ISBN13 978-975-342-950-4
13x19,5 cm, 192 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Giriş bölümünden, s. 13-15

Tunuslu Muhammed Buazizi, 26 yaşında yeni mezun, genç bir mühendisti. Eğitimine uygun bir iş bulamadığından, evine ekmek götürebilmek için sokaklarda meyve-sebze satıyordu. Daha önceleri, tezgâhına birkaç kez polis tarafından el konulmuştu. 17 Aralık 2010 günü polis Buazizi'nin tezgâhına yeniden el koymak istedi. Buazizi karşı koymaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Polisten hakaret gördü ve dayak yedi. Kendisine yapılanları hazmedemeyen Buazizi, aynı günün akşamı sokak ortasında üzerine benzin dökerek kendini ateşe verdi. Birkaç gün sonra bir başka işsiz genç adam, Lahseen Naji, "sefalete, işsizliğe hayır" diye bağırmak için çıktığı elektrik direğinde elektrik kablolarını tutarak hayatına son verdi. Aynı günlerde başka intihar haberleri de gelmeye başlamıştı. Hayatlarına son vererek, yapılabilecek en büyük siyasal başkaldırı eylemini gerçekleştiren bu gençlerin yaktıkları isyan ateşi birkaç günde bütün Tunus'a, birkaç haftada Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya ve Suriye'ye ulaştı. Eylemlerin nedenleri arasında ekonomik sıkıntılar ve geleceğe dair umutsuzluk ilk sırada geliyordu belki, ancak sokakları dolduran kalabalıkların öfkesi ilk kez ülkelerini yıllardır demir yumrukla yöneten otoriter rejimlere yönelmişti.

2011'in ilk günlerinden bu yana Ortadoğu'yu sarsan halk hareketleri Tunus ve Mısır'da diktatörleri devirerek ilk hedeflerini gerçekleştirmiş oldu. Tunus'ta Zeynel Abidin Bin Ali yönetiminin devrilmesinin ardından ülke tarihinin en şeffaf seçimlerinden zaferle çıkarak başa geçen Nahda Partisi şimdilik devrim sonrası döneme en iyi uyum sağlayan hareket olarak öne çıkıyor. Tarihsel olarak ordunun siyasetten geri durduğu ve rakip toplumsal gruplar arası bir dengenin bulunduğu Tunus geçiş döneminin tek ümit vaat eden örneği gibi görünüyor.

Buna karşın, 25 Ocak 2011 Tahrir Devrimi ile Hüsnü Mübarek diktatörlüğüne son veren halk hareketi Müslüman Kardeşler'in seçimleri kazanmasının ardından bölündü ve Mısır toplumu hızlı bir kutuplaşmaya doğru sürüklendi. 2013 yazında bu kez Müslüman Kardeşler karşıtı kitle Tahrir'i doldurduğunda, General Sisi yönetimindeki Mısır ordusu toplumdaki kutuplaşmayı fırsat bilerek yönetime el koydu. Yemen'de devlet başkanı Ali Abdullah Salih artan protestolar karşısında sağlık sorunlarını bahane ederek önce Suudi Arabistan'a sığındı. Protestocuların ısrarla istifasını istemesi sonucu Körfez İşbirliği Teşkilatı'nın dayattığı plan çerçevesinde koltuğunu yardımcısı Abd Rabbuh Mansur al-Hadi'ye bırakmak zorunda kaldı. Libya'da Muammer Kaddafi rejimi NATO müdahalesiyle son buldu. Ancak NATO müdahalesi ardında aşırı silahlanmış ve iç savaş riski taşıyan bir toplum bıraktı. Bahreyn'de Sünni monarşi uluslararası toplumun göz yumması ve Suudi Arabistan'ın askeri ve siyasal desteğiyle halk hareketini bastırdı. Suriye'de ise rejim ile muhalifler arasında dozu her geçen gün artan şiddet sarmalı kördüğüme dönüşmüş görünüyor. Uzun süre militarize olmadan barışçıl bir şekilde devam eden halk isyanı, rejimin aşırı askeri güç kullanması ve buna mukabil isyancı grupların silahlandırılmaları sonucu, Eylül 2013 itibariyle yaklaşık yüz on bin kişinin yaşamını yitirdiği bir iç savaşa dönüşmüş durumda. Başta Körfez ülkeleri, Türkiye ve ABD olmak üzere bölgesel ve küresel güçler Ortadoğu'yu sarsan halk hareketlerine bir istikamet vermeye çalışırlarken, halklar ısrarlı bir şekilde gelecekleri hakkında söz söyleyebilmek ve kaderlerine malik olabilmek için haklarını savunmaya devam ediyor.

Ortadoğu'da sömürgecilik sonrası dönemin en önemli toplumsal ve siyasal gelişmeleri yaşanırken, bir sosyal bilimci olarak mesaimin önemli bir kısmını bölgede neler olup bittiğini anlamaya ayırdım. Olayları bir yandan medyadan takip etmeye çalışırken, bir yandan da ana akım medya tarafından maruz bırakıldığımız epistemik şiddeti bertaraf edebilmek umuduyla akademik kaynaklara yöneldim. Bu naif düşünce, söz konusu olan Ortadoğu toplumları olduğunda, akademik literatürün de medyadan aşağı kalmayacak derecede özensiz ve önyargılı tavrını fark etmemle birlikte beni Ortadoğu konusunda bir tez yazmaya ikna etti. Elinizde tuttuğunuz bu kitap bahsi geçen yüksek lisans tez çalışmasından geliştirilmiştir.

Ortadoğu isyanları üzerine düşünürken ilgimi çeken ilk nokta, yaşanan isyan dalgası karşısında gerek akademisyenlerin gerek siyasetçilerin gerekse bu meseleleri tartıştığım arkadaşlarımın büyük bir hayret içinde olmalarıydı. Şüphesiz bu şaşkınlık ve olan bitene anlam verememe halini ben de yaşıyordum. Ortadoğu rejimlerinin gücüne ve sağlamlığına ya da Ortadoğu halklarının "ataletine" o kadar inan(dırıl)mışız ki, artık yeter deyip meydanları dolduran insanların görüntülerine ve birbiri ardına sarsılan rejimlere inanamıyor, halk hareketlerinin ardında bir bityeniği arıyorduk. Şüphesiz bu şaşkınlığımızın haklı nedenleri de vardı. Ortadoğu uzun zamandır istikrarını koruyan otoriter rejimlerle yönetilmekteydi. Tunus'ta Zeynel Abidin Bin Ali yirmi dört senedir (1987-2011), Mısır'da Hüsnü Mübarek otuz senedir (1981-2011), Suriye'de ise Esad ailesi kırk iki senedir (1971-2012) yönetmekteydi ülkelerini. 1980'lerden itibaren bazı ülkelerde sınırlı da olsa siyasal liberalleşme adımları atılmaya başlamıştı. Ne var ki, rejimler otoriterliklerinden pek bir şey kaybetmediler. Ortadoğu ülkeleri Freedom House raporlarında her sene en düşük siyasal hak ve özgürlük skorlarını elde etmeye devam ettiler. Otoriteryanizmin bu kadar uzun süredir hükümran olduğu topraklarda rejim değişiklikleri bu kadar kolay olabilir miydi? Halk hareketlerinin akıbeti ne olacaktı? Bunlar halen cevaplarını bilmediğim çetin sorular. Fakat bu soruların cevaplarını aramadan önce, otoriter rejimlerin neden Ortadoğu siyasetinin adeta yapısal bir özelliği halini aldığını ve bu rejimlerin uzun yıllar kendilerini nasıl sürdürdüklerini araştırmaya karar verdim.[1]

Notlar


[1]Ortadoğu'yu tartışırken hatırda tutmamız gereken önemli bir nokta, coğrafyanın ve bölgenin aslında siyasi bir tasarım olduğudur (Agnew 2002). Ortadoğu nesnel bir coğrafi kavram olmaktan çok, işaret ettiği sınırlar ve ifade ettiği anlamlar zamana, mekâna ve siyasal bağlama göre farklılık gösteren hayal edilmiş bir coğrafyadır. Bu anlamda Ortadoğu kavramının sorunlu ve öncelikle kendisinin açıklanmaya muhtaç bir kavram olduğunu kabul etmekle birlikte, bölgeye yönelik bir araştırma yaparken kaçınılmaz olarak "Ortadoğu" ifadesini kullanmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Bu konu üzerine bir tartışma için bkz. Wigen ve Lewis 1997, Bilgin 2004; Ortadoğu kavramının ortaya çıkışına yönelik bir soykütük çalışması için bkz. Adelson 1995.Metne dön.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X