 1944 doğumlu, babasının sömürgelerde subay olması nedeniyle küçük yaşta yatılı okula verilmiş. 1970’te Fransızca öğretmeni olarak göreve başlamış. Yatılı okul zamanlarından beri sıkı bir kitap okuru. Kendi çocuklarına, öğrencilerine de kitap okuma alışkanlığını aşılamaya çalışmış. Roman Gibi’de (2. Baskı Mart 2013, çev. Mustafa Kandemir, Metis yay.) okuma alışkanlığının kazandırılması çabasında yaşanan başarıları ve tabii düş kırıklıklarını anlatıyor.
‘’Bu sayfaların pedagojik işkence malzemesi olarak kullanılmaması rica olunur’’ diye başlayan kitapta Pennac deneme ile öykü arası bir anlatım biçimiyle, kısa bölümlerde bir okurun nasıl yaratılacağının yanında bir kitap düşmanına nasıl kolayca dönüşülebileceğini de anlatıyor. Anne babaların çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırmak için yaptıkları en önemli yanlışı anlatarak söze giriyor ve “Okumak fiilinin emir kipine tahammülü yoktur” diyor. “Oku!” “Oku! Okusana diyorum, sana okumanı emrediyorum!” “Odana çık ve oku!” gibi emirlerin bir çocuğu okumaktan soğutmak i...
Devamını görmek için bkz. |  |
Kaya Tokmakçıoğlu, ''Roman sosyolojisine dair'', Sol Kitap Eki, 8 Mayıs 2013
Bir edebi tür olarak romanın sosyolojisi mümkün müdür? Modernizmin yükselişiyle birlikte politik ekonominin, toplumbilimcilerin ya da herhangi bir başka sosyalbilimcinin edebiyatta böyle bir sorunun yanıtını aramaya vakitlerinin kalmamış olduğundan bahsedebiliriz. Örneğin Marx’ın parçalı notlar halinde derlenen ve kitaplaştırılan edebiyat ve sanat üzerine notlarından hareketle 20. yy.’da Lukacs, Eagleton, Macherey, Jameson vb. düşünürlerin edebiyatın sosyolojisine dair de sistematik bir bakış açısı getirmeye çalıştığından söz edebiliriz. Bu bağlamda edebiyat sosyolojisinin, edebiyatın üretimi, dağıtımı ve alımlanışının toplumsal ve kültürel koşullarını araştıran bir bilim dalı olduğu uzun zamandır kabul gören bir konu. Bununla birlikte çoğu edebiyat kuramı, yazarın yaratım sürecindeki toplumsal koşullarının önemini vurgularken, edebiyat sosyolojisi sınıf, toplumsal cinsiyet ve siyasal eğilim gibi etmenlerle birlikte zamanın ruhunu, yazarın ekonomik ve günümüzde bir meta olarak edebiyatın tüketim koşulları ile birlikte ele alır. Buradaki ikircikli durum edebiyat ve toplum arasında şekillenen alanın özerk mi yoksa belirlenimli mi olduğudur.
20. yy.’ın en önemli Marksist düşünürlerinden olan György Lukács aynı zamanda edebiyat eleştirisi alanında da önemli bir figürdü. Üretiminin erken bir döneminde kaleme aldığı (1920) “Roman Kuramı”, bir edebi tür olarak roman ve edeb...
Devamını görmek için bkz. |  |