| ISBN13 978-975-342-337-3 | 13x19,5 cm, 314 s. |
KAMPANYADA Liste fiyatı: 256.00 TL İndirimli fiyatı: 115.20 TL İndirim oranı: %55 {"value":256.0,"currency":"TRY","items":[{"item_id":"182","item_name":"Minnacık Bir Dev","discount":140.80,"price":256.00,"quantity":1}]} |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için | |
|
| | Minnacık Bir Dev Avukat Necla Fertan Ertel Kendi Ağzından Yaşam Öyküsü Yayıma Hazırlayan: Haldun Bayrı Yayın Yönetmeni: Ruşen Çakır Kapak ve Grafik Tasarım: Emine Bora, Semih Sökmen |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Ekim 2001 |
Minnacık Bir Dev, hayatı boyunca tutarlılığını korumuş, ilkelerine sadakati hiç yitirmemiş ve sürekli olarak hukuk savaşı vermiş mücadeleci bir kadının, Avukat Necla Fertan Ertel’in on sekiz saatlik bir söyleşide anlattıklarının dökümü. Erol Köktürk, mesleğine âşık bu insanla, yakalandığı hastalığın tedavisi sürerken görüştü. Fertan’ın çocukluğu ve yetişme döneminden başlayarak yaşamının tüm evrelerini ve bu evreler hakkındaki değerlendirmelerini içeren kapsamlı bir tanıklık çıkardı ortaya. Necla Fertan 6-7 Eylül olaylarından sonra Yunanistan’a göç eden Rumların mal varlıklarının yağmalanmasına karşı adalet savunucusu; cezaevinde sağlığı çok kötüleşmesine rağmen tedavi için dışarı çıkarılmayan Harun Karadeniz’in destekçisi; yıllarca bir öğretmen gibi demokrasi mücadelesi veren Behice Boran’ın her zaman yanında, en yakın dostu... Kısacası, 20. yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’nin yaşadığı önemli olaylara bir hukuk insanının gözünden bakış... Necla Fertan Ertel’in yaşamı ilkesizler cehenneminde, bilinç ve vicdan muhasebesi içindeki herkes için adeta bir teselli kaynağı gibi... | İÇİNDEKİLER |
Sunuş Yeğeninin Gözünden Teyze Kanserle Yaşamak Yaşam Öyküsü Meslek Yaşamı Önemli Davalar Sivil Toplumcu Mücadele Siyasi Mücadele Toplumsal Değişim Gözlemleri Behice Boran'dan Sinan Cemgil'e Portreler Dopdolu Bir Yaşamdan Süzülenler | OKUMA PARÇASI |
Erol Köktürk, “Sunuş”, Ocak 2000, s. 9-10 O, "mini minnacık bir dev"di. 46 yıl aralıksız süren meslek yaşamında savunma masasıyla birlikte yaşadı. O masa, onun ve yaşamının ayrılmaz bir parçasıydı. Hep o masada ölmeyi düşlemişti. Ama hastalık, o onulmaz hastalık, kanser, kendisini o masadan kopardı. Kanseri kabullendi, ama savunma masasından kopmayı içine hiç sindiremedi. Hastalığı nedeniyle evinde geçirdiği günlerde, hep o masaya dönmeyi istiyordu. Giderek bunun olamayacağını görünce, bu ayrılığı kabullenemeyişi büyüdü. İnsan sıcağıyla yaşadı. Kadife kadar yumuşak yüreğiyle insanlara yakın bir yaşamı oldu. Bu kitapta yazılanlar kendisiyle, 17 Mayıs 1999 günü başladığımız ve 21 Eylül 1999 günü sonuçlandırdığımız 18 saatlik bir söyleşinin sonuçlarıdır. Söyleşinin yaklaşık dört ayda gerçekleşmesinin nedeni, aradaki tedaviler, dinlenmeler, dinlenceler, uygun zamanı yakalama arayışlarıdır. Büyük bir zevkle, keyifle yaptığımız bu söyleşinin yarım kalması beni hep üzm... Devamını görmek için bkz. | |
Necla Fertan, "Davaya Kalbini Koymak", s. 163 Birisi size bir gazete haberini okur. Dışarıda yağmur yağıyordur. Trençkotunuzu giyer sokaklara çıkarsınız. Kaç kişi yapar böyle bir şeyi? Evet, ben davalara kalbimi koyarım ve onları yaşarım. Eve gelirim, onunla yatarım, geceleyin onunla kalkarım, onunla dolaşırım. Sigara içtiğim zamanlar onunla içerim. "Neyi eksik yapıyorum da bu dava henüz istediğim mecraya girmedi?" diye sorarım sürekli. Tabii bu, benimle birlikte çalışan insanları zıvanadan çıkarır. Her dakika bunu söylerim. Sorarım. "Artık ne oluyor? Bir işe bu kadar çalışılır. Ne yapalım yani?" Ben de, "İyi ama olmadı, oturmadı, bu işi bir türlü yerine oturtamadık," derim. "Kalbini koymak" bu demek herhalde... Doğrudur, ben davalarımı yaşarım... Çok önemli davalarda savunmaları evde yüksek sesle okurum. Kendi kendime tekrarlarım. Evvela kendimi inandırırım "Bunu en iyi yapıyorum," diye. Sonra gider mahkemede en iyisini yaparım. Necla Fertan, "Hukuk Felsefesinin Anlamı", s. 166-167 Eskiden liselerde psikoloji, mantık ve felsefe okutulurdu. Ben bütün dersler içinde en çok buna merak sarmıştım. En başarılı olduğum ders de buydu. Hukuk Fakültesi'ne girişte bir aksama olunca Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe Bölümü'nü seçişim oradan kaynaklanır. Balıkesir Lisesi'ndeyken okulun müdürü felsefe hocasıydı. Ders fevkalade iyi veriliyordu. Çok istifade etmiştim. O derste de çok başarılıydım. Değişik filozofları okumak bana çok enteresan gelmişti. Dünyamı genişleten, ufkunuzu açan, sizi düşünmeye sevk eden bir şeydi. Mesela deniyor ki, bu kadar çok Fransız, Alman, İngiliz düşünüre dair kitaplar var, görüşler var da Türk düşünürü kim? O zaman birden görüyorsunuz ki, Türkiye'de düşünür yok. Onun için Rıza Tevfik'e filozof adını takmışlar. Bir toplum düşünün ki, düşünürü yok. Ben bunu lise öğrencisiyken fark etmiş ve hocama demiştim ki, "Peki neden Türkiye'de düşünür çıkmamış?" O da "Var canım, mesela Mevlana,"... Devamını görmek için bkz. | |
|