Ethem Baran, “Kurşuni yüzler”, Radikal Kitap Eki, 22 Ağustos 2008
Yazmak büyülemek idiyse, harflerin büyüsüne gereksinimi vardı yazarın. O halde canını dişine takıp bir hikâyenin içinde ve üstelik bir çırak olarak yer almalıydı yazar. Böylece hem öğrenecek hem de öbür hikâyelerin tadına varacaktı. Sonra anlatmaya başlayacaktı; maddenin var olmadığını söyleyen filozofa inat; gördüklerimizin, yaşadıklarımızın bize yetmediğini ta Nuh Nebi’den beri bildiğimiz için anlatıp durduğumuzu ve böylece maddeyi, eşyayı, hatta hayatı var ettiğimizi önce kendimize sonra herkese gösterebilmek uğruna.
Kemal Selçuk, öyküden sonra romana yöneldi ve Ay Aşkları, Hüznün Kantosu, Yeniyetmeler ve Başkaldırmadan Yaşamaksa Hayat adlı romanları yayımladı. Bu romanlarda aşkı, aşk acısını, kırgınlıkları, rastlantıların hayatımız üzerindeki etkilerini, dostluğu, hayata tutunma çabalarını anlatırken, bir yandan da diğer yazarların, kitapların, filmlerin dünyasında dolaştırmıştı okuru; yeni romanı Kurşuni’de de metnin yapısı gereği haklı olarak kitap ve yazar adı vermese de yine yazının dünyasında dolaşmaya devam ediyor.
Hayat hayaldir
Kurşuni’de anlatıcı, bıçkı atölyesinde çalışan bir çıraktır. (Doğal olarak bu çırağın bir ustası olması beklenir ki, o da, çırağın kalem efendisi olarak nitelediği, elimizde tuttuğumuz kitabın kapağında adı yazılı olan kişidir herhalde.) Anlatıcının derdi, kimsenin sevmediği İhtiyar’ı kötülemek değil, onun baş döndürücü hikâyesini anlatmaktır. Çünkü belki de hayatı anlamanın yolu İhtiyar’dan geçiyordur: “Onu tekrar tekrar düşünmekten, hatta onu bir kitapmışçasına bıkıp usanmadan okumaktan ve ona durmaksızın küfretmekten.” Kötülüğe karşı, hayatın kötü yanlarına karşı bizim de yapabileceğimiz bir şeyler olduğunu imlemektir belki de bu, kim bilir. Anlatıcı, İhtiyar’ın son zamanlarına yetişmiş (İhtiyar’ın öldüğü daha romanın başında söylenmiştir), daha çok onun oğlu İsmail’in yanında çalışmıştır. İsmail tam bir hayvandır, alıktır, salaktır, böndür, dallamadır, uyuzdur, enayidir; kısacası tek bir roman kişisinin bünyesinde olası bütün kötü ve olumsuz yönleri bir araya toplamıştır yazar. Bir anlamda olumlu tip olarak gösterilebilecek, İhtiyar’ın da saygıyla ağırladığı tek insan, metnin dokusuna sinen kutsal kitap hikâyelerinin anlatıcısı Hikmet’tir. Aslında bir ‘bilgin’ olan deli Hikmet. Anlatıcının belleğinde İhtiyar’ın yüzü kadar yer eden bir görüntü daha vardır; İsmail’in karısı Zeynep ve onun gözleri…
Bu kez aşkları, hüzünleri, başkaldırmaları anlatmıyor Kemal Selçuk. Gerçeğin mi yoksa hayalin mi daha gerçek olduğu sorusunun ardına düşüyor. Aslolan, hayali hayat karşısında ezdirmemektir ona göre. Hayatın bize sunulan kısmı yalnızca hayaldir çünkü. Bu yüzden kanmaya hazırızdır romanlara, hikâyelere, büyülere, rüyalara, masallara… “Hayal de, kurgu da yazı içindi; kabul, hayattan da öndeydiler, ona da kabul.”
Kutsal kitap hikâyelerinin yerini romanlar ve öyküler; o hikâyelerde adı geçenlerin yerini öykü ve roman kişilerinin aldığı düşüncesi Kurşuni’nin çıkış noktalarından biri olabilir mi? Bir insana bakarken gerçekte kaç kişi görüyoruz? Edebiyata yakışır bir soru değil mi bu? Bir roman kahramanının içinde kaç kişi gizlidir?
Hikâyeler olmasaydı ne yapardı insanlar bunca zamandır! “Yazmak da büyülemek değil miydi bir bakıma öyleyse her bir hikâyenin yazarı, büyücü mü oluyordu?” İnsan kılığına bürünmüş cinleri gösterebilmek olmalıdır büyücünün marifeti. Göstermeden gösterebilmektir hatta. Büyücü dediğin de kelimeleri konuşturandır. Sonunda anlatıcı itiraf eder; anlattığı kişilerinin hepsinin kendisi olduğunu. Sonra Berkeley’in, zihin dışında bir şeyin var olmadığı düşüncesine getirir sözü.
Kemal Selçuk’un yalın, başarılı anlatımı bu romanda da kendini gösteriyor. Kurşuni’de, anlatıcının (Çırağın) konuşma dilinde sürdürdüğü anlatım, bir farklılık olarak nitelenebilecek, cümle sonlarında virgül ya da nokta yerine konulan (–) işaretinin kullanılmasyla daha da akıcı hale geliyor.