Erol Köktürk, “Sunuş”, Ocak 2000, s. 9-10
O, "mini minnacık bir dev"di. 46 yıl aralıksız süren meslek yaşamında savunma masasıyla birlikte yaşadı. O masa, onun ve yaşamının ayrılmaz bir parçasıydı. Hep o masada ölmeyi düşlemişti. Ama hastalık, o onulmaz hastalık, kanser, kendisini o masadan kopardı. Kanseri kabullendi, ama savunma masasından kopmayı içine hiç sindiremedi. Hastalığı nedeniyle evinde geçirdiği günlerde, hep o masaya dönmeyi istiyordu. Giderek bunun olamayacağını görünce, bu ayrılığı kabullenemeyişi büyüdü.
İnsan sıcağıyla yaşadı. Kadife kadar yumuşak yüreğiyle insanlara yakın bir yaşamı oldu.
Bu kitapta yazılanlar kendisiyle, 17 Mayıs 1999 günü başladığımız ve 21 Eylül 1999 günü sonuçlandırdığımız 18 saatlik bir söyleşinin sonuçlarıdır. Söyleşinin yaklaşık dört ayda gerçekleşmesinin nedeni, aradaki tedaviler, dinlenmeler, dinlenceler, uygun zamanı yakalama arayışlarıdır. Büyük bir zevkle, keyifle yaptığımız bu söyleşinin yarım kalması beni hep üzmüştür. Söyleşi yarım kalmıştır, çünkü bu söyleşi bittikten ve bant çözümleri sonuçlandıktan sonra birlikte tüm metni gözden geçirecek ve eksikleri tamamlayacaktık. Bu olanaklı olamadı.
Olamadı, çünkü bant çözümleri bittiğinde hastalık artık bunu sürdürmeye el vermeyecek noktaya gelmişti. Onu en son 1999 yılının Aralık ayında hastanede gördüm. Zordu durumu. Tedaviyi kabul etmenin pişmanlığı içindeydi. "Böyle olmamalı bu işin sonu," diyordu.
Bir daha kendisini görmedim. Ayaklarım ve duygularım beni ona götürmedi. Çünkü o mini minnacık boyuyla karşımda hep dimdik duran bir dev olarak kalmalıydı. Hastalığı boyunca da eğilmeyen bir dev... Necla Hanım, bir direnç abidesi olarak belleğimde yerini almıştı ve öyle kalmalıydı.
11 Ocak 2000 günü onu toprağa verdik. O gün beni yalnızca bu söyleşiyi yapabilmiş olmak teselli etti. Yaşadıkları ve yaptıkları unutulmamalıydı. Az şey yaşamamış ve yapmamıştı. O herhangi biri gibi yaşadı, herhangi biri olarak öldü. Ama öyle değildi. Bu nedenle yaşadıkları kalıcılaşmalıydı. Dopdolu güçlü belleği sayesinde yaptığımız kayıtlar, çocukluğundan bu yana yaşama yaptığı tanıklıklar, gözlemler, tarihe aktarılmalıydı. Bu onurlu görevi yapmış olmak benim yaşamım açısından da çok önemliydi.
Mezarlıktan eve döndüm, yine onu düşünüyorum. Sohbetlerimizi, karşılamalarındaki ve uğurlamalarındaki nezaketi, sıcaklığı... Yaşamımdaki önemli dostlarımdan birini yitirmiş olmanın boşluğunu taşıyorum içimde. Bu anılar, belki bu boşluğu doldurmada bir teselli olacak benim için.
Bir insan, bir hukuk savaşçısı, bir meslek âşığı, bir dost, bir dayanışma abidesi, bir "mini minnacık dev"... Necla Fertan Ertel...
İşte bu kitap onun kitabı. Yaşamının, aktardıklarının, değerlendirmelerinin, gözlemlerinin, coşkularının, öfkelerinin, sıcaklığının, özlemlerinin, acılarının kitabı...
Sana teşekkür ediyorum sevgili dostum Necla Hanım. Bunları bize bıraktığın için çok teşekkür ediyorum. İyi ki anlattın ve ölümsüzler arasında yerini aldın bugünden. Ne mutlu sana; yaşadıkların ve aktardıkların için. Ne mutlu sana; geride bıraktığın kalın, onurlu ve dimdik yaşam çizgisi için. Ne mutlu sana; yaşamın her alanında verdiğin mücadeleler ve bıraktığın izler için.
Ve ne mutlu senin dostlarına. Seni tanıdıkları ve seninle dost oldukları için...
Ve bencilce de olsa, ne mutlu bana, seni tanıma olanağı bulduğum için...