 | ISBN13 978-975-342-675-6 | 13X19,5 cm, 94 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Kurşuni Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Haziran 2008 |
"Gurur karın doyurmaz derler, doğrudur belki, ama gurur çırağın kamçısıdır bir bakıma. Dayağı, küfrü yedikten sonra hırslanan çıraklara bayılırım – deli gibi yapışırlar ustanın bıçkıda kestiği kalasa. Bir keresinde benim de gözüm dönmüştü, nasıl dönmesin ki – İsmail hayvanından boş yere zılgıtı yemişim, elim ayağım titriyor sinirden. O kısa, bodur ahmak, bıçkıya verdikçe kalasları, ben bütün gücümle asılıyorum, sonunda çaktı manzarayı, o an dokunsa bana, kurulu zemberek gibi boşalacağım üstüne – yok daha neler diyen çıkabilir ama cidden istim üstündeyim. Boynuzlu bücürün tuttuğu kalası şöyle oynatıversem ters yönde, bıçkı kesip atıverecek parmaklarını." Düşle gerçeğin, kurmacayla hayatın iç içe geçtiği, daha çok da çarpıştığı bir roman Kurşuni. Yazma heveslisi yeniyetme bir bıçkıcı çırağının, artık öbür dünyaya göçmüş olan ihtiyar ustasının vicdanı olmaya soyunduğu bu romanda cinler, periler, kutsal kitap hikâyeleri ve filozof Berkeley de eksik değil.  | OKUMA PARÇASI |
Açılış bölümü, s. 7-11. İhtiyar'ı tanımış olduğum için kendimi şanslı sayıyorum yine de. Ölmezden önce diyorum, İhtiyar dünya değiştirmezden önce, onunla konuştuğum için diyorum, ben epey şanslıyım. Şans dediysem de – zenginlikle falan alakası yok bunun. Çok başka bir şey bu; İhtiyar'ın şahsiyetiyle alakalı. Ben işin daha çok, hani nasıl derler, mertlik tarafındayım. Ha, bu arada öyle hemencecik su koyuveren biri değilimdir. İhtiyar'ın beni ezmeye çalıştığını gizlemiyorum ama bu işler öyle uluorta dillendirilecek şeyler değil. Ayrıca yalakalığın y'si kapımdan içeri giremez. Benim derdim İhtiyar'la da değil aslında; dedim ya, onun şahsiyetiyle, yaşamıyla, hakkında duyduklarımla, açıkçası biraz hayal ettiklerimle yani. Ben bunlarla alakalıyım alakalı olmasına ya, hayat devam ediyor yine de. Nasıl etmesin ki – oysa hepsi daha dün gibi gözümün önünde. İhtiyar dışında hepsi, hepsi hayatta. Öyle olduklarını sansınlar – oraya sonra geleceğim. Suskun bir yüreği canlandırmak güçtür, hani neredeyse imkânsızdır, ya içten içe kaynayan bir canı? O can, o beden, o ruhun sahibi on dördünde bir çocuksa? Tüm yaşananlardan sonra, üstelik hâlâ mızmızlanmayı bırakmamışsa ve hep öyleymişçesine kırık sesini koruyorsa. Numara yapmayı, kendine olduğu kadar, sevdiklerine de yediremiyorsa üstüne üstlük. Buyurmaz mısınız cenaze namazına; bu çocuk yakayı nasıl kurtaracak bunca işin arasından, dersiniz eminim duyacak olduklarınızdan sonra. Ama yine de kulak verin bana, en azından bir ... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Ahmet Sait Akçay, “Kurşuni bakışların altında”, Sabah Kitap Eki, 16 Temmuz 2008 Kemal Selçuk, yeni romanı Kurşuni'de "görmeye" odaklanıyor. Gözün tahakkümünü, bakışların etkilerini usta çırak ilişkisinde öyküleştiren anlatıcı, romanın girişinde ustasının kendisindeki kalıcı imgesi olarak "ezen sert bakışlar"dan bahseder. Romanın adının "kurşuni" olmasının da bunun bağlantısı vardır; bakışlar kurşunidir, o derece etkilidir ki anlatıcı yaşamı anlatırken sıkça bu nitelemeyi yapar. Roman monolog biçiminde kurgulanmış. Anlatıcı, on dört yaşında bir çocuk, bir çırak ve karmaşık, aldırış edilmeyen dünyasını, öznelliğini desek daha doğru olur, okurla paylaşıyor. Anlatıcının eğitimli sesi, ilk bakışta anlatıcının kendisiyle arasında bir çelişkiyi ortaya çıkarıyor. Neredeyse öznelliğin retoriği diyebileceğimiz bir anlatım biçiminin bir çırak üzerinden yansıtılması bir sorun olarak karşımızda. Anlatıcının, (bıçkıcı çırağı) ustasını ve ortamı anlatırken, kendiyle kurduğu ilişkinin sorunlu oluşunu, kıskançlık, iktidar hırs, görme, bakma, görünme bağlamında çözümlenebilir. Bir işçi hikâyesini anlatıyor Selçuk. İşçinin bakış açısını salt ezilme, hor görülme biçiminde kurgulanmaması, hikâyeyi gerçekçi kılıyor. Anlatımın odağında ustanın olması, bakılan açısından görmenin nasıl bir biçimde sunulduğunu gösteriyor. Selçuk'un hikâyeyi bir alt-üst biçimde betimlememesi, küçük öznenin yapısını sorunsallaştırması romanın çarpıcı yönleri olarak okunmalıdır. "Küçük insa... Devamını görmek için bkz. |  |
Ethem Baran, “Kurşuni yüzler”, Radikal Kitap Eki, 22 Ağustos 2008 Yazmak büyülemek idiyse, harflerin büyüsüne gereksinimi vardı yazarın. O halde canını dişine takıp bir hikâyenin içinde ve üstelik bir çırak olarak yer almalıydı yazar. Böylece hem öğrenecek hem de öbür hikâyelerin tadına varacaktı. Sonra anlatmaya başlayacaktı; maddenin var olmadığını söyleyen filozofa inat; gördüklerimizin, yaşadıklarımızın bize yetmediğini ta Nuh Nebi’den beri bildiğimiz için anlatıp durduğumuzu ve böylece maddeyi, eşyayı, hatta hayatı var ettiğimizi önce kendimize sonra herkese gösterebilmek uğruna. Kemal Selçuk, öyküden sonra romana yöneldi ve Ay Aşkları, Hüznün Kantosu, Yeniyetmeler ve Başkaldırmadan Yaşamaksa Hayat adlı romanları yayımladı. Bu romanlarda aşkı, aşk acısını, kırgınlıkları, rastlantıların hayatımız üzerindeki etkilerini, dostluğu, hayata tutunma çabalarını anlatırken, bir yandan da diğer yazarların, kitapların, filmlerin dünyasında dolaştırmıştı okuru; yeni romanı Kurşuni’de de metnin yapısı gereği haklı olarak kitap ve yazar adı vermese de yine yazının dünyasında dolaşmaya devam ediyor. Hayat hayaldir Kurşuni’de anlatıcı, bıçkı atölyesinde çalışan bir çıraktır. (Doğal olarak bu çırağın bir ustası olması beklenir ki, o da, çırağın kalem efendisi olarak nitelediği, elimizde tuttuğumuz kitabın kapağında adı yazılı olan kişidir herhalde.) Anlatıcının derdi, kimsenin sevmediği İhtiyar’ı köt... Devamını görmek için bkz. |  |
|