Başlangıç bölümleri, s. 11-13
1
Okumak fiilinin emir kipine tahammülü yoktur. Başka fiillerle de paylaşır bu nefretini: "Sevmek" fiili..."Hayal etmek" fiili...
Yine de deneyebiliriz tabii. Haydi: "Beni sev!" "Hayal et!" "Oku!" "Oku! Okusana diyorum, sana okumanı emrediyorum!"
– Odana çık ve oku!
Netice?
Hiçlik.
Kitabının üzerine başını dayayıp uyudu. Pencere birden, imrenilecek bir şeye doğru açılıyormuş gibi göründü ona. İşte oradan uçup gitti. Kitaplardan kaçmak için. Ama, dikkatli bir uykudur bu: Önündeki kitap açık duruyor. Odasının kapısını aralasaydık, onu masasında oturmuş, uslu uslu kitabını okurken bulacaktık. Parmaklarımızın ucuna basa basa çıksak bile, hafif uykusunun içinde bizim geldiğimizi duyacaktı.
– Hoşuna gitti mi bakalım?
Bize hayır demeyecekti, işlenebilecek suçların en büyüğü olurdu bu. Kitap kutsaldır, nasıl olur da okumayı sevmeyiz? Hayır, bize tasvirlerin fazla uzun olduğunu söyleyecektir.
İçimiz rahat, televizyonumuzun başına döneceğiz. Belki de, tasvirlerin gereğinden fazla uzun oldukları düşüncesi, biz ve bizim gibi olan ötekiler arasında heyecanlı bir münakaşaya sebep olacak...
– Tasvirleri fazla uzun buluyor. Onu anlamak lazım, görsel-işitsel çağdayız, tabii ki 19. yüzyıl romancıları her şeyi tasvir etmek durumundaydılar...
– Sayfaların yarısını atlamayı gerektirecek bir bahane olamaz bu!
...
Kendimizi boşuna yormayalım, tekrar uyudu.
2
Eğer geçerli kuralın okumayı engellemek olduğu bir nesil, bir dönem, bir çevre, bir aileden geliyorsak, okumaya karşı duyulan bu nefret daha da şaşılacak bir şeydir bizim için.
– Şu okumayı bırak dedik, gözünün nuruna yazık!
– Onun yerine dışarıya çıksana, bak ne güzel bir hava var.
– Söndür şu ışığı! Vakit çok geç!
Evet, kitap okumak için hava hep fazla güzeldi ve geceler fazla karanlıktı.
Görülüyor ki, okumak ya da okumamak, fiil emir kipinde çekilmişti bile. Geçmişte de böyleydi. Öyle ki, okumak düzene karşı bir eylemdi o zaman. Romanın keşfine aileye itaatsızlığın keyfi de katılıyordu. Çifte sevinç! Ah o battaniyeler altında elektrikli cep fenerinin ışığında geceden çalınan okuma saatleri! Gecenin o saatlerinde, Anna Karenina'nın arabasının atları ne kadar da hızlı koşarlardı Vronski'ye doğru! Birbirlerini seviyorlardı, ne kadar güzel, ama okumanın yasaklanmasına rağmen sevmeleri daha da güzeldi. Anne babaya rağmen seviyorlardı birbirlerini, bitirilecek matematik ödevine rağmen, verilecek "edebiyat kompozisyonuna" rağmen, düzeltilecek odaya rağmen; sofraya oturmak yerine birbirlerini seviyorlardı, tatlı masaya gelmeden önce seviyorlardı, top oynamaya ve mantar toplamaya tercih ediyorlardı birbirlerini... Birbirlerini seçmişler ve her şeye tercih etmişlerdi... Aman Tanrım ne güzel aşk bu!
Ve ne kadar kısaydı bu roman.
3
Doğrusu, ona okumayı ödev olarak zorla kabul ettirme düşüncesi başta aklımıza gelmemişti. Önce onun alacağı zevki düşündük. Doğumunun ilk yıllarında ona merhametle yaklaştık. Bu yeni hayata karşı duyduğumuz mutlak hayranlık bize dahiyane bir fikir verdi. Onun için, birer masalcı olduk. Dile ilk açıldığı andan itibaren ona masallar anlattık. Üstelik önceden böyle bir yeteneğimiz olduğunu bilmiyorduk. Sevinci bize ilham veriyor, mutluluğu güç katıyordu. Onun için kahramanları çoğalttık, bölümleri birbirine bağladık, çeşitli tuzaklar uydurduk... İhtiyar Tolkien'in çocuklarına yaptığı gibi, ona bir dünya icat ettik. Gündüzün ve gecenin sınırında, onun romancısı olduk.
Bu yeteneği gösterememiş, kelimeleri zar zor bulup çıkararak, özel isimlerin başını gözünü yararak, bölümleri birbirine karıştırarak, bir öykünün başını diğerinin sonuyla buluşturarak başkalarının masallarını anlatmış olsak bile zararı yok... Hatta, hiçbir şey anlatmayıp sadece yüksek sesle okumakla yetinmiş bile olsak onun kendi romancısıydık, yatağa girdiğinde üzerini gecenin örtüleriyle örtüp ona düşlerin pijamalarını giydiren, onun biricik masalcısıydık. Dahası, Kitap'ın kendisiydik.
Pek az şeyle mukayese edilebilecek olan o yakınlığı bir hatırlayın.
Korkutmaktan ne kadar da hoşlanırdık, kucağımıza koşmasının verdiği katıksız mutluluk için! Ve ne kadar da istekliydi korkutulmaya! Daha o zamandan uyanıktı, fakat yine de ödü patlardı. Hasılı, gerçek bir okuyucuydu. Böyle bir çift oluşturmuştuk o sıralar: Okuyucu olarak o, ne kadar da muzipti! Kitap olarak biz, ne de güzel bir suç ortağıydık!