ISBN13 978-975-342-716-6
13x19,5 cm, 64 s.
Liste fiyatı: 124.00 TL
İndirimli fiyatı: 99.20 TL
İndirim oranı: %20
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
AYIN ARMAĞANIAYIN ARMAĞANI
Diğer kampanyalar için
 
Taşa Bağlarım Zamanı
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Mayıs 2009

Taşa Bağlarım Zamanı, Ahmet Ada'nın yeni şiir kitabı. "Yeter bana mezar taşı olmak Anadolu'da", "Annem açılan üstümü örtüyor / Karlı gecelerde / Oysa denizin çarşafları üstümüzde" ve "Alnı akıtmalı at" başlıklarını taşıyan üç bölümde toplam 32 şiir yer alıyor.

İÇİNDEKİLER
Yeter bana mezar taşı olmak
Anadolu'da

Bugün
Yağmurdan sonra
Önce boşluk
İçdeniz
Yelve
Kıyıda
Yine deniz
Çok eski zaman
Varoluş
Değişmeler denizi
Göçüm ol ey ölüm
Değişimin boyutu

Annem açılan üstümü örtüyor
Karlı gecelerde
Oysa denizin çarşafları üstümüzde

Derinde
Derinde II
Derinde III
Derinde IV
Geyik
Belirtiler
Belirtiler II

Alnı akıtmalı at

Alnı akıtmalı at
Taşa bağlarım zamanı
İlk zaman
İkinci zaman
Üçüncü zaman
Dördüncü zaman
Beşinci zaman
Altıncı zaman
Yedinci zaman
Sekizinci zaman
Dokuzuncu zaman
Onuncu zaman
Parçalanmış zaman
OKUMA PARÇASI

s. 35.36.

TAŞA BAĞLARIM ZAMANI

"Bizim yüreğimiz göçük dönerken

Kentlerin varoşlarına. Sandallarını buluta

Bağlayan göçmen balıkçılara döndük.

Sonbahar kokan odalarına döndü

Kadınlar uzun yolculuklardan. Bu sefer

Uzun sürdü çapalamak şafağı."

Sarıasma kuşu Gözne bağlarını dolandığında

Mersin uyuyan denizi uyandırmıştı.

"Hadi şimşeği verin bize" diyordu

Yaşlı bir adam gözlerini kısarak

Dağ yolunda değişmeler içindeyken taşlar.

"Akdeniz'de taşa bağlarım zamanı,

Çamlar gecenin çobanı" diyordu

En çılgınımız elinde ayçiçeği kalpağı.

Köpekler yakındı, hissediyorduk

Serçeler yorgunluğumuzun ikinci, üçüncü yoldaşı

Beraber döndük kentin yıkıntılarına

Kitaplarımızın yakıldığı
(O da başka bir ölümdü)

Ağır sessizlik ânları ayaklar altında

Ağır yükü onurun ağrılı sanrı.

Tabaklar bardaklar kaşık sesleri

Bütün zamanlar boyunca kulaklarımda.

Ne zamandı? Yemek yiyenler kimdi?

Ağlayanlar isli gök altında.

Sonunda denize baktık, öylesine incelikle,

Kimsenin farkında olmadığı denize

Hadi dedi bunları yaz, şimdi anlattıklarımı

Bu insanlar ne ister? Kendileri kanatsız

Kuşken. Hangi erinç doldurabilir

Kalan günlerini. Bize de kalmaz tek

Bir ağaç, tek bir kuş, tek bir rüzgâr.

Kürekler elimizdeyken açılalım denize,

Enginler bilge kaygılarımızın erinci.

Kim alıkoyabilir bizi? Bulabilseydik sevgiyi

İnsan yüzlerinde kuca...

Devamını görmek için bkz.
ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER

Gültekin Emre, “Taşa Bağlarım Zamanı”, Akatalpa dergisi, Sayı:115, Temmuz 2009

Taş, suskunluğun dili; kunt duruşun düşü; öteye geçiş. Ya deniz? Tarihe, taşa, hayata kına yakan, geline durup dururken arka çıkan; iz sürenin yanında olan… Ölümle dirim arasında bir yol var işte oradan yürüyor Ahmet Ada yeni şiir kitabı Taşa Bağlarım Zamanı’nda. “Büyük yanılgı”lara dur diyor “Bir çocuğun yüzündeki uyuyan su” olup. “Rüzgârın fırıldağı”dır ve bu, bütün zorlukları yener “kendinde biri olmak” için. “Yağmurun” da “fırıldağı” olur kendinden çıkıp ve “Bir kaleme bir kâğıda” dönüşerek. Yazmanın özü bu işte; bir kaleme ve bir kâğıda indirgemek yaşamı. Bir de deniz var elbette girilip çıkılması gereken, düşlere katık edilecek. Yani deniz, “o büyük sözdizimi”ne döner yüzünü, yanında Pars’la. Pars, ölümlün kardeşidir. Yani ölüm yanı başındadır hep. Kim unutabilir ki o büyük yokoluşu? Yağmur, bir doğa olayıdır hayatın bir parçası olarak ve şiirde dış mekânın vazgeçilmezlerindendir yaşamı beslediğinden. Hayatı dirilten, emziren, sesleyen, kösnül duygularla büyütendir yağmur. Hayat bütün halleriyle, girintisi-çıkıntısıyla imgelem düzeyine gelip yerleşiyor dizelerin, şiirlerin… Rüzgâra bağlanan at, “Kuşun uyuduğu saat”, kırlangıçlarını çağıran “akasyalı sokak”, kendinde “saklı denize” yürüyen şair; “Delik deşik bir sessizlik”te başkalarının göremediğini gören, ruhuna dolan “denizin ormanı” ve yabancılaşmaktan bunalan insanı gören şair Ahmet Ada…Yabancılaşan insanın dün...

Devamını görmek için bkz.

Mustafa Günay, “Varlık, Zaman ve Şiir: Taşa Bağlarım Zamanı”, Radikal Kitap Eki, 31 Temmuz 2009

“Başlangıçta şiir vardı.” Ya da “Önce şiir vardı” gibi sözleri sıkça duyarız. Uygarlık tarihinin bugüne kadar uzanan kültür birikimi içinde şiir ve felsefe en önemli unsurlar arasında yer alır. Felsefenin, felsefi düşünme tarzının şiire kazandırabileceği boyutlar kadar, şiirin felsefeye ve aynı zamanda sanata kazandırabileceği olanaklar da söz konusudur. Bunun yanı sıra özellikle şairlerimizin yapıtlarının felsefe açısından yorumlanması ve değerlendirilmesi önümüze yeni yollar ve ufuklar açabilecektir. Bu bağlamda Ahmet Ada’nın Taşa Bağlarım Zamanı adlı yeni şiir kitabının bazı yönlerine değinmek amacındayım.

Varlığa ve varoluşa yönelik soruların felsefi düşüncenin doğuşunda belirleyici bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Ancak ontolojik sorular yalnızca felsefenin değil, aynı zamanda edebiyatın ve şiirin de önemli temaları arasında yer alır. Felsefe ve şiirin yapı ve söylem bakımından bütün farklılıklarına karşın, insanın varlık ve zaman karşısındaki hallerini dile getirme ve yorumlama bakımından birbirine yakınlaştıklarını, birbirini beslediklerini görebiliriz. Ahmet Ada’nın Taşa Bağlarım Zamanı adlı kitabı da, varlık, zaman, hiçlik, varoluş, değişme, ölüm, kaygı, sıkıntı gibi ontolojik ve varoluşsal kavram ve temaların felsefi bir zeminde karşımıza çıktığı bir şiirler toplamı. Ada’nın kitabı varlık, yokluk, hiçlik sorunlarının şiirle yokl...

Devamını görmek için bkz.

Mahmut Temizyürek, “Ahmet Ada’nın Geyik’i”, sabitfikir.com. Kasım 2009

Ada’nın Geyik’i ile İonesco’nun Gergedan’ı arasında bir benzerlik kurulabilir mi? Gergedan; kısa bacağının üstündeki tonton gövdesiyle, kalın derili çirkin yüzündeki küçücük gözleriyle, o kalın gövdeden beklenmeyecek bir “hassasiyetle” her an nedensiz bir heyheylenmeyle boynuzlu burnunun dikine koşturan, sonra da ansızın yanılmış gibi duran bu gülünç hayvan ile, Geyik; ince uzun bacakları üzerinde zarif gövdesiyle doğaya uyumun, kimseye zarar vermeden yaşamanın örneği bu barışçıl hayvanın, avcıların avladıktan sonra bin pişman oldukları bu eşsiz güzelliğin ne benzerliği olabilir? Birbirine tam zıt iki hayvan arasında benzerlik bulmak kuşkusuz tuhaf, ama çağrıştırdıkları aynı evrenin iki kutbu gibi. İonescu’nun oyunlaştırdığı haliyle, sokaklarda görüldüğünde, mantıkçının “olasılıksız” saydığı, bürokrasinin inkardan geldiği ama her geçen gün sokak vukuatlarıyla giderek çoğalan bu yaratık, milli hassasiyeti yüksek orta sınıfın bir temsilcisi olmuştu. “Gergedanlaşma” bir sosyoloji terimine dönüştü zamanla, faşist toplumsal karakter betimlemelerinde. Bugün de devam ediyor ve Türkiye’nin taşrasından metropollerine doğru yayılıyor Gergedanlaşma. Buna karşın Geyik de toplumsallaşıyor. Bazen metropollerden taşraya, bazen de taşradan metropollere doğru bir barış umudu, barış olasılığı olarak beliriyor sokaklarda, meydanlarda. 2009’un Mayıs ayında yayımlanan kitabında Geyik dağdan kente iniyordu Ahmet...

Devamını görmek için bkz.

Mustafa Şerif Onaran, “Ahmet Ada’nın şiirinde zamanı yorumlayan anlam katmanları”, Varlık, Şubat 2010

Şiirde anlam aramak, anlamın aydınlığında şiirin tadına varmak, anlamsız bir çaba, şiirde “belagat”ı özleyenlerin yalınkat bir şiirle yetinmeleridir.

Alışılmış bir gerçeği yinelemek yerine, gerçeğin öte yüzünde imge derinliği aramak, o derinlikte bilmediğimiz bir gerçeği sezdirmek insana görmeyi öğretebilir. Yani bir imge gerçeğe değişik bir boyut kazandırabilir. Şiirin gerçeğinde öykü gerçeğini arayanlar o imge yoğunluğunu anlayamazlar.

Zaman geçip gidiyor da ayrımında değil miyiz? Zaman duruyor da, bir ayrımına varmadığımız bir dağınıklık içinde miyiz? Daha zamanın gizlerini çözebilmiş değiliz.

Melih Cevdet Anday anılarına Akan Zaman Duran Zaman adını koymuştu. Demek, akıp giden bir aldırmazlık içindeyken, yoruluyor mu ne, şöyle bir durup dinlenmek istiyor zaman. Zaman durmalı ki biz, biraz daha çekidüzen verelim kendimize. Yola yeniden koyulmanın gücünü toplayalım. Gerilerde kalmışsak öne geçmeye çalışalım.

Zamanı Taşa Bağlamak

Zaman nedir? Durup durmadığını, geçip gitmediğini bilmiyoruz. Sanıyoruz ki zaman durursa daha çok yaşamış olacağız. Duran zamanın içinde dilediğimiz gibi yaşayacak, ölüme karşı duracağız.

Belki de zaman durursa bu denge bozulacak. Kelebek etkisi gibi bir dokunuşla evren yıkılacak. Belki de zamanın durması evrenin sonu olacak.

Böyle bir değişim insanı ilgilendirmiyor. Hele Ahmet Ad...

Devamını görmek için bkz.

Uluer Aydoğdu, Nihayet Şiir: Taşa Bağlarım Zamanı”, denizsuyukâsesi, sayı 41, ocak-şubat, 2010

Taşa Bağlarım Zamanı, her şeyden önce, Ahmet Ada’nın olağanüstü imgelemini daldırdığı hayattan –içinde aşklar yaşadığı, yolculuklar yaptığı, gökyüzüne baktığı– çıkarıp önümüze koyduğu bir uzay-zaman düzenlemesi. Tam da şiirin göz hizasında. Ne güzel, şiir hâlâ bizimle, daha bizi terk etmemiş. Öyle ki, Ahmet Ada, şiir hızında, kıvrak olduğu kadar varlığı/ varoluşu da sorgulayan imge ve söyleyişlerle hareket ederek doğum, ölüm, hüzün, zaman, büyü bazlı muazzam bir enerjiye ulaşmış bu kitapta. Daha ilk baştan, kitabın adıyla okuyucuya “duygusal bir büyü” vaat ediyor. Kapak resminin kitap adıyla oluşturduğu zıtlık ise zamanın asıl karakterini söylemek için düzenlenmiş gibidir: Geleceğe doğru akış. Bu akış içinde kitapta yer alan şiirler ise “zamanın” şimdi-burada “uzaylaşması”ndan başka bir şey değil. Valery’nin “zaman inşadır” sözünden hareketle kitapta yer alan şiirler için inşa olduğu kadar akışkanlığı da içeren bir süreç şiiri de diyebiliriz. Varlık (being) ile varoluş (becoming) arasındaki ezeli ve ebedi çatışma ise ana motif olarak bütün şiirlerde yer alır.

Kitap “Yeter bana mezar taşı olmak/ Anadolu’da” dizeleriyle açılır. İçten içe bir serzeniş de diyebiliriz bu dizelere. Şairin, taşa bağlayarak tutmak istediği zaman acımasızdır.

Duygusal Büyü

James G. Frazer’ın, Altın Dal (Payel Yayınları, İstanbul, 1991) adlı muhte...

Devamını görmek için bkz.

Harun Atak, “Taşa Bağlarım Zamanı’nda bir arayış ve sığınak izleği olarak: Deniz”, Akatalpa dergisi, Sayı: 130, Ekim 2010

Sözcüklerin anlamları yoktur, kullanımları vardır. – J.C.Giroud

Taşa Bağlarım Zamanı 18. şiir kitabı Ahmet Ada’nın. 3 bölüm, 32 şiirden oluşan Taşa Bağlarım Zamanı; varoluş-varlık-hiçlik ekseninde bir ‘Arayış’ kitabı: Varoluş sıkıntısıyla boğuşan bireyin, lirik sorgulamalarla yaşamı ve ölümü, insanı ve zamanı anlamlandırma çabası. Kısık ama mağrur, bilge bir ses tonu hâkim bu sorgulamalarda. Zamanın hiçliğe sürükleyen engellenemez akışına yapılan naif bir itiraz ve direniş omurgası da diyebiliriz. İtiraz ettiği, kabullenmek istemediği katı gerçeklikten kaçmak değil, o gerçekliği parçalayarak bir düşükle arayışı görülüyor şiirlerde.

“Zaman rahvan atı gök çatının…” derken şair, zamanın mutlak akışı varlığın bozgunudur. Bozguna direnebilmek içinse zamanı durdurabilmek adına taşa bağlayacaktır zamanı. Gel gör ki hemen sonra: ‘‘Ölüm tek yasasıydı yolun’’ diyecektir. ‘Yol’ imgesi kitap boyunca, hem zamanın akışının götürdüğü hiçlik, hem de -hiçlik karşısında- varoluştaki sıkıntı ve kaostan sıyrılıp; ‘Deniz’e ulaşabilmek için çıkılan arayış olarak okunabilir. Arayış; deniz izleği üzerinden de pekiştirilecektir yine: “Bu bir yoldur, yolun başlangıcı / Tarihin kara taşındayız. Bize / Yok öyle bir ülke, diyorlar / Deniz altında.”

Yol ve zamandaki sürükleniş, şairin yokluğa yürüyüşüdür aynı zamanda. Bu yürüyüş boyunca ...

Devamını görmek için bkz.

Uluer Aydoğdu, "Kendi değirmisinde bir azınlık/şair oluş: Ahmet Ada", Üvercinka, Kasım 2015

Ahmet Ada’nın; Taşa Bağlarım Zamanı [1] (2009) adlı kitabından Taşın Sesi'ne [2] (2014), oradan da son kitabı, ‘düzyazı şiirler’ Yağmur Başlamadan Eve Dönelim’e [3] (2015) düz-doğrusal (linear) bir hat, bir çizgi çektiğimizde bu üç noktanın (tabii arada başka kitaplar/ noktalar da var) koordinat sistemindeki kronolojik uğrak yerleri olduğu doğrudur, ancak bu düz-doğrusal çizgiyi, bu çubuğu alıp iki ucundan bükerek birleştirirsek non-linear, yani düz-doğrusal olmayan bir ‘Ahmet Ada Çevrimsel Süreci’ elde ederiz.

Peki, güzel, ama ne işimize yarayacak bu?

Düz-doğrusal (linear) zaman algısı, bizi içinde yaşadığımız ve sevdiğimiz ve öldüğümüz dünya yerine nicelikler dünyası da diyebileceğimiz bir dünyaya koyar. Böylece bu dünya ve öteki dünya ayrımı oluşur ki 1977 Nobel Kimya Ödüllü Ilya Prigogine’nin vurguladığı üzere “iki dünya demek iki gerçek ya da hiçbir gerçek demektir.” Buradaki asıl sorun ise bir şeyin içinde olduğumuz zannıyla bir dışarının, dolayısıyla da dışarıda, her şeyin dışında bir efendi, bir otorite olduğunu sanmamız... “Bu, “evren bilmecesini çözmüş” fakat onun yerine başka bir bilmeceyi, yani kendi bilmecesini koymakla yetinmiş modern aklın trajedisidir.” Oysa düz-doğrusal olmayan (non-linear) zaman anlayışıyla içerinin ve dışarının, başlangıç ve sonun (ikilikle...

Devamını görmek için bkz.
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X