Murat Özbek, "Köşegenden Gelen Edebiyat: Gotik", Birgün Kitap, 3 Temmuz 2015
Gotik edebiyatın önemli isimlerinden Flannery O’Connor, kendisine yöneltilen “Hikâyelerinizde şiddeti nasıl açıklarsınız?” sorusuna, “Aslında o kadar şiddet yok. …bir bakıma komik, estetik bir yan var.” cevabını verir. Gotik edebiyatın olaylara, karakterlere, olay ve karakterlerin yerleştirildiği mekâna ve daha genel bir ifadeyle edebiyata yaklaşımı bir ters yüz edişle başlar. O’Connor, şiddet için yaptığı açıklamayı İyi İnsan Bulmak Zor öyküsü için dile getirir. Öykü, arabalarıyla yolculuğa çıkan bir ailenin yolculuk bitmeden yaptıkları kazadan sonra hapisten kaçan Ayarsız, Hiram ve Bobby Lee ile karşılaşmalarını ve yardım istedikleri bu “suç”luların aile fertlerini öldürmesini anlatır. Öykünün asıl teması bu karşılaşmanın nasıl gerçekleştiğiyle ilgilidir. Ayarsız, mevcut durumu şöyle anlatır: “İsa her şeyin dengesini bozdu. Esasında O’nun başına gelen işin, benim başıma gelenden pek farkı yoktu, lakin o bir suç işlememişti, benimse suç işlediğimi kanıtlayabiliyorlardı çünkü hakkımda kâğıtlar vardı ellerinde.”
Yeniçağa gotikini vermek
Flannery O’Connor’ın öykülerinde kültürel alana yayılan Gotik unsurlarla karşılaşmak çok zor değil. Karakterlerini başıboş bırakan yazar, okuyucuya öyküyü şekillendirebilmesi için geniş bir alan bırakır. Elbette bu alan, öyle hoyratça kullanılmak için elverişli değildir. Her şeyden önce sözünü ettiğim alan gotike aittir ve bu alanı ele geçirebilmek için bir kırılmaya ihtiyaç vardır. Nitekim düz bir okumanın şiddet dediği olayları Gotik yazar, tüm oluş sürecini hesaba katarak, “komik ve estetik” olarak değerlendirir. Karakterlerin başıboşluğu, bir sabitliğe ve/veya sürekliliğe saplanıp kalma tehlikesine karşı –aşağıdaki örneklerle de netleştirileceği gibi– Flannery O’Connor öykülerinin bir özelliği olarak karşımıza çıkıyor.
Kutsal Ruhun Tapınağı isimli öykü, etrafını kuşatan hücreleri parçalayan bir karaktere sahiptir. Öykünün girişinde bu karakterden çocuk diye söz edilir ve çocuğa dair veriler oldukça sınırlıdır. Öyküde çocuğun annesi ile de karşılaşırız ama onun da nereden geldiğini, öyküye nasıl dâhil olduğunu sunacak bir veri yoktur elimizde. Yukarıda ifade ettiğim gibi yazarın sunduğu geniş alan, hücre parçalayıcı karakterde olduğu gibi belirli boşluklardan oluşur. Bu boşluklar sadece karaktere dair bilgilerle sınırlı değildir. Aynı zamanda karakterin hayal gücüyle birlikte mevcuttur.
Risk alarak savrulan yumruk
Her Çıkışın Bir İnişi Vardır isimli öyküde ise zenci kadın beyaz düzlemdeki sabitliği kırılmaya uğratır. Öykünün karekterlerinden Julian ve annesi toplu taşımada zencilerle karşılaşırlar. Karşılaşmadan önce anne otobüsü süzdükten sonra beyaz sürekliliğin sağladığı memnuniyeti “Biz bizeyiz demek.” şeklinde dile getirir. Ardından otobüse sırasıyla önce iyi giyinimli, elinde evrak çantası olan erkek bir zenci sonra bir çocukla birlikte kadın bir zenci biner. Julian’ın annesi söz konusu çocuk olunca zenci çocukları da sevebileceğini gösterir ve zenci çocukla iletişim kurmaya çalışır. Bunu fark eden zenci anne, çocuğunu yanına çekiştirir ve sağlanmaya çalışılan iletişimi yarılmaya uğratır. Julian ve annesi ile zenci anne ve çocuğu aynı durakta inerler. Julian’ın annesi çantasından pırıl pırıl bir peni çıkarır ve zenci çocuğa seslenip parayı verir. Zenci anne ikinci bir hamleyle siyah yumruğunu Julian’ın annesine indirip “Kimsenin parasını almaz o!” diyerek olay mahallinden uzaklaşır.
Zenci kadının eylemi, Ayarsız’ın kendi “suç”uyla İsa’nın “suç”unu kıyaslaması ve çocuğun hayal gücü, sürekliliği gotik bir yarılmaya uğratır. Gotik olan, sürekliliği yardığı yerin ötesini ve berisini ulaşılmaz kılar. O’Connor öyküleri, özellikle de değerler arasında mekik dokuyan, sefil hayatların iyi olma çabasını ironik bir dille ele alır. Bu öyküler, iyi-kötü, karanlık-aydınlık gibi ikilikler arasında sıkışan, eriyen, gittikçe kaybolan hayatların portresini çizer. Kişi iyiyken kötü olana toslayabiliyor, aydınlık içinde kaybolup karanlıkta kendini bulabiliyor. Pozitif çağrışımı olan değerlerin sabit düzlemine inat, gotik, köşegenden gelmeye devam eder. Köşegenden gelen, evrenselliği ortadan kaldırıp kendi geçiş güzergâhının zeminini oluşturur. Gotikin geçtiği yerde iyi artık iyi değildir ve aynı zamanda kötü de artık kötü değildir.
Flannery O’Connor’ın Goth karakterleri tekinsizdir. Ne yapacakları belli olmaz. Dahası “nankördürler”. Annesinin aksine Julian, zencilerle sohbet etmeye çalışır. Onların da konuşabildiğini çevresindeki beyazlara ispatlamak için çaba sarf eder. Yazar, Julian’ın hissiyatını şöyle aktarır: “Şu zenciyle bir konuşabilseydi, sanat, siyasa ya da çevrelerindekilerin akıl erdiremeyeceği herhangi bir konu üzerine…” Çevresindeki beyazları pişman etmek ister Julian. Zenci kadın da beyazları pişman etmek ister. Fakat burada iki farklı “pişmanlık” söz konusudur. Julian’ın başvurduğu pişmanlık hali bir yanılsamanın ötesine geçmez. Bu hamle hiçbir risk içermez. Dolayısıyla değersizdir. Zaten Julian ile annesi sürekli tartışırlar ve bu tartışmalar kendi konumlarını sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Julian’ın bu tavrı ne ondan bir şey götürür ne ona bir şey katar. Fakat zenci anne risk alabildiği için “nankördür”. O, en başından kendisinden kopup gidecekleri hesaplamıştır ve buna rağmen zenci hamlelerde bulunur. Flannery O’Connor öykülerinin eşsiz oluşunun nedenlerindin biri de budur: Bir eylemin risk içerip içermediği gotikin yeniçağa taşınışı için belirleyici olandır. Beyaz olan, beyaz olmanın sağladığı imtiyazlardan feragat etmeden zencilerin haklılık meselesini gündemine alabilir mi? Beyaz ama iyi değil, beyaz ama zenci olabilir mi? Yarılma, tekinsizlik, ters yüz etmeyle beraber, Gotik edebiyat bu soruları cevaplayabilmiştir.