Ali Bulunmaz, "Kapitalizmin 7/24 parlayan güneşi", Cumhuriyet Kitap Eki, 15 Ekim 2015
Jonathan Crary 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu'nda, giderek kesintisiz hale gelen yaşamı, çalışma ortamlarını ve tüketim “kültürü”nü inceliyor. “Kapitalizmden çalınan zaman” olarak nitelenen uykuyla, uykudan çalınan zamanı karşılaştıran Crary, “dikkatini topla” diye buyruk veren sistemin, uykusuz bırakma yöntemleriyle bunu kendisinin nasıl alaşağı ettiğini tartışıyor.
Eskiden hayatta kalmanın yalın ve yazısız kuralları vardı. Mesela doğayla uyumlu yaşama, gerektiği kadar, daha doğrusu ihtiyaç ölçüsünde tüketme, haddini bilme ve karşındaki insana saygı duyma... Ne zaman ki Homo Erectus'tan Homo Faber'e, oradan da Homo Sapiens'e uzanan çizgide son durağa, yani Homo Economicus'a geldik işin büyüsü bozuldu; müthiş bir rekabet, hırs ve sahip olma dürtüsü hepimizi kuşattı. Bunun beklenen sonucu ise “daha fazla” ile başlayan cümlelerin kurulması, hatta onun hayatımızın tek gerçekliğine dönüşmesiydi. Dolayısıyla taşlar yerinden oynadı, kurallar değişti; aslında kural filan da kalmadı.
Kabul etsek de etmesek de daha vahşi bir dünyada yaşıyoruz. Yanlış anlaşılmasın, doğa babında değil; sömürdüğümüz ve yakıp yıktığımız tabiatın yerine geçirdiğimiz kendi dünyamız anlamında. Bunun en belirgin tanımı sahte gerçeklik: İhtiyaçlar fazla, tüketim bu yüzden en tepede, kendimize ayırdığımız zaman ise yerlerde. “Vakit kaybı” olarak nitelenen uykudan bahsetmek de abesle iştigal.
Artık “ne kadar az uyku o kadar çok verim ya da üretim” şiarıyla hareket ediyoruz. Kesintisiz faaliyet, durmaksızın hareket eden ve her şeyi belirleyen piyasa, bizi inanılmaz ölçüde meşgul ederken tüm dikkatimizi ve benliğimizi alıp götürüyor. Duruma uyananlar da uyarıyor: Bu gidiş iyi değil!
"Sağlam iradeli bireyler"
Gözlemcinin Teknikleri: On Dokuzuncu Yüzyılda Görme ve Modernite kitabıyla tanıdığımız Jonathan Crary, yukarıda bahsi geçen gidişatın ciddiyetini ve saçmalığını fark edenlerden. Uykusuzluğu, verimliliğin koşulu olarak gören sistem, aklı başında her insanın gözüne takılıyor elbette. Crary, uykudan çalmanın, verimlilik uğruna benliği paramparça ettiğini ısrarla savunuyor. Bir başka deyişle sistemin yarattığı askerlerin bizi sürüklediği ve çoğunlukla görmekten sakındığımız açmazlara; “performans” adı altındaki işkencelere nasıl evrildiğini anlatmaya uğraşıyor.
“En iyi performansı” sergilemek için dişini tırnağına takan “sağlam iradeli bireyler” oluşturulurken gerçekte ilaçlarla ayakta kalmaya çabalayan, bol bol psikiyatra görünen, sürekli depresyonda ve son derece huzursuz kişilikler haline getiriliyoruz. Bir bakıma makineleştirilen insan, 7/24 çalıştırılarak hem “etkin” ve “verimli” birer yaratığa dönüştürülüyor hem de mükemmel şekilde denetlenip tüketiyor. Crary, uyku yoksunluğunun insanı “aşırı âcizliğe” ve “itaate sürüklediğini” söylüyor; şu anki durumumuzu özetleyen bir belirleme bu. Kapitalizm güneşi tepemizde gece gündüz parlıyor.
Uykusuz bırakma, hangi şekilde uygulanırsa uygulansın şiddeti farklı olmakla beraber bir işkence. Yarattığı en belirgin durumsa zamansızlığa (zamandan kopmaya) ve uydurma bir dünyaya geçiş. “Kesintisiz işleyiş ilkesi” burada anahtar kavram; 7/24'ün “mantığı” bu: Crary'nin deyişiyle “statik tekrar.” Var olan durum, bir bakıma gerçek hayatınkinden uzaklaşıp 7/24'lük ritme kaymak anlamına da geliyor. Nihayet, uykusuzluk “doğal” gibi görünüyor, daha doğrusu bizim bunu böyle algılamamız isteniyor: “Ne var ki uyku, artık zorunluluk ya da doğa kavramlarından ayrı tutulan bir deneyim. Başka pek çok şey gibi uyku da daha ziyade değişken ama sadece araçsal ve fizyolojik bakımdan tanımlanabilen yönetilebilir bir işlev olarak tanımlanabiliyor.”
Gözlerimiz tamamen açık
Crary'nin hatırlattığı ve vaziyete cuk oturan bir başka mevzu, hayatımızın önemli parçalarından “uyku modu.” Buradaki “uyku”nun aldatıcı olmaması gerektiğini söylüyor yazar çünkü o anda bile hiçbir şekilde tam olarak kapanma veya kapatma söz konusu değil. Yani bütünüyle istirahatten bahsetmek imkânsız. Bahsedilecekse de bu çok pahalı bir süreç artık. Üstelik vücuda giren kimyasallar da ayrı bir konu. 7/24 çalışma veya ayakta kalma; gözler kapalıyken bile beynin işleme durumu, benliği altüst eden bir süreç kısacası: “7/24, zamansız bir zamanı ilan eder, maddi ya da teşhis edilebilir hudut çizgilerinden çıkarılıp alınmış bir zamanı, silsilesiz ya da tekrarsız bir zamanı.”
Crary'e göre 7/24 asla hedefsiz değil; rekabet, ilerleme, sahip olma, kendini sağlama alma ve konfor üzerinden yürüyen bir öğütücü. Zamanı yiyip bitiren hız bütün bunları peşine takan bir lokomotife benziyor. “Birey” de kendisine sürekli yeni uygulamalar indiren bir mekanizmaya... Bu mekanizmanın işleyişi veya dayatmasıyla “birey” uysallaşırken tüketim, birikim ve açgözlülüğü talanla ya da yaşamı köreltmeyle eşleştiren her türlü “çatlak ses” de 7/24'ün neferleri tarafından itinayla bastırılıyor. Böylece hepimiz bir şekilde sakinleştirilip (ya da uyuşturulup) bize dayatılanları satın alıyor, kişiliğimizin yönetilmesine izin veriyor ve “ölmeden önce yapılacaklar, okunacaklar, izlenecekler listelerine” yöneltiliyoruz. Gözlerimiz tamamen açık biçimde 7/24 “toksik yiyecek ve suyla beslenip nükleer reaktörlerin yakınında yaşayan uysal tebaa”ya dönüşüyoruz.
Alarm erteleme rekortmenleri ve 7/24'ün neferleri
7/24'ün gelip dayandığı bir başka nokta kâr güdüsü. Bunu sağlayan da düzenli çalışma. Daha doğrusu, insanları sapma olmayan bir rutine alıştırma veya doğal koşullardan inorganik şartlara geçiş. Günümüzün “verimli” ve disiplinli, hatta esnek çalışma koşullarının çerçevesini de çiziyor bu “mantık.” Tabii sadece o değil; 7/24 kapitalizm, yoğun dikkat gerektirmesinin ve çok çalışmayı buyurmasının yanında “çoklu işlemler ve eğlencelerin takip edilebileceği” biçimde yürüyor. Zaten aklımızı teslim ettiğimiz “akıllı cihazlar” da bu yüzden var, öyle değil mi? Onların, 7/24 kapitalizmini tamamlaması ve rutinimize hizmet etmesi bu şekilde açıklanamaz mı?
Hıza alışmamızı sağlayan ve bir anlık bekleme tahammülümüzü bile sekteye uğratan 7/24 kuralları, aynı zamanda gündüz düşlerine dalmamızı engelleyip herhangi bir gecikmede sinirlerimizin laçka olmasına yol açıyor. Dikkatimizi toplamamızı emreden ve dağıtan 7/24 “mantığı”, bizi dört koldan sararak denetimini sıkılaştırıyor.
Bugün geçerli olan sistem, bizi atıl ve cansız bir karaktere bürünmemiz için zorluyor. Bir anlamda şeyleşme deneyiminde bir başka faza geçmemiz isteniyor. Bu da sahip olma, birikim yapma ve güce erişmenin tek değer olduğunu söylüyor. Beri yandan da geç kapitalizmin yazılı veya yazısız kurallarına biat edilmesi gereken bir düzen o.
Peki, bahsi geçen o düzenin tarifi nasıl yapılabilir? Crary buna yanıt veriyor: “7/24 beklemesiz bir zaman, talep üzerine bir ânındalık, başkalarının mevcudiyetinden yalıtılma yanılsaması sunar (...) 7/24, doğrudan demokrasinin her biçimi için elzem olan birey sabrı ve saygısını köreltir; başkalarını dinleme ve konuşmak için sıranın sana gelmesini bekleme sabrını...”
7/24 bir praksis. Bunun içinde uyku ise gündüz var olan sığlığın iplerinin gece salınması anlamına gelir. Onun dışında, sistemde herhangi bir anlamının bulunduğu da söylenemez. Crary'e göre toplumsal ile doğal arasında bir yerlerde duran uyku, mevcudiyeti korumaya yardım eder; o, “küresel şimdiki zamanın büyük ağırlığının reddi” olarak da değerlendirilebilir.
O halde bugün devam eden mücadelenin iki ucu da netleşmiş olur: Bir tarafta alarm erteleme rekortmenleri, öbür cenahta ise daha çok “üretme”, tüketme ve performansını arttırma meraklıları, yani 7/24'ün neferleri...